Demokrat Yargıçlar Hareketi üyesi hakimler Orhan Gazi Ertekin, Faruk Özsu, Kemal Şahin, Muzaffer Şakar ve Uğur Yiğit’in kaleme aldığı “Türkiye’de Yargı Yoktur” başlıklı kitabın genişletilmiş ikinci baskısı yayımlandı.
Kitabın basıldığı Tekin Yayınevi’nin hazırladığı tanıtım yazısı şöyle:
“Yargıda neler oluyor? Yargıda dün yaşanan neydi? Yargı, yargıya mı bırakılmalı?” sorularına; “…Türk yargısının asıl problemi, ilkel bir yargı kültürüne sahip olmasıdır... Bu yapıyı aynen -hatta eskiye rahmet okutarak- sürdüren ise mevcut siyasi aktörler değil, yargı bürokrasisidir. O nedenle de yapılacak olan, -sanıldığının aksine- siyaseti kovup yargıyı yargıçların eline teslim etmek değil, ‘tüm çeşitliliğiyle’ siyaseti davet edip, yargıyı politik tekel haline gelmiş olan kurum içi iktidarın elinden almak ve politik çoğulculuğun yolunu açmaktır. Ezcümle; “Demokrat Yargıçlar Hareketi”nin altı yıldır yaptığı esas çağrıları güncelliğini koruyor hâlâ: ‘Bütün iktidar halka… Yargı dahil!’” diye cevap vermektedir.
Türk yargısında yaşanan Cemaatçi-AKP’li veya ulusalcı tartışmalarını ise psikolojik ve sosyolojik boyutlarıyla inceleyerek; “Türk yargısı, taşranın kültürel ve davranış kodlarına hapsolmuş, güce tapan, toplum ve birey düşmanı, antientelektüel, ortalamacı, ahlakçı, asosyal bir cemaattir” demektedir.
İddianamelere boğulduğumuz son 7 yılda, kimin terörist kimin sade yurttaş olduğunun gölgelendiği ve TMK’nın adeta sopa olarak gösterildiği şu günlerde ise;“…Oysa, hukuk, yurttaşların ‘ne’ oldukları ile ilgilenemez. Modern ceza hukuku, ‘olmak’la değil ‘yapıp etmekle’, ‘fiillerle’ ilgilenir. İnsanların ‘ne’ olduklarını sorguladığınızda, toplumu sadece iddianamelerle yönetmeye başlarsınız. Türkiye’de bugün bir yandan TMK mevzuatı ve diğer yandan da yargı ve medya yorumu ile yaratılan ‘terör hukuku’, modern ceza hukukunun tüm temel ilkelerini ihlal ediyor ve bu durum sadece hukuksal bir yorum hatasından değil, aynı zamanda demokrasi ve siyaset konusundaki skandal bir algıdan kaynaklanıyor.”
“…Buna göre, teröristler olarak tasnif edilenler, birer hak ve hukuk öznesi olarak değil, haklarından arındırılmış çıplak birer şiddet nesnesi olarak görülmüşlerdir. Kendisine suç isnat edilen ‘yurttaşlara’ tanınan haklar, örneğin bir ceza davasında tüm delilleri görme, lehinde ve aleyhin deki tüm şahitlerle yüzleşme hakları sınırlandırılmıştır. Kendi masumiyetini soruşturma gücü karşısında, eşitlikle savunma haklarının hiçbiri ‘terörist’lere tanınmaz. Kendi yargılamasının bir öznesi değil, sadece nesnesidir. Böylece, hukuk devleti, çifte bir geçerliliğe tabi tutulur. Fakat burada, çok daha önemli bir sorunu görmek gerekir. Eğer, hukuk devletinin temel ilkeleri ve tarif ettiği hak ve özgürlükler ikili bir rejime tabi tutuluyor ise, bu durumda ‘yurttaşlar’ ile ‘teröristler’ arasındaki hukuksal sınırın nasıl belirleneceği sorusu çok önemli bir hale gelir. Peki kim yurttaştır, kim teröristtir?”sorusunu soran ve buna dair tahlillerde bulunan bir çalışmadır…
Bugün yargının problemlerini bir kez daha çözme iddiası ile iktidarın yarattığı algıya; “…Türkiye’deki iktidar geleneği üzerinden söylersek, ‘yargı sorunu’ bir kez daha bastırılarak, temelindeki demokratik sorunlar yok sayılarak çözüldü. Gerçek bir çözüm ise halkın geniş kesimlerini bir araya getirecek bir demokratik uzlaşma siyasetinde yatıyor. Bu gerçeğin farkında olan bizler Demokrat Yargıçlar Hareketi olarak, başta Yargı Kurulu ile yüksek yargı kurumları olmak üzere tüm yargının dindar-ateist, Alevi-Sünni, müslim-gayrimüslim, Kemalist-muhafazakâr, erkek-kadın ayrımı gözetmeksizin tümüne ait olması yolunda mücadelemizi devam ettireceğiz. Halil Cibran’ın şu sözü bizim için öğreticidir: ‘Zalim zulmünü işletirken ak-ellilerin elleri temiz olamaz’” yanıtını vermektedir…
“Türkiye’de Yargı Yoktur” kitabını kaleme alan beş hakim, kitabın sonunda meslektaşlarına şöyle sesleniyor:
“…Sıraları birlikte doldurduğun, her gün yüzyüze baktığın meslektaşların, yerlerde sürüklenerek gözaltına alındı, adliyeler eylem yeri değildir, dedin. Kime söylüyorum ki, emri sen vermiştin zaten değil mi?
…Ne hukuku tanıdın, ne temel insan haklarını, bir genelge, bir yönetmelik en kıymetli hazinendi senin. Binlerce insan faili meçhul cinayetlerde öldürüldü. Ne bir soruşturma yürüttün hakkıyla, ne de sigaya çektin kimseyi. Bir kez olsun hatırlatmadın varlığını. Mağdurlar, mazlumlar, sana katilleri gösteriyor, cümle varlık karşında birer delil olarak duruyordu. Oysa sen cesetlerin bulunduğu yerde aradın failleri yıllarca.
…Müebbet cezası verdiğin katilin, kahraman gibi karşılanmasına hayret ettin ama tanıklar neden yalan söylüyor diye hiç merak etmedin, adliyeler ötekini süründürme mekânı oldu, insanlar çok şükür adliyeye düşmedik demeye başladı, neden böyle diye düşünmedin. Bu olanların çok azı senin suçun belki de ama kabahatin en büyüğü de senin, çünkü zorunlu olarak bir parçası haline getirildiğin bu işleyişe karşı bir tek eylemde bulunmadın, bırak susmayı statükonun en büyük destekçisi oldun.”