İlk defa yüz yüze tanışıyor olacak olmamıza rağmen, takmış olduğu havalı siyah gözlükleriyle, jöleli kısacık saçlarıyla ve giymiş olduğu jilet gibi siyah paltosuyla Bengi Ünsal'ı kuru kalabalığın içerisinden hemen seçebiliyorum.
Ünsal, Londra'nın müzik gösteri sektöründe mühim ve etkili bir mertebeye gelmeyi başarabilmiş sayılı kişilerden biri. O, Britanya'nın en büyük kültür sanat ve gösteri merkezi olan Southbank Centre'da 2016 yılında Güncel Müzikten Sorumlu Kıdemli Programcı olarak işe başladı ve 2019 yılında hâlâ sürdürmekte olduğu Güncel Müzik Direktörlüğüne terfi etti.
Ünsal'la söyleşimizi bir akşamüstü, onun Londra'da artık mahallesi haline gelmiş olan London Fields'da, açık havada yapıyoruz. Şansımıza hava güneşli ve kuzey Londra'nın en ambiyanslı caddelerinden biri olan Broadway Market cıvıl cıvıl insan kaynıyor. Öyle ki, sıra sıra farklı milletlerin mutfaklarına ait şık restoranlar ve kafelerin yalnızca kapıdan paket servisi şeklinde satış yapmakta olduklarını bir an görmezlikten gelip, anlık olarak salgının olmadığı o eski Londra gözümde canlanıveriyor, ister istemez duygulanıyorum.
Ünsal bana, "Ta buralara kadar zahmet edip geldin, ben de en azından sana bir kahve ısmarlayayım," diye ısrar ediyor ve önünde buluşmuş olduğumuz Climpson & Sons kafesinden sıraya girip kahvelerimizi alıyor. Sonra, yakındaki Victoria Park'ına yürümemizi teklif ediyor. Yolumuzun üzerinde Türkiyeli birkaç kişiyle ayaküstü selamlaşmasına şahit olduktan sonra ona, "Bakıyorum, buralarda oldukça tanınıyorsun," diyorum. O da bu yorumuma şakacı bir tavırla, "Mahalle'nin muhtarı gibiyim, değil mi?" diye karşılık veriyor. Hemen ardından, son selam verdiği gencin bir müzisyen olduğunu ve geçenlerde ona Instagram hesabından ulaşarak, "Bugün CD'miz çıktı, bir bakar mısınız?" diye mesaj attığını belirtiyor – tahminim, Ünsal'ın mesleği gereği, bu tarz taleplerle sık sık karşı karşıya kaldığı.
Ellerimizdeki kâğıt bardaklardan arada bir yudumladığımız kahvelerimizle Victoria Parkı'nın güzergâhında olan Regent's Kanalı'na saptığımızda, Ünsal bana bu yol üzerinde düzenli aralıklarla koşu yaptığını, hatta yakın zamanda da "5K'yı" (5 kilometre koşusunu) tamamladığını belirtiyor. Zaten yaklaşık bir buçuk saat süren samimi sohbetimiz sırasında Ünsal'ın hayatında müziğin yanı sıra, sporunda oldukça önemli bir yere sahip olduğu ortaya çıkıyor. Konuşmamızın ileri bir noktasında Ünsal, bana pandemi öncesi bir kadın futbol takımında, "Kan, ter içinde, her seferinde rahatlıkla 700 kalori yakarak," haftada iki-üç kez büyük bir hevesle futbol oynamaya başladığını belirttikten sonra, biraz esprili bir dille de olsa, "En büyük yeteneğim futboldaymış – her ne kadar 44'ümden sonra başlamış olsam da," açıklamasında bulunuyor.
Victoria Parkı'na vardığımızda park, güneşli havadan istifade, kapanmış oldukları dört duvar arasından kurtulup nefes almaya gelmiş çocuklu aileler, çimlerde yatanlar, bisiklete binenler, koşanlar ve köpeklerini dolaştıranlarla adeta bir panayır havasında.
Ünsal'a müziğe olan bu büyük merakının nasıl başladığı sorusunu yöneltiyorum. Ünsal bana lise yıllarından itibaren adeta "tutkun" bir halde kendini pop müzik dinlemeye adadığını ve o dönem boş vaktinin büyük bir kısmını sadece müzik videoları izleyerek geçirdiğini belirtiyor.
"Kylie Minogue hayranıydım. Duran Duran'da severdim. Aslında her şeyi dinliyordum ve iyi olduğum tarafta oydu. Bir şarkı başlar başlamaz sana hemen hangi şarkı olduğunu söyleyebilirdim."
İstanbul Üniversitesinde İşletme okurken bir yandan babasının mesleği olan bankacılığa atılma olasılığını kafasında tartarken bir yandan da Ünsal, 1994'te kurulan ve Türkiye'deki ilk yabancı müzik yayını yapan televizyon kanalı Number One TV'ye gözünü dikmişti.
"Number One TV'de bir arkadaşım çalışıyordu. N'olur bana herhangi bir iş yok mu? diye ısrarla soruyordum. Yeter ki o binada olayım diye düşünüyordum. Bana müzik dünyası o kadar çekici geliyordu ki," diye anımsıyor Ünsal.
Tesadüf o ki, o sıralarda Number One TV yetkilileri de yabancı müzikten sorumlu birini aramaktaymışlar. Ünsal o pozisyonu havada kapmayı başarır.
Number One TV'de başlayan kariyeri, onu Universal Müzikte Ürün Müdürlüğü, İstanbul Caz Festivalinde Direktör Yardımcısı ve Salon IKSV'de Sanatsal ve İdari Direktörlüğü pozisyonlarına taşır. Nihayetinde, Türkiye'nin en belli başlı müzik ve etkinlik kuruluşlarında edinmiş olduğu zengin iş tecrübeleri Ünsal'a Londra'nın kapılarını açar.
"Aslında biraz şans, biraz da tesadüf, böyle merdiven misali, dizdiğin taşlarla kendine bir yol çiziyorsun," diyor Ünsal.
Çimlerin üzerinde biraz turladıktan sonra, parkın içindeki göle bakan, nasıl olduysa boş kalmış olan bir bankı gözümüze kestiriyoruz. Başkaları sahiplenmeden, çabuk adımlarla ona ulaşıp hemen o bankı kapıyoruz. O sırada, kulaklıklarıyla dinlemekte olduğu müziğe özgürcesine, coşkulu bir şekilde eşlik eden bir genç adam bisikletiyle, jet hızıyla, yakınımızdan geçiyor. Birbirimize bakışıp, durumunun absürtlüğüne güldükten sonra, ben de, genç adamın söylediği şarkı hiçbir çağrışım yapmazken, Ünsal, bir an duraksadıktan sonra, "Alanis Morrisette'in 'Isn't it Ironic' şarkısını söylüyor," tespitinde bulunuyor.
Ünsal'a onun Kylie Minogue'la başlayan müzik dinleme zevkinin, müzik sektöründe edinmiş olduğu farklı deneyimlerle, yıllar içerisinde nasıl bir evrim geçirmiş olduğunu merak ettiğimi belirtiyorum.
"Ben müzik televizyonu ve radyo anlayışından geldiğim için, işim gereği biraz müziğin daha pop kısmıyla haşır neşir oldum ve böylelikle daha erişilebilir tarzda olan müzikleri dinleyerek geçirdim o ilk yıllarımı. Ancak caz ve daha farklı türde müziklere geçmem İstanbul Caz Festivali'nde çalışırken oldu. Bu biradan viskiye geçiş gibi biraz da yaşla oldu," diye belirtiyor Ünsal, yapmış olduğu benzetmeye tebessüm ederek.
"Bir de merakla geldi. Universal'da çalışırken mesela, dünyada yapılan en iyi müzikler sana akıyor ve onları dinleme fırsatını buluyorsun. Dolasıyla, çok çeşitli müzik dinleyerek çalışma yıllarımı geçirdim. Ama kendi dinlediğim müzik, bilmiyorum, o ayırımı da kaybettim artık çünkü ben çok uzun zamandan beri, 1996 yılından beri kendi zevkime göre değil, 'Kim ne dinler?' düşüncesiyle müzik programlıyorum. O yüzden Southbank'de gördüğün her şey Bengi'nin müzik zevki demek değildir ama mutlaka orada bir filtre ve kalite çizgisi vardır. Ancak 'Ben bu grubu çok seviyorum o yüzden şimdi onlara yer ayırtıyım,' diye bakamıyorsun duruma çünkü neticede, Southbank'le üç salonla birlikte 3,700'lük bir seyirci kapasitesine sahip bir gösteri alanın var elinde ve oraya hep aynı, senin gibi birilerini getiremezsin. Oraya farklı insanları çekebilmen lazım."
Bunun üzerine Ünsal'a evde ne tarz müzik ve hangi sanatçıları dinlemeyi tercih ettiğini soruyorum. Eskisi kadar güncel müziği takip edemediğimden, bu soruyu T24 okurları için olduğu kadar, kendim içinde soruyorum.
"Daha çok çağdaş klasik müziği veyahut indie-rock dinleyebiliyorum, ama ne dinlediğim gerçekten günüme ve moduma göre çok değişiyor. Nils Frahm, Arlo Parks, PJ Harvey, Big Thief, Aldous Harding, Sault, The Comet is Coming, Moses Sumney, Kaitlyn Aurelia Smith, Serpentwithfeet pazar günleri dinlemekten keyif aldığım müzisyenler ve gruplar arasında. Evde rakı içtiğim zamanlar ise Kalben, Sezen Aksu, Hümeyra, Zeki Müren ve Ayten Alpman dinliyorum. Birsen Tezer'in 'İstanbul' şarkısı da ağlama şarkım," diye itirafta bulunuyor Ünsal.
Ünsal, Southbank Centre'ın bütün mekânlarındaki çağdaş müziklerin programlamasından sorumlu. Ama aynı zamanda, mekânın işletmeciliği, bütçesi, pazarlaması, halkla ilişkileri ve bilet kesme masrafları onun sorumluluk alanının içerisine giriyor. Birde, Southbank Centre'da 1993'ten beri, her yıl düzenlenen Meltdown Festivali'nin küratörlüğünü üstlenecek misafir sanatçıyı seçmek ve onunla birlikte (Haziran ayında gerçekleşecek olan) festivali oluşturmak Ünsal'ın görevinin önemli bir parçası. Geçmişte Meltdown Festivali'nin küratörlüğünü üstlenmiş sanatçıların arasında Elvis Costello, David Bowie, Patti Smith, Morrissey ve Yoko Ono gibi itibarlı ve muhtelif isimler var. Ünsal, Southbank Centre'da görev aldığından beri, geçmiş senelerde Meltdown Festivali'ni M.I.A, Robert Smith ve Nile Rodgers'la gerçekleştirdi.
"Festival için seçmiş olduğun müzisyenlerle senin aranda nasıl bir iş birliği oluyor?" sorusunu yönlendiriyorum Ünsal'a.
"O insanına göre değişiyor aslında. Mesela, The Cure'dan Robert Smith'le birlikte çalışırken, Robert Smith tamamıyla ne istediğini biliyordu, her şeyi o seçti diyebilirim. Benim işim aslında o sanatçıyı seçtikten sonra ona bu işlemi ve tecrübeyi kolay kılmak çünkü biz mekânı çok iyi biliyoruz, seyircimizi çok iyi tanıyoruz. Bir yerde, onların sahip olabilecekleri en iyi asistan oluyorum. Sabah akşam maille sürekli iletişim halinde oluyoruz. Festivali düzenlemek M.I.A ile başka bir deneyimdi, Nile Rodgers'la başka. Bazılarında daha çok işin içine dahil olup, 'Bak şu sanatçıda turda, aslında senden de çok etkileniyor, ölüyor bu festivalde olmak için, ne dersin?" diye teklifte bulunabiliyorsun.
Ünsal, 2020'de yapılacak olan Meltdown Festivali'nin küratörlük misyonunu bu sefer Grace Jones'a devretmişti.
"Grace Jones'u seçmemin en büyük sebebi onun kültüre yapmış olduğu katkısı. Şu an, 19 yaşında Londra'da müzik yapan biri de Grace Jones'dan etkileniyor. O androjen, sınır tanımaz hali – aslında müzisyenden öte, Grace Jones bir ikon."
Ancak, herkesin büyük heyecanla ve merakla beklediği 2020 yılında sahnelenecek olan Grace Jones küratörlüğündeki Meltdown Festivali ne yazık ki salgın sebebiyle gerçekleşemeyerek, 2022'ye ertelenmek zorunda kaldı.
"Southbank Centre bu salgın sürecini şimdiye kadar nasıl göğüsledi?" diye soruyorum.
"Ben hiç kapamamışız gibi hissediyorum. Kapandık tabii, birçok insanı işten çıkartma döneminden geçtik. Çok sancılı bir yıl geride kaldı, 25 milyon pound kaybımız oldu bir yıl içerisinde. Fakat geçtiğimiz sonbahar itibariyle "Inside-Out" diye, dijital canlı yayınla yaptığımız bir seriye başladığımız için, aslında hiç durmadık çalışmaya. Bu şekilde, seyircisiz, tam 90 etkinlik yaptık – bunların içerisinde sanatçılarla sohbetler ve klasik ve çağdaş müzik konserleri vardı," diye açıklıyor Ünsal.
Southbank Centre'ın Inside-Out kapsamında yayınladığı etkinlikler dizisi Türkiye de dahil olmak üzere dünyanın herhangi bir yerinden izlenebiliyor. Hâlâ devam etmekte olan Inside-Out'ın etkinlikler listesinde bu mayıs ayında Olivia Laing ve Jhumpa Lahiri gibi tanınmış yazarlarla edebiyat sohbetlerine ve Steven Isserlis ve Alina İbragimova gibi klasik müzik dünyasında isim yapmış klasik müzik sanatçılarının konserlerine yer verilecek.*
Ayrıca, Southbank Centre, bu nisan ayında başlayan, "In the Green Room" adında, on hafta devam edecek yeni dijital etkinlikler serisi bu sefer müzisyenler, yazarlar ve sanatçılarla yapılacak derin sohbetlere odaklı olacak. Bu sohbetlerden birisi 29 Nisan'da Bengi Ünsal ile şarkıcı ve besteci Rufus Wainwright arasında gerçekleşecek.**
Git gide güneşin alçalmasıyla birlikte havanın serinlemeye başladığını hissediyorum. O arada Ünsal'ın ev arkadaşının onu cep telefonundan aramasıyla konuşmamız bölünüyor. Ünsal kısa süren konuşmasının ardından bana ev arkadaşının, birazdan dışarı çıkarak, 'Kylo'yu' ilk defa yalnız bırakma teşebbüsünde bulunacağını belirtiyor. Kylo, yakın zamanda evlat edinmiş oldukları, henüz beş aylık olan chihuahua cinsi, yavru bir köpek.
"Acayip seviyorum onu. Son iki ayımızı kurtardı, evde onunla ilgilenmek bize çok iyi geldi," diyor Ünsal.
Artık oturduğumuz banktan kalkıp Broadway Market istikametine doğru geri yürüme vaktinin gelmiş olduğuna birlikte karar veriyoruz. Yol üzerinde Ünsal'a "İleride üzerinde yoğunlaşmak istediğin bir proje var mı?" sorusunu yöneltiyorum.
"Ben işin dijital yönüyle çok ilgileniyorum. İngiltere'de, özellikle Londra'da, normalde, her gün o kadar sayısız konser sahneleniyor ki insanlar başkaları için bunun eksikliğini fark edemiyorlar. Ancak dünyanın birçok yerinde hiç konser izleyemeyen insanlar var. Burada salgından dolayı hiç kimse evden çıkmadığı için canlı etkinlik izleyemediler ve bu şekilde bu dijital dünya biraz daha hızlandı, yani live-streaming dediğimiz olay. Biz konseri yapıyoruz, kaydediyoruz ve sonra tüm dünyaya canlı olarak internet üzerinden yayımlıyoruz. Birçok insan bunu çok sevmiyor çünkü canlı konsere gitmek varken neden ekrandan izleyim diyor. Bende şöyle düşünüyorum, ikisi ayrı şeyler. Ayrı iki ürün ve bence gelecek dünyada bu kalıcı olacak."
"Bir de sürdürebilirlik yönünden baktığın zaman, iklim değişikliği açısından, mesela bu aralar çok uçak uçuşları olamadığından dolayı hava temizlendi. İnsanlar bu konularda daha duyarlı davranmaya başladıkça, bence eskisi kadar turne olmayacak, eskisi kadar böyle büyük ekipmanlarla tura çıkmayacaklar. Herkes o kadar şanslı değil, pahalı bir konser biletine para harcayacak bir bütçeye sahip olmayabilir. Veya fiziksel olarak konser yerine seyahat edemeyecek olan bir sürü insan var, onlara o erişimi sağlıyorsun – biraz daha demokratik bir yöntem bu. Dolayısıyla onla ilgili bir şey yapabilmeyi isterim ilerde. Bir de disiplinler arası, özel komisyon etkinlikler düzenlemek isterim. Yaptım bir iki tane ama daha fazla yapmak isterim."
* https://www.southbankcentre.co.uk/whats-on/festivals-series/inside-out?
** https://www.southbankcentre.co.uk/blog/articles/join-us-in-the-green-room