'BENİ SABAH DÖRTTE ALDILAR, ÜLFET'İ DE GÖTÜRECEKLER!..'

'BENİ SABAH DÖRTTE ALDILAR, ÜLFET'İ DE GÖTÜRECEKLER!..'

Selin ONGUN - T24[email protected]Cumhuriyet gazetesinin künyesi  hâlâ “Genel Yayın Yönetmeni” ile başlıyor. Ardından Yazı İşleri müdürleri… Miyase İlknur, 86 yaşındaki Cumhuriyet’in üç Yazı İşleri Müdürü’nden biri. Ve geçen hafta 85 yaşında kaybettiğimiz Cumhuriyet Gazetesi Başyazarı, Yayın Kurulu Başkanı ve İmtiyaz Sahibi İlhan Selçuk’un “kızı” yerine koyduğu meslektaşı. 102 gün arayla hayata veda eden İlhan Selçuk ile ağabeyi Turhan Selçuk’un, “Bizi ayırmadan bir Alevi köyüne göm” diyerek kendilerini emanet ettikleri isim de o.

 

Söyleşi boyunca “gazeteci” şapkasını hiç takmadı Miyase İlknur. Gözleri nemlenip ağlamaklı olduğunda, İlhan Abi’sine verdiği son sözü andı: “Acını soylu ve vakur yaşa!” Bazen de güldü, ama en çok şu sırada: “Turhan Abi, çek defterini çıkarıp, hemen bize mezar yeri satın al Miyase, demez mi!”

 

“Babası” gibi kabul ettiği İlhan Selçuk’un Hacıbektaş’taki cenaze törenini en ince ayrıntısına dek organize eden, onu yıkayıp kefenleyen ve mezarına kadar indiren Miyase İlknur, Selçuk ailesinden biri adeta. Selçuk, sağlık sorunları nedeniyle birçok dostuyla paylaşmaktan esirgediği sıkıntılı anlarını sadece ondan sakınmadı.

 

“İlhan Selçuk’u mezarına indiren kadın” olarak herkesin merak ettiği Miyase İlknur ile buluştuk. Selçuk’un son günlerini, neden Hacıbektaş’ı istediğini, vasiyetini ve Miyase İlknur’un deyimiyle, “Ergenekon sürecinin İlhan Abi’nin bilinçaltında yarattığı tahribatı” konuştuk.

 

‘Henüz ilkokuldayken İlhan Selçuk takipçisiydim’

 

İlhan Selçuk’un muhabirlere gösterdiği nezaket kadar “mesafeli” olduğu da söylenegelir. Sizin öykünüz, bu “mesafe”den önce nasıldı; nasıl baba-kız oldunuz?

 

Bizim eve üç gazete girerdi. Dedem Milliyet, babam Cumhuriyet alırdı. Cumhuriyet’e eşlik eden üçüncü gazete ise zaman zaman değişirdi. Ama Cumhuriyet hiç değişmezdi; babam İlhan Selçuk’u çok severdi. Dönemin ve ailenin koşulları gereği ben de erken yaşta politize olan bir çocuktum. Henüz ilkokuldayken Yeni Krallar Yeni Soytarılar’ı, Mustafa Kemal’in Saati’ni okumuştum; sıkı bir İlhan Selçuk takipçisiydim.

 

İlkokulda mı?

 

Evet, hatta öyle çocukça hayaller kurardım ki, Elazığ’da oturuyorduk o dönem, İstanbul’a gelip gazeteci olmayı düşünürdüm sürekli. Bir gün yine babamın eve getirdiği İlhan Selçuk kitaplarından birini okuyordum; “Eyvah” dedim.

 

İlhan Selçuk: Üzülme, her genç kız beni görünce böyle düşer!

 

Ne yazıyordu ki?

 

Kitabın bir bölümünde benim gibi hevesli bir öğrencinin mektubuna yer vermiş. Öğrenci soruyor; “Yazar olmak istiyorum, ne önerirsiniz?” Cevabı şöyle; “Bu işin okulu yok, bir şey öneremem.” Hayallerim yıkıldı, ama İlhan Selçuk okumayı bırakmadım. İlkokulu bitirdikten sonra İstanbul’a taşındık. Ortaokul son sınıftaydım sanırım, bir yerde imza günü olduğunu öğrendim, tabii ki gittim. Nasıl mutluyum, sıra bana gelmek üzere, İlhan Abi’nin oturduğu masanın önündeki halıya takılıp düştüm. İlhan Abi hemen fırlayıp, beni kaldırmaya geldi. Göz kırparak, “Üzülme her genç kız beni görünce böyle düşer” dedi. Toparlanmama yardım etti. Yıllar sonra, üniversiteyi (İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı) bitirip, Türk Haberler Ajansı’nda gazeteciliğe başladığımda, takip ettiğimi ikinci iş, İlhan Selçuk hakkında açılan bir davaydı. Tabii ben yine heyecandan, türlü sakarlıklar yaptım. Zaten Cumhuriyet’e geçtikten sonra, İlhan Abi ile yaptığımız ilk sohbet yine benim sakarlığım hakkındaydı.

 

‘Aynı mekândayken ona selam vermedim diye, havalı gazeteci, dedi’

 

Yine mi düştünüz?

 

Yok, bu kez kendisine selam vermedim (Gülüyor). 1992 yılıydı, Nokta’dan ayrılmış Cumhuriyet’e yeni geçmiştim. İşe başladığım ilk hafta, iş nedeniyle bir kokteyle katılmıştım. İlhan Abi genellikle kokteyl, açılış gibi davetlere katılmaz. Fakat o gün gideceği tutmuş işte! Burun buruna geldik, etrafı insanlarla çevrili, müthiş kalabalık olunca, “Merhaba benim adım filanca, gazetenize yeni başladım” demeyi yersiz buldum. Aradan birkaç gün geçti, İlhan Abi yazı işlerine geldi; tüm muhabirler hayranlıkla ona bakıyor. O da herkesle selamlaşarak bizim yanımıza geldi. Haber müdürümüz İpek Çalışlar, Mehmet Güç ve beni, “Nokta’dan gelen arkadaşlarımız” diyerek tanıtmak istedi. İlhan Abi, “Miyase beni tanımıyor belki ama ben onu çok iyi tanıyorum. Hatta geçen gün aynı mekândaydık, selam vermedi. Herhalde havalı bir gazeteci” dedi. İlhan Abi ile işte böyle başladık. Şimdi düşünüyorum; biz önce abi-kardeş sonra nasıl baba-kız olduk, inanın çıkaramıyorum.

 

‘Davası ertelenince çöktü, ölene kadar sanık kalacağız, dedi’

 

İzninizle sizi ayrıca üzecek bir konuyla devam edelim; bugünkü (26 Haziran 2010) Cumhuriyet’te bir anons var; Ergenekon davasına ilişkin savunmasının gazetede yayımlanmasını vasiyet etmiş, neden?

 

İlhan Abi, gazetede resminin basılmasına çok sinirlenirdi. (Masanın üzerinde duran gazetenin sürmanşetindeki İlhan Selçuk fotoğrafına bakarak devam ediyor). Ergenekon’a dahil edilmek İlhan Abi’yi yıktı, müthiş bir tahribat yarattı. Son zamanlarında onu en çok üzen konulardan biri buydu. Fakat savunmasına çok önem veriyordu, savunmasına odaklanarak moral buluyordu. Titizlikle ve heyecanla yazıp, çiziyordu. Tüm motivasyonu savunması ile suçlamalara meydan okumaktı. Yazdıklarını bizlerle paylaşıyordu, okuyordu. İkinci iddianamenin kabulüyle savunmasını yapacağı davanın aylar sonraya ertelendiğini duyunca İlhan Abi resmen çöktü. “Uzatabildikleri kadar uzatacak, iddianameleri şişirecekler. Ölene kadar sanık kalacağız, sistemi böyle kurmuşlar. Kim öle kim kala” dedi. Savunmasını yapamamak İlhan Abi’yi çok yıprattı.

Devamı...~

‘Bırakın öleyim diyordu, yaşama isteğini kaybetmişti’

 

Hastanedeki süreçte de sürekli gündemi izliyordu. Güçlükle konuşuyordu, “Bu iş bitti. Bir daha Türkiye’deki temel kumruları yerine oturtamayacağız. Bu uluslararası bir proje, bu işler hükümetin tek başına yapacağı işler değil” diyordu. İlhan Abi’nin,  kendisi ile ilgili şikâyetlerini, sıkıntılarını, korkularını, sağlık sorunlarını hiçbir zaman yansıtmayan bir yapısı vardı. Beni tüm bu süreçte, belki de en çok yaralayan şey, son yaşadıklarının İlhan Abi’de yarattığı tahribatı görmek oldu. İlhan Abi, artık yaşama isteğini kaybetmişti, “Bırakın öleyim, siz bana iyilik yaptığınızı mı sanıyorsunuz?” diyordu, tedavi görmek istemiyordu.

 

‘Ütüsünü bile kendi yapar, evi toparlardı’

 

Neden?

 

Bakın bir örnek, hiç unutmam, Handan Abla’ya (İlhan Selçuk, eşi Handan Hanım’a alzheimer teşhisi koyulmasından sonra dostlarının sözünü dinlemedi, eşini bir kliniğe yatırmadı)  baktığı dönemlerde, ütüsünü bile kendisi yapardı. Hatta bazen beni eve çağırdığında, “Miyase biraz geç gel, ortalığı toparlayayım” derdi. Yanındaki yardımcıdan bir bardak su istemekten rahatsız olan bir insanın, kucaktan kucağa taşınarak sürdüreceği bir hayat ona çok ağır geliyordu.  Doktorları yaşama isteğini kaybettiği için psikolojik destek amaçlı bir ilaç tedavisi önerdiler. İlk verdikleri ilaç, herhalde oldukça yüksek dozdaydı; o gün İlhan Abi halüsinasyonlar gördü. Ve ben o gün, yıllardır tanıdığım, sıkıntıları ve korkularından bahsettiğine hiç tanık olmadığım İlhan Abi’nin, son yaşadıklarının onda nasıl bir tahribat yarattığına şahit oldum.

 Cumhuriyet gazetesinin Çağaloğlu'ndaki eski binasında bir kutlma sırasında‘Sabah dörtte beni götürdüler, Ülfet’i de alacaklar’

 

Şöyle somutlaştırabilir miyiz; 83 yaşında bir insanın sabaha karşı dörtte gözaltına alınarak, üç gün uyumadan sorgulanmasını her bünye kaldırabilir mi?

 

Öyle ve o da ancak bu kadar dayanabildi. Ama yine de kendini bırakmadı, ta ki o halüsinasyona dek… “Beni aldılar falakaya yatırdılar, kollarımı bağladılar, Hakkari’de bir hücreye koydular. Köpek var, köpeği üstüme saldılar” diyordu sürekli. Bilirsiniz İlhan Abi, kitabında dahi Ziverbey’deki işkenceyi aslında anlatmaz, iradeli olup işkenceye karşı nasıl direnme yolları bulduğundan söz eder. Anladım ki, Ziverbey’i hatırlıyordu, fakat Hakkari diyordu. Sonra devam etti;  “Sabah dörtte geldiler, kapımı çaldılar. Beni aldılar.” Bu kez bahsettiği Ergenekon’du. Ve hiç durmadan, “Türkiye kaybetti, onlar kazandı” diyor, ülkenin meselelerinden bahsediyordu. “Tahsin (İlhan Selçuk’un koruması) sana anlatır, Ülfet’i (kız kardeşi) de alacaklar içeri” dedi.  85 yaşında, daha önce iki kez kalp spazmı geçiren, yalnız yaşayan bir insanın sabahın dördünde kapısı çalınınca ne olur? İlhan Abi’nin gözaltından önce genel sağlık durumu gayet iyiydi, bir hafta içinde çöktü. Gururuna bu kadar düşkün bir insanın bunları yaşaması onda büyük tahribatlar yarattı. Benim tanık olduğum bu sahne, hayatım boyunca zihnimden silinmeyecek. Hoş, doktorlar ilacın dozunu düşürünce, İlhan Abi yine bildiğimiz İlhan Abi oldu ama…

 

Nasıl?

 

Şükran (Soner) Abla, İlhan Abi’yi ziyaret ettiği bir gün kulağına eğilerek, “Uyan artık, CHP’de bile devir değişiyor” demiş. İlhan Abi gözünü açar açmaz sormuş; “Anketler ne diyor bu konuda?” Anlayacağınız, son günlerinde bile bizi şaşırtmaya devam etti.

 

İlhan Selçuk Alevi miydi?

 

Onu sizin yıkadığınızı öğrense, bu kez de şaşırma sırası onda olur muydu?

 

Şaşırmazdı, rahat durmayacağımı tahmin etmiştir. (Gülerek ve gözleri dolarak devam ediyor.) İlhan Abi, babamdan öteydi benim için, bir evladın babasına son hizmeti gibi gördüm; Hacıbektaş’ta onu yıkayacak dedeye, “Ben de orada bulunmak istiyorum” dedim. Tahsin, o da oğlu gibidir, ben ve dede yıkadık, kefenledik.

 

Defin töreninden sonra çok merak edildi; “İlhan Selçuk Alevi miydi?”

 

Bektaşiliğin nasıl olduğunu bilirsiniz, İlhan Abi bir mürşitten el alıp Bektaşiliği seçmiş değildi. Ama “Enel Hak” düşüncesine meftundu, yürekten inanıyordu. Turhan Abi de öyle. Zaman zaman sohbetlerimizde, ailelerinin onları dini öğretiler ile değil, Enel Hak düşüncesinde olduğu gibi “akıl” ile yetiştirdiklerini ifade ederlerdi. Hem Turhan Abi, hem İlhan Abi 2002 yılından önce, “Biz Bektaşi inancına göre defnedilmek istiyoruz, camiye götürme, imam karışmasın bizim cenazemize” diyerek bana vasiyette bulundu. 2006 yılında da “Bizi ayırmadan, beraber bir Alevi köyüne gömer misin Miyase?” diyerek, vasiyetlerini yazılı hale getirdiler.

 

 

Turhan Selçuk: Miyase bize hemen mezar yeri satın al

 

Önce Trakya yakınlarında bir Alevi köyü buldum; fakat cenazelerine binlerce insanın geleceğini, her yıl anma törenlerinin düzenleneceğini, bu tip organizasyonlara Hacıbektaş’ın daha uygun olacağını düşünerek, “Hacıbektaş olur mu?” diye sordum. İkisi de “Biz ölmüş olacağız, bize göre hava hoş. Tüm eziyeti sen ve cemaat çekeceksiniz” dediler. Hatta Turhan Abi öyle aculdu ki, hemen çek defterini çıkardı. “Miyase, bize hemen mezar yeri satın al” dedi. “Kızılbaşlara sizin paranız geçmez. Onlar da almazlar zaten” dedim. Gülüştüler.

Devamı...

‘Mezar yerlerini gidip gördüler’

 

Mezar yerlerini gördüler mi?

 

İkisi de gördü. Zaten İlhan Abi, son beş yıldır bütün panel, konferans taleplerini geri çeviriyordu. Sadece yılda bir defa Hacıbektaş Şenlikleri’ne katılıyordu. 2007’de Turhan Abi de şenliklerdeki karikatür sergisini bahane edip, İlhan Abi ile birlikte mezarını görmeye gitti. İlhan Abi, bizzat gezerek baktı yatacağı yere. Turhan Abi, yürüme zorluğu çekiyordu, arabadan seyretti; “Çok güzel Miyase, sağol” dedi.

 

‘Aynı anda ölümün eşiğine geldiler, Turhan Abi’yi kaybettik’

 

İlhan Selçuk, ağabeyinin öldüğünü hiç öğrenmedi, değil mi?

 

Hayır, söylemedik. Turhan Abi ve İlhan Abi arasındaki ilişki çok farklıydı. Turhan Abi’nin öldüğü gece yine buna tanık oldum. Gündüz ikisini de hastanede ziyaret etmiştim. İlhan Abi’nin durumu parlak değildi, ama ölüm tehlikesi de yoktu. Turhan Abi’nin durumu daha ağırdı. Gece gazeteden eve dönerken, telefonum çaldı. Arayan idare müdürümüzdü. O arayınca yüreğim çıkar, çünkü İlhan Abi’nin “Bana bir şey olursa önce Miyase’ye haber verin” dediğini biliyorum. Telefonu açtım, umutsuzca, “Hangisi?” dedim.  “İkisi de” dedi. “İkisi de eksiye doğru gidiyor. Senin ikisiyle de kan grubun uyuyor ama Turhan Abi’nin kana ihtiyacı olabilir. İlhan Abi’nin oksijen sorunu varmış” dedi.  İlhan Abi Nişantaşı’nda Amerikan Hastanesi’nde, Turhan Abi ise Maslak’ta. Egoistçe davrandım, “Turhan Abi ne olur kızma, ama kalbim onda atıyor” diyerek İlhan Abi’ye gittim. İlhan Abi’nin durumu biraz iyileşme belirtisi gösterince hemen Turhan Abi’ye geçtim. Aynı saatlerde ikisi de ölümle mesai yaptı; Turhan Abi’yi kaybettik. İlhan Abi’yi de yoğun bakıma aldık.

 

‘Alevi cenaze töreni izlemek istedi ve izledi’

 

İlhan Abi, ölüm konusunda da soğukkanlıydı hep. Hatta bir ara ısrarla Alevi cenaze törenini izlemek istedi ve izledi de. Ölümü çok doğal karşılıyordu ama Turhan Abi’nin ölümünü ona söyleyemedik. Son ameliyatından bir gün önce hepimizle vedalaştı. “Lütfen acını soylu ve vakur yaşa. Bu konuda bana söz ver” dedi. “Veremem”  deyince, güldü: “Bu işler belli olmaz, belki kalırım belki giderim, ama galiba ayvayı yedim” dedi. “Sen gidersen ayvayı ben de yerim” deyiverdim, lafı hazırdı: “Sen daha ne elmalar yiyeceksin, bırak ayvayı kerata!”

 

Balbay’ın günlüklerini öğrendiğinde ‘Ah kerata’ dedi mi?

 

Şimdi sahiden üzüntünüze saygı ile ama İlhan Selçuk’un son değerlendirmelerini öğrenebilmek adına soralım; Mustafa Balbay’ın günlüklerini öğrendiğinde ona da “Ah kerata” dedi mi?

 

İlhan Abi dostları, arkadaşları ya da birlikte çalıştığı insanlar için düşündüklerini ancak o kişi ile paylaşır. Ya da kendine saklar.

 

‘Size bırakacağım tek vasiyet; gazeteye halel getirmeyin’

 

Ya gazetenin geleceği için son bir not?

 

“Bu gazete benim babamın malı değil, sizinkinin de değil. Cumhuriyet, Mustafa Kemal’in mirası, siz de bu mirasa gözünüz gibi sahip çıkın, canınızdan öte tutun. Birbirinizde kusur aramayın, gazeteye halel getirmeyin. Size bırakacağım tek vasiyet bu.”  Herhangi bir sorun nedeniyle “İlhan Abi halleder” dediğimizde ise hep söylerdi; “Şu İlhan Abi dönemi bir bitsin artık!” Zaten, hastane sürecinde işlerin bu anlamda sürdüğünü görmek onu bir yerde memnun ediyordu.

 

‘By-pass ameliyatından sonra tüm kitaplarını atmamı istedi’

 

Konuşmamızın başında İlhan Selçuk kitaplarını ilkokuldayken okuduğunuzu öğrendik. Hemen soralım; Selçuk’un evindeki kitapları tasnif etmek de size düşecek mi?

 

Kitapları dönem dönem azalttığımız oldu. Handan Abla’nın vefatından sonra, İlhan Abi, üç günlüğüne İzmir’e kitap fuarına gidiyordu. Anahtarı bana verdi, “Kitaplara dokunmadan, badana boya yaptırmamız gerek Miyase” dedi. Handan Abla o eve İlhan Abi hapisteyken taşınmış, o zamandan bu yana tadilat yapılmamış. Küçük bir tadilat yaptık ve badana yaparken tüm kitapları toplattım. Onlarca koli kitap. İlhan Abi eve ilk geldiğinde ilk sözü, “Mahvoldum, bu kitapları nasıl dizeceğim?” oldu. O zaman bir düzenleme yaptık, kitapların çoğunu Esenyurt Kültür Vakfı’na gönderdik. İkinci kitap operasyonunu da geçen yıl ameliyattan çıktıktan sonra yaptık. İlhan Abi’nin çok mütevazı bir yaşamı vardı, evi de son derece yalındı. Tüm zamanını kitaplara ve okumaya ayırdığı için ahşap pencerelerden sızan soğuk, eski elektrik tesisatından kaynaklanan sigorta atmaları, hiçbiri İlhan Abi’nin meselesi olmamış. Evde İlhan Abi’nin yeni yaşamını kolaylaştıracak şekilde tadilat yapmamız gerekiyordu. Bu esnada hatta ilginç bir şey oldu; beni çağırdı, “Kitapların da hepsini at” dedi. “Abi, by-pass ameliyatı olanların karakteri değişirmiş. Şimdi kitapları attırırsın sonra nerede benim kitaplarım diye kıyameti koparırsın” dedim. “Kitap görmek istemiyorum, hepsini at” diye ısrar etti. Biz de birçoğunu kolilere koyup, yazlık eve gönderdik.

 

Cezaevi mektupları kitap olacak

 

Şimdi merak edenler çıkacaktır; İlhan Selçuk’un kitapları, mektupları ne olacak; bununla ilgili bir vasiyeti var mı?

 

Bir vasiyeti var mı; bilemiyorum. Ülfet Hanım karar verecektir, belki bir köy okuluna gönderilir ya da bir müze olabilir.

 

Mektuplarını size bıraktığını duyduk, doğru mu?

 

Doğru, cezaevi mektupları bende. Çok değerli kayıtlar var; önümüzdeki günlerde kitaplaştıracağız.

 

Çok sevdiği eşi Handan Hanım’a yazdığı mektup

 O mektuplarda yer alan ve İlhan Selçuk’u resmeden, hiç değilse birkaç satırı paylaşır mısınız?

11 Nisan 1971

Handan,

Garp cephesinde yeni bir şey yok. Eskisi gibi düzen ve sıhhatle yaşıyoruz. Hamama giren terler, bu yolun cilveleri bunlar…

Çok iyiyim. Sağlığım düzeldi.

Yemek vesaire yollayacaksan, daima 13 kişi olduğumuzu düşün!

Bu hikâye uzun sürelidir veya kısa olur, sonuç bizimdir.

Gözlerinden öperim.

Arkadaşların hepsine sevgiler, teker teker isim saymak uzun sürer.

İlhan

 

‘Cumhuriyet’in öyküsünü yazmaya başlamıştı’

 

Kişisel bir soru; İlhan Selçuk’un önemli kavşaklarına tanıklık ettiniz. Sizce İlhan Selçuk geride neden bir “anı kitabı” bırakmadı?

Aslında istiyordu, Cumhuriyet’in öyküsünü yazmak için çalışmaya başlamıştı. Ama Ergenekon süreci tüm planlarını alt üst etti. Birkaç yıl önce, gazeteye geldiğimde masamın üzerinde içi fotoğraflarla dolu olan zarflar buldum. “Resimlerim, tüm görsel malzemelerim burada. Sen de kalsın, sen ne yapacağını bilirsin” dedi. Sonra da bir Bektaşi fıkrası anlattı: “Bektaşi dedesi bir köyden geçerken, köylülere ‘Ne yapıyorsunuz?’ diye seslenmiş. Köylüler de ‘Üzümleri topladık, şıra kaynatıyoruz, pestil yapacağız’ demiş. Dede, ‘Yazık, günah, fıçılara doldurup kaldırın’ deyince bu kez köylüler sormuş, ‘Ya sonra ne olacak?’ Dede cevaplamış; ‘Allah ne yapacağını bilir.’”