Türkiye'de adil ve özgür seçimler olabilecek mi? Seçim hilesi olası mı? Bunun sonuçları ne olur? Alman hükümetinin görüşü ne? Alman siyasetçiler, "dönüm noktası" dedikleri Türkiye seçimlerini DW Türkçe'ye değerlendirdi.
Türkiye'de 14 Mayıs'ta yapılacak seçimler öncesinde gelişmeler Berlin'de de yakından izleniyor.
Sosyal Demokrat Partili (SPD) Olaf Scholz başbakanlığındaki hükümet, seçimler öncesindeki anti-demokratik adımlar nedeniyle Türkiye'de adil ve özgür bir seçim ortamından söz etmenin güç olduğu görüşünde. Ancak hükümet, oyların sayımında "ciddi boyutta manipülasyon" beklemiyor.
Alman hükümeti, Türkiye'deki seçim sürecine ilişkin gözlem ve değerlendirmelerini geçen hafta Federal Meclis İnsan Hakları ve İnsani Yardım Komisyonu'nda yapılan oturumda milletvekilleriyle paylaştı.
Alman Federal Meclisi'nin internet sitesinde yer alan bilgilere göre, Alman hükümeti Türkiye seçimlerindeki oy sayımlarında "ciddi boyutta manipülasyon" yaşanmayacağı kanısında. Bununla birlikte medyaya, muhalefete ve sivil topluma artan baskılar ve HDP hakkındaki kapatma davasına dikkat çeken hükümet yetkilileri, bu koşullarda yapılacak seçimlerin, özgür ve adil olarak nitelendirilmesinin güç olacağını düşünüyor.
Geçen yıl yürürlüğe giren "dezenformasyon" yasasının gazetecileri üç yıla kadar hapis cezası tehdidiyle karşı karşıya bıraktığına dikkat çeken hükümet yetkilileri, bunun özellikle seçim süreciyle ilgili kaygıları arttırdığına vurgu yapıyor.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM), Türkiye seçimlerini bugüne kadar oluşturulan en büyük seçim gözlem heyetlerinden biriyle izlemeye hazırlanıyor.
Bu heyetin başkanlığını da SPD'nin İnsan Hakları Sözcüsü Frank Schwabe üstlendi.
AKPM'nin üyesi olan Türkiye, Osman Kavala davasında AİHM kararını yerine getirmediği gerekçesiyle denetim sürecine alınmıştı.
DW Türkçe'nin sorularını yanıtlayan Schwabe, "Denetim sürecinde olan tüm ülkelerde Avrupa Konseyi seçimleri gözlemler. Bu sefer oluşturulan heyet, Avrupa Konseyi'nin en büyük seçim izleme misyonlarından biri olacak. Bu da Türkiye'deki seçimlerin öneminin altını çiziyor. 40 kişilik bir heyet oluşturuldu ve ben de bu heyete başkanlık edeceğim" dedi.
Seçim gününü, ikişer kişilik ekipler halinde toplam 20 ekiple gözlemleyeceklerini anlatan Schwabe, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı'nın (AGİT) da bir seçim gözlem heyeti göndereceğini, bu heyetle yakın koordinasyon içinde olacaklarını, seçimlerden bir gün sonra da ortak bir basın toplantısı düzenleyeceklerini aktardı.
Seçimlerden yaklaşık bir ay önce, Nisan ayında, 'seçim öncesi misyon' olarak adlandırılabilecek bir çalışma ziyareti için Türkiye'ye seyahat edeceği bilgisini paylaşan Schwabe, şu bilgileri verdi:
"Bir yandan seçim günü, fiili seçim sürecini, ama aynı zamanda, genel olarak ülke genelindeki tüm seçim ortamını gözlemleyip değerlendireceğiz. Yani, seçim gününün yanı sıra genel olarak demokrasi ve hukukun üstünlüğünün genel durumunu, basının ne kadar özgürce çalışabildiğini, muhalefetin eşit fırsatlara sahip olup olmadığını gözlemleyeceğiz. Tüm bunlar, önceden AGİT/ODIHR tarafından uzun dönemli gözlemci olarak adlandırılan kişiler tarafından aylarca incelenmekte ve biz öncelikle onların bulgularını kullanacağız."
Türkiye'deki seçimlerin demokratik, adil ve özgür bir ortamda gerçekleşemeyeceği hakkındaki endişeleri de değerlendiren Schwabe, son gelişmelerin olumsuz bir tablo çizdiğine işaret etti.
Sosyal Demokrat milletvekili, "Türkiye, diğer tüm ülkeler gibi, seçimlerin demokratik bir ortamda gerçekleşmesini sağlamak zorunda. Ancak denetim raporları, insan hakları komiserinin raporları ve AİHM kararları ne yazık ki Türkiye'de böyle bir ortamın olmadığını ortaya koyuyor" dedi.
TBMM'deki en büyük üçüncü parti olan HDP hakkındaki kapatma davasının sorunlara bir örnek teşkil ettiğine dikkat çeken Schwabe, yine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun yargılanmakta olduğunu hatırlattı, ayrıca Avrupa Konseyi'ne göre Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala'nın halen hukuka aykırı olarak cezaevinde tutulduklarına işaret etti.
Schwabe, seçimlerin ne ölçüde adil ve şeffaf olacağı konusunda bir değerlendirme yaparken bir yanda seçimler öncesinde demokratik bir tartışma ortamının bulunup bulunmadığını, adil bir yarış olup olmadığını, diğer yandan da seçim günü oy verme ve sayım gibi işlemleri izleyeceklerini anlattı.
SPD'li siyasetçi, "Seçimleri değerlendirirken bir seçimin gerçekleştirdiği genel ortam ile seçim günündeki fiili süreci birbirinden ayırmak gerekir. Örneğin seçim günü hile yapılıp yapılmadığı gibi. Elbette, seçim gününde her şeyin düzgün işleyip işlemediğini bugünden değerlendiremem. Ancak şunu söyleyebilirim, Türkiye demokratik seçim standartlarına uyma konusunda çok deneyimli bir ülke ve çok çoğulcu bir yapıya sahip. Hem partiler hem de sivil toplum, seçim gününde güçlü bir denetim sağlıyorlar" görüşünü de aktardı.
Seçim ortamının adil ve özgür olup olmadığı konusunda ise AKPM raporlarının birer kılavuz niteliğinde olduğunu, bugüne kadar hazırlanan raporlarda pek çok eleştirinin ifade edildiğini hatırlatan Schwabe, şunları söyledi:
"Türkiye'de siyasi tutuklular var. Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş bunun örnekleri. Türkiye, AİHM'in kesinleşmiş kararlarını bugüne kadar uygulamadı. Zaten bu nedenle Avrupa Konseyi'nde Türkiye hakkında denetim süreci başlatıldı. Tüm bunlar AKPM'nin denetim raporunda yer alıyor. Seçim ortamının değerlendirmesi bakımından bu rapor bir kılavuz niteliği taşıyor."
Avrupa Konseyi'ne üye her ülkenin Türkiye'de demokratik kurallara uyulması beklentisine sahip olması gerektiğini kaydeden Schwabe, "Her hükümeti buna göre değerlendiriyoruz" dedi.
Ana muhalefetteki Hristiyan Birlik partilerinde de (CDU/CSU) gözler Türkiye siyasetinde yaşanan gelişmelerde.
DW Türkçe'nin sorularını yanıtlayan CDU/CSU'nun İnsan Hakları Sözcüsü Michael Brand, neden Türkiye seçimlerine önem verdiklerini anlattı.
"Ne yazık ki Cumhurbaşkanı Erdoğan yönetimindeki sistem, binlerce insanı masum bir şekilde hapse atan, demokrasiye karşı sistematik bir şekilde saldıran ve yolsuzluğun alabildiğine yaygınlaştığı, çok otoriter bir hale dönüştü” diyen Brand, Erdoğan liderliğinde Türkiye'nin, NATO için de güvenilir bir partner olmadığını söyledi.
Erdoğan yönetimini, Ukrayna'ya karşı Rusya ile birlikte hareket etmeye çalışmak, AB ve NATO üyelerine karşı, saldırgan bir politika izlemekle eleştiren Brand, AKP iktidarının Türkiye'nin dünyadaki imajına büyük zarar verdiğine işaret etti.
Brand, "Cumhurbaşkanı Erdoğan, tarihi başarılara imza atmış, Türk halkına ve Türkiye'nin müttefiklerine büyük katkı sağlamış, Kemal Atatürk'ün çağdaş ve tarihi Türkiyesinin tam aksini temsil ediyor" değerlendirmesini aktardı.
Scholz hükümetinin Türkiye'de adil bir ortamda seçimlere gidilmediği, ancak ciddi bir manipülasyon beklenmediği tespitini de değerlendiren Brand, bunun aslında diplomatik ifadelerle bir uyarı olarak da okunabileceğine işaret etti.
Alman hükümetinin "Erdoğan'ın veya hükümet üyelerinin zaman zaman gösterdikleri histerik tepkilerini ön almak için itidalli davranmaya özen gösterdiğini" söyleyen Brand, şöyle devam etti:
"Dolaysıyla seçimlere ilişkin değerlendirmesi bir öngörü değil, aynı zamanda uyarı niteliği de taşıyan, bir beklentinin ifadesidir. Çünkü ülkemizin tarihi dostu olan Türkiye'ye dikkatle bakan herkes, görevdeki cumhurbaşkanının hem Türkiye'ye hem de Türkiye'nin Avrupa ile ilişkilerine zarar verdiğini biliyor."
Türkiye'deki gelişmeleri uzun yıllardır yakından izleyen deneyimli bir siyasetçi olan Brand, seçimlerde manipülasyon yapılması, demokratik sonuçların kabul edilmemesi durumunda, Almanya ve AB'nin buna kayıtsız kalamayacağını da vurguladı.
Brand, "Erdoğan'ın yolsuzluklar ve çok sayıda hukuk ihlaliyle anılan sisteminin, olası soruşturmalardan kendisini korumak için, seçim yenilgisine rağmen iktidarda kalmak için her şeyi yapacağını kimse gözardı etmiyor. Eğer seçimlere hile karıştırılırsa, Almanya ve AB, tabii kendilerini bu rejimin suç ortağı ve Türk halkının düşmanı haline getirmek istemiyorlarsa, yaptırımlardan kaçınamayacaklardır" dedi.
Alman milletvekili, "Tutumumuz açık ve net olmalıdır: Almanya başka ülkelerin demokratik kararlarına saygı duyar, ancak yozlaşmış rejimlerin demokrasi ve insan haklarına savaş açmasına kayıtsız kalmaz" şeklinde konuştu.
Alman Federal Meclisi'ndeki toplantıda, bazı milletvekillerinin Erdoğan hükümetinin ağır insan hakları ihlallerinin Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne taşınmasını da gündeme getirdikleri belirtiliyor.
CDU'lu Michael Brand, bu konuda görüşlerini aktarırken insanlığa karşı suç işleyenlerin, bunun yanlarına kalmayacağını bilmeleri gerektiğini söyledi ve şöyle devam etti:
"Konu hakkındaki bilgim ve Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne yaptığım ziyaretler bağlamında şunu söyleyebilirim: Kendi ülkelerinde insanlığa karşı işlenen suçlar da devlet başkanlarının mahkumiyetine yol açabilir. Vladimir Putin, bu kişilerin sadece son örneği. Geçmişte, bu tür suçları işleyen iktidar sahipleri, güvende olduklarını düşündüler, ancak kendilerini sanık sandalyesinde buldular."
Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin siyasi değil adli bir kurum olduğu için her bir davanın dikkatle incelenmesi gerekeceğini aktaran Brand, "Yargının siyasallaşması, her zaman felakete yol açar, tıpkı Erdoğan örneğinde de üzülerek gördüğümüz gibi" diye konuştu.
Alman siyasetçi, Türkiye seçimlerinde olası seçim hilelerinin önlenmesi ve ifşasında, Türkiye'deki Türk halkına ve diasporaya, örneğin Almanyadakilere, büyük bir sorumluluk düştüğünü de sözlerine ekledi.
CDU'lu siyasetçi, hem Almanya hem de Türkiye'deki seçim sandıklarında gözlemci, müşahit ve sandık görevlisi olarak sorumluluk üstlenilmesi gerektiğini vurgularken, hilenin sosyal medya ve diğer kanallar üzerinden paylaşılması, duyurulması gerektiğini kaydetti.