Başbakan Yardımcısı ve AKP Sözcüsü Beşir Atalay, Türkiye’de fakirlik tanımının değiştiğini belirterek, “fakirlik tanımı eski tanım değil. Fakirlik-zenginlik kriterleri değişti. Eğer fakirlik varsa bugünün fakiri hayatın pek çok noktasında artık çok imkânı yakalamış ama daha ileri zenginlerden eksik olandır. Çok iyi bir evi, arabası olmayandır belki ama günlük beslenmede vesaire Türkiye artık o yoksulluğu yaşamıyor” dedi.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaptığı kamuoyu araştırmasıyla tepki çeken Konda Araştırma Şirketi’ne çok güvendiğini belirten Atalay, “Yüzde 50 bandında en yükseğe Cumhurbaşkanlığı'nda yüzde 52 ile çıktık. Yerel yönetimlerde biraz aşağı düştük ama şimdi halen yüzde 50 bandındayız. Haziran 2011 genel seçiminden bu yana her ay araştırmamızda biz aşağı yukarı o çerçevede olduk. Bunu farklı araştırmalarla test ederim. (O sırada masasındaki bir dosyayı kaldırıp kapağını gösteriyor. Elindeki KONDA'nın aylık çalışması.) Ben bu arkadaşlara da çok güvenirim” diye konuştu.
Çözüm süreci hakkında konuşan Beşir Atalay, “Eğer bugün üçüncü göz olacaksa Akil İnsanlar'ın içinden olur diye düşünüyorum. Görüşme heyetine kimlerin ekleneceği de o kadar işin özüyle ilgili bir şey değil. Daha önce de eklenen, çıkanlar oldu” dedi.
Hürriyet gazetesinden Cansu Çamlıbel’e konuşan Beşir Atalay, AKP hükümetinin 12 yıllık iktidar dönemini değerlendirdi. Çamlıbel’in “Beşir Atalay: Bugünün fakiri artık pek çok imkân yakalıyor” başlığıyla yayımlanan (24 Kasım 2014) söyleşisi şöyle:
Çözüm süreci yakın zamana kadar ona emanetti. Yeni dönemde partisinin en iddialı olduğu alanlarından birinin direksiyonunda, AK Parti'nin Tanıtım ve Medyada Genel Başkan Yardımcılığını yürütüyor. Aynı zamanda da parti sözcüsü. Genel Merkez'deki buluşmamızda içinden 5 hükümet çıkaran AK Parti'nin 12 yıllık iktidar performansını samimiyetle analiz etti. Son dönemin partisi açısından en stresli konularına ve siyasetin dikenli alanlarına girmekten kaçınmadı. AK Parti içinden tüyolar da verdi. Hatta 'Kendi içimizdeki çıkardığımız analizlerin yanında bazen basında yazılanlar hafif kalır' bile dedi. Çözüm sürecinin gidişatı için ise ‘aynı özde yürüyor, çok rahatım’ değerlendirmesi yaptı.
Son dönemde partinizde 'Yeni Türkiye' kavramı çok popüler. Yeni Türkiye, Ak Parti'nin 12 yıllık yolculuğunun hangi evresi?
Son zamanlarda Yeni Türkiye kavramı fazla kullanılıyor partimizin kongrelerinde, değişik mekanizmalarında. Bizim de o kavramları daha iyi anlama, içini doldurma ve vatandaşa daha iyi anlatma konusunda kaygılarımız oluyor. Yeni Türkiye dediğimiz aslında 3 Kasım 2002'de başlamış bir süreçtir. Bu yılın falan getirdiği bir değerlendirme değildir. Yeni Türkiye 2002'den itibaren ilk kararı OHAL'i kaldırmak olan bir hükümetin çalışmasıdır. AK Parti dönemi Yeni Türkiye'dir, ondan öncesi eski Türkiye. Tabii eski Türkiye'nin içinde 10 yıllık Demokrat Parti hareketi var, çok değerlidir. Özal dönemi kendine has pek çok açılımı getirmiştir. Ama AK Parti dönemi daha bütünlükçü, daha istikrarlı, daha uzun.
Bu 12 yılın ana karakterini nasıl özetlersiniz?
12 yılda 3 ana unsur öne çıktı. Birincisi siyasetin üzerindeki vesayet mekanizmalarının giderilmesi. İkincisi özgürlükler. Halen sorunları tamamen gidermiş değiliz. Türkiye'de her vatandaş kesiminin devletle sorunları vardı, onları giderme ve herkesi devletle güven ilişkisi içine getirme bunun bir boyutudur. Üçüncü ayak da ekonomidir, hayat standardının yükselmesidir. Ülkemizde gelir dağılımı açısından hâlâ eşitsizlikler var tabii. Ama bir yandan da fakirlik tanımı eski tanım değil. Fakirlik-zenginlik kriterleri değişti. Eğer fakirlik varsa bugünün fakiri hayatın pek çok noktasında artık çok imkânı yakalamış ama daha ileri zenginlerden eksik olandır. Çok iyi bir evi, arabası olmayandır belki ama günlük beslenmede vesaire Türkiye artık o yoksulluğu yaşamıyor.
Son dönemdeki iş kazaları ve maden facialarıyla AK Parti döneminin hızlı kalkınma hedefi arasında bir ilişki yok mu sizce? Üretim hızına ve betona ağırlık veren, insan ve çevre boyutunu hesaba katmayan bir kalkınma modeli geliştirdiğiniz yönündeki eleştiriye ne yanıt verirsiniz?
Genel manada böyle bir nitelemeye katılmam, çünkü AK Parti'nin omurgasını oluşturan 3 çalışmanın göbeğinde de toplum ve insan var. Ama maden ocaklarındaki kazalar ve hayatların kaybedilmesi hepimiz için üzerine çok gidilmesi gereken konular. Şu anda da gidiliyor. Oralarda zaaflar varsa üzerine gidilecek. Yapılması gerekenlerin bir kısmı gecikmiş olabilir. Çalışma hayatı ve iş güvenliği açısından Türkiye'de hâlâ çok fazla sorun olduğu hepimizin gözümüzün önünde. Parti olarak da biz bu konuda çok fazla görüşlerimizi ifade ediyoruz.
Geçen hafta İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Topçu Kışlası'nın referanduma götürülmesinin gündemde olduğuna dair bir açıklama yaptı. Kapandı diye düşündüğümüz bir konu neden şimdi tekrar gündeme geliyor? Seçim öncesinde hükümet kutuplaştırma üzerinden oy devşirme hesabına girdi diye düşünenler var.
Doğrusu son günlerde oradaki gelişmeyi noktasal olarak çok takip ettim diyemem. Ama genel manada son söylediğinizi, AK Parti'den kutuplaştırma beklentisini çok doğru bir değerlendirme olarak görmem.
Böyle bir algı var ama. Neden sizce?
Yaygın algı olduğunu sanmıyorum. Biz vatandaşın nabzını çok iyi tutan bir partiyiz. Elimizde sağlam kamuoyu yoklamaları var. Her ay bizim iyi bir araştırmamız olur, sonuncusu da daha yeni çıktı. Gezi ve benzeri şeyleri, AK Parti'nin kutuplaştırma politikası vesaireden ziyade AK Parti politikalarına karşı biraz da daha dışarıyla irtibatlı yeni toplumsal hareketler olarak yorumluyorum. Ben 'Gezi'yi de, 'Aralık' meselelerini de öyle yorumluyorum. Bunların hiçbiri tesadüfi değil. Gezi'yi biz çok iyi analiz ettik. Bazı devlet kurumlarının hataları da olabilir, ilk günlerde güvenlik birimlerinin yaptığı hatalar zaten kamuoyuna yansıdı. Ama bir iktidar partisi daima istikrar ister, gerginlik istemez. Muhalefet daha fazla istikrarsızlık ister, gerginlik olsun, iktidar yıpransın ister. Siyaset biliminin de genel kuralıdır, istikrarın bozulması daima iktidarların aleyhine olur.
Kutuplaştırma meselesine bakışınız nedir?
Eğer kutuplaşmadan falan medet uman bir siyaset varsa, bu çok yanlış bir siyasettir. Bu çok risklidir. Hem çok kötü bir siyasettir hem de kendi dar siyasi geleceğini düşünürken ülkeye çok büyük tahribatlar verir. Dikkat ederseniz biz Türkiye'nin en temel sorunları üzerine gitmeye çalışıyoruz. Hepsini çözdük diyemeyiz ama pek çok kronik gerginlik alanını da çözme çabasında olan bir hükümet var. Gerginlikleri tahrik etmekle, kutuplaştırmayla ilgili AK Parti'de bir nokta bulmanız zordur. 12 yıla baktığınızda bunu göremezsiniz. Ama bazılarının zihninde bu düşünceler her zaman olur.
Gezi sırasında 'Mesele ağaç değil' denildi. Ama Gezi'de aktif olan kesimler arasında yer alan ODTÜ'lü gençler daha geçen hafta kendi okul yönetimlerine de ağaç kestiği için tepki gösterdi. Çevre neden bir toplumsal hassasiyet alanı ya da sivil toplum hareketinin motivasyonu olamasın?
Olabilir. Bu tür samimi hassasiyetleri asla yadsımamak lazım. Hatta onlardan hiç rahatsız olmamak lazım. Kimi yerde çevre hassasiyetidir, kimi yerde hayvan haklarıdır. Bunların hepsi sivil toplum olarak dünyada her yerde var. Bizde de bunun bir yerlerde örneklerinin görülmesi tabidir. Bazı yerlerde aralarında güvenlikle sorunlar falan oluyordur, bunları çok büyütmemek lazım. Bu konularda çok rahat olmak lazım. Gençler eğer bütün etkilerden, kaygılardan arınarak çevre duyarlılığı ortaya koyuyorsa bu güzel bir şey, bunlardan rahatsız olmamak lazım. Ayrıca bugün artık karmaşık, her şeyin birbirinden daha fazla etkilendiği bir dünyayı yaşıyoruz. Bunların içinde iyi niyetli ve samimi analizler çok değerli, dışarıdan-içeriden herkesin bunu yapması lazım.
Siz parti içinde bu tür analizleri rahatlıkla yapabiliyor musunuz?
Şunu size büyük bir teminat olarak söyleyebilirim; AK Parti hareketi -parti olarak, hükümet olarak- her şeyin çok rahat konuşulduğu bir zemindir. Benim gibi insanlar dışarıda fazla konuşmaz. Ama herkes bilir ki kendi platformlarımızda çok konuşuruz. Lidere karşı konuşuruz, hükümete karşı da konuşuruz: Konuşmadığımız hiçbir konu yoktur. Bunları tahriklere kapılmadan rahat değerlendiririz. Kendi içimizdeki çıkardığımız analizlerin yanında bazen basında yazılanlar hafif kalır. Bazı olayları yaşarız ve bazen kendimiz onları çok canhıraş kendimiz de eleştiririz. Bunu yapmazsanız 12 yıl iktidarda kalamazsınız.
Biraz önce halkın hassasiyetlerini konuşurken yaptırdığınız son kamuoyu araştırmalarına atıfta bulundunuz. Şu anda partinizin oyu ne kadar?
Hep yüzde 50 bandındayız. Bazen bir puan aşağı iner, çıkar ama hep yüzde 50 bandındayız.
Artı eksi 5 mi alıyorsunuz?
Yok, artı-eksi beş almayız. Yüzde 50 bandında en yükseğe Cumhurbaşkanlığı'nda yüzde 52 ile çıktık. Yerel yönetimlerde biraz aşağı düştük ama şimdi halen yüzde 50 bandındayız. Haziran 2011 genel seçiminden bu yana her ay araştırmamızda biz aşağı yukarı o çerçevede olduk. Bunu farklı araştırmalarla test ederim. (O sırada masasındaki bir dosyayı kaldırıp kapağını gösteriyor. Elindeki KONDA'nın aylık çalışması.) Ben bu arkadaşlara da çok güvenirim.
Ama KONDA Cumhurbaşkanlığı tahmininde epey yanıldı.
Olabilir. Seçim dönemleri araştırma şirketlerinin sınavıdır, biraz zorluk da çekerler. KONDA'nın bu son (ekim) araştırmasında da bizimkilerde olduğu gibi yüzde 50 bandındayız.
Başbakan Davutoğlu'nun başdanışmanı Etyen Mahçupyan 'İslami kesimin en az yarısı yolsuzlukların olduğunu düşünüyor ve bundan rahatsız' diyor. Siz de katılır mısınız bu tespite?
O nasıl, nereden o veriyi aldı bilemiyorum. Kendisiyle de o manada bir temasım olmadı. Ama şunu söylemekte hiçbir beis yok; bizim AK Parti olarak, AK Parti'nin içinde bu önemli görevleri yürüten arkadaşlar olarak, hepimizin hassasiyeti budur. Eminim kitlemizin de en önemli hassasiyeti budur. Bizim '3Y' dediğimiz ana politikalarımızdan birisidir o. En hassas damarımızdır o bizim. Siyaset kurumunun en hassas noktasıdır. Biz bu konuda her zaman aynı tepkiyi veririz. Bir yerlerde varsa ve iddia ediliyorsa bunların üzerine tabii ki gidilir.
Yargı 17 Aralık için takipsizlik kararı verdi. Bakanlarla ilgili meclis soruşturması da türlü bahaneyle engelleniyor görüntüsü var. Şu ortamda nasıl üzerine gidilecek iddiaların?
Meclis soruşturması yürüyor şu anda, komisyon çalışıyor. Onun teknik boyutunu ben bilemem. Ama biz AK Parti mekanizmaları olarak, eminim bizi destekleyen bütün vatandaşlarımızın da en hassas olduğu nokta odur. O konuda hiçbir acımamız da olmaz. Zerre kadar kimsenin müsamahası olmaz. Bizim kendi duygularımız da bunlardır. Eğer orada zaaflar olursa zaten parti kaybeder. Vatandaştan destek azalır, bunu çok iyi biliyoruz.
Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül zorunlu olmamasına rağmen geçen hafta gidip 'kayıp trilyon' davasında ifade verdi.
E güzel bir şey. Çok iyi. Tabii Abdullah Bey'inki çok eskiden kalma bir konu. Zaten onun konumunda olan diğer arkadaşlar için takipsizlik kararı verildi. Abdullah Bey de tabii cumhurbaşkanı iken öbür arkadaşlar gibi ifade vermediği için gereksiz yer kaldı, uzadı. Onu bir anlamda temizlemiş olacak. İyi yaptı bana göre.
O davadakiler de iddiaydı, 17 Aralık'takiler de iddia. Bir siyasetçinin kendisinin o iddialardan aklanmak istemesi ülkemizde çok büyük bir erdem olarak yorumlanıyor. Oysa Batı'da mesela çok yaygın bir tavır, değil mi?
Şüphesiz. Olması gereken bu. Bu konularda bizler hepimiz aynı düşüncelerdeyiz. Çok sade hayatlar yaşarız bizler. Bu ilkeler bizim hayatımız kadar önemlidir. Bu büyük mekanizmalar içinde yanlışlar yapanlar varsa bunların yolu vardır. Bunların üzerine hem biz parti ve hükümet olarak gideriz. Hem yargısı vardır, Meclis'in kendi çalışma sistemleri vardır. İnşallah oralarda bütün bunlar hakkıyla irdelenir, dileğimiz odur.
Çözüm sürecinde Kürtlerin uzun zamandır istediği 'üçüncü göz' gündemde. Uzun süre mesai yaptığınız bir alan. Size göre izleme heyetinde kimler olur?
Tabii bunlar karar haline gelip hükümet tarafından açıklanmış şeyler değil, düşünceler. Daha çok HDP'den arkadaşların açıklamaları. Ama hakem konumunda bir üçüncü gözün olması genel olarak uluslararası çatışma çözümlerinde her yerde başvurulan bir yöntemdir. Biz bu konuda çok orijinal, Türkiye'ye has bir mekanizma olan Akil İnsanlar Heyeti'ni kurduk. O çok verimli oldu. Eğer bugün üçüncü göz olacaksa Akil İnsanlar'ın içinden olur diye düşünüyorum. Görüşme heyetine kimlerin ekleneceği de o kadar işin özüyle ilgili bir şey değil. Daha önce de eklenen, çıkanlar oldu.
Belki de görüşmelerin içeriğine ilişkin detayları çok bilmediğimizden şekle yönelik gelişmeler hep gündem oluyor.
Bilmediğiniz ne var?
Nevruz'da Öcalan silah bırakma çağrısı yapacak deniyor. Kürtler bunu neyin karşılığında yapacak bilmiyoruz mesela.
Bilmiyoruz derken bazen 'var da açıklanmıyor' gibi imalar oluyor. Bunu muhalefet de yapıyor. Bizim yeni çıkardığımız yasa çözüm sürecinin adeta anayasasıdır. Orada ne yapılacağı bellidir. Meclis'ten yüzde 80 destekle çıktı, CHP de destek verdi ona. Bunun muhalefetle işbirliğinin arttırılmasına vesile olacağını da düşünüyorum. O yasa der ki; süreç kamuoyunda şeffaf olarak yürütülecek. Kamuoyunda paylaşırsanız süreç o kadar sağlam ilerler. Bugüne kadar öyle oldu. Bilinmezlerle, kapalı kapılar ardında yürürse zayıftır. Çözüm sürecinin 2009'dan beri çok açık bir hedefi var; şiddetin bitirilmesi ve demokratik siyasetle Türkiye'nin sorunlarının tartışılması. Dışarı çıkma, silah bırakılması, örgüt mensuplarının eve dönüşünün sağlanması bunlar işte. Siz 'Bilmiyoruz' diyorsunuz. Başka ne olabilir bunlar?
Detaylar, zamanlama hep önemli elbette. Mesela, silah bırakmalarından sonra mı müzakere başlayacak?
Bir yol haritası var. Zaten bunlar karşılıklı görüşmelerle oluyor. Yol haritasında kimin ne zaman ne yapacağı belli. Zaten hükümet açıklıyor. İlk önce alanda güvenliği sarsan, yasadışı hiçbir şey olmayacak. Oradan başlıyor, ondan sonrası bildiğimiz şeyler. Devlet büyük bakıyor. Bu sorunların kaynağı olan muhatap birileri var, onlarla da görüşüyor. AK Parti döneminde bir paradigma değişikliği oldu. 90'lı yıllarda farklı politikalar uygulanmış, biz burada farklı bir yaklaşım getirdik.
Daha önce de devlet için Öcalan sorunun kaynağı olan muhataptı. Oysa sizin 'Süreçten Sorumlu Başbakan Yardımcısı' iken kullandığınız 'Öcalan Kürtlerin lideridir' ifadesi sanırım asıl paradigma değişikliği.
Onu da ben dile getirmedim. O yanlış. O kapalı bir toplantıdan alınma bir şey. İki gazetede çıktı o zaman (Cumhuriyet ve Ortadoğu). Ertesi gün tekzip ettim. Dışişleri Bakanlığı'nın yıllık büyükelçiler buluşmasında bir konuşma yaptım, basına kapalıdır o konuşma. Oradaki konuşmanın içinde birileri 'Kürtlerin lideridir' lafını almış güya. Böyle bir şey söylemedim ben. Ama hükümetin yaptığı da o dediğinizin farklı bir nüansıdır bu. Devletin kurumları muhatap olarak gidip İmralı'da görüşüyor. O mektup yazıyor. Bunları tabii çok önemli görmek gerekiyor.
Çözüm sürecinin gidişatıyla ilgili içiniz rahat mı? 2009'dan beri bütün aşamaların içinde olan bir isim olarak 'Süreç emin ellerde' diyebiliyor musunuz?
Çok rahatım. Ben şu anda hükümetin attığı adımları doğrusu çok verimli görüyorum ve onaylıyorum. Neticede burada değişen bir şey yok. AK Parti'nin kendi başlattığı bir projedir ve devam ediyor. Bunun patenti AK Parti'ye, hükümete, hepimize ait. Aynı özde yürüyor, hedef aynı. Bugün yavaşlar, yarın hızlanır. Ana perspektif çok doğru.
CHP'nin de sürecin bir parçası olması teklifine nasıl bakıyorsunuz?
Ben çok istiyorum. Muhalefeti katmak lazım. 'Biz bilmiyoruz ne oluyor' gibi cümleler çok kullanılıyor. Gelip içine katılsınlar, görsünler.
Muhalefet derken sadece CHP'yi mi kastediyorsunuz, yoksa MHP de katılabilir mi?
MHP'yi katmak zor oluyor. MHP'nin ana siyaset konusu bu. Diyalog kuramıyorsunuz, zaten görüşme de kabul etmiyor. Ama CHP'nin içinde farklı nüanslar var. Yasayı çıkarırken grup başkan vekilleri geldi, görüştük. Biraz değişiklik istediler, olur dedim. Ve destek verdiler. Bu işe destek vermeyi arzu ediyorlar. Onlarla da paylaşılması lazım. Esasen dünya örneklerinde muhalefet bunları iç siyaset gündemi yapmaz. Tony Blair'in hatıratlarını okuduysanız hatırlarsınız. Türkiye'de de bunun olması lazım.
Sürecin en kritik noktası nedir?
HDP'ye çok iş düşüyor. Geçmişten yaşadığım bazı şeylere bakarak şunu söyleyebilirim; bazen kendilerini örgüt yerine koyuyorlar. Ha yani çok mu farklı? Düşünceleri, nihai hedeflerinde ortaklıklar olabilir ama HDP bir siyasi parti. HDP ismini almadan daha önce başka partilerde önde gelen isimler şöyle derlerdi; 'Bizi iyi değerlendirmiyorsunuz, biz aracılık, danışmanlık yapabiliriz'. Onlar o konumda devam etseler sorunun çözümüne çok destek verirler. Ama Kobani sonrası olduğu gibi örgütten fazla örgütçü olarak bu sorunları çözemezsiniz. Bir miktar şu da olmuştur. Bu çözüm sürecine canı gönülden katılmayan bazı kurumların değişik kademelerindeki insanların yeterli müdahale göstermemesi olmuş olabilir. Onu önemli görüyorum, çünkü halen çözüm süreci yürürken de daha fazla insan öldürerek bu sorunların çözüleceğini sananlar bu ülkede hep olmuştur.
Askeri mi kastediyorsunuz?
Kimseyi kastetmiyorum. Geçmişten beri bu devlet kademelerinde, her kesimin içinde olmuştur. Terörle silahlı mücadele tabii bir yöntemdir. Ama biz mümkün olduğunca can kaybı olmadan, konuşarak yapalım dedik, huzurlu bir toplum için böyle bir yöntemi seçtik. Ama çözüm süreci asla güvenlik zaafı değildir. Şu sırada da hükümetin bölgedeki güvenliği ve kamu düzenini en öne almasını çok yerinde buluyorum.
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, MİT'in içinde özel bir birimin partisine operasyon için görevlendirildiğini iddia ediyor.
Onu neye göre, hangi gerekçelerle söylüyor bilemiyorum. Yalnız bildiğim bir şey var. Sayın Kılıçdaroğlu'nun siyaset tarzını biliyorum. Çok da iyi hazırlanmamış dosyaların üzerine atlayarak genel başkanlığa doğru gitti. Genel başkan olduktan sonra da önüne somutlaşmamış, sonra kendisini zor durumda bırakacak iddialar getiriliyor. O da sorgulamadan üzerine atlıyor. Bugüne kadar hepsi de geri tepti. Ben bir siyasetçi olarak CHP'nin Kılıçdaroğlu dönemini önemli görüyorum. CHP ilk defa bazı değişimler geçiriyor. Statik CHP'yi farklı yönlerde esnetti. O iyi. Bizim çözüm süreci yasası çıkarken CHP destek verdi. Meclis'te öyle bir yardımlaşmamız oldu. Ben bunları önemli görüyorum. Ama Kılıçdaroğlu'nun bu tür iddialarının sonu sonra hep boş çıkıyor. O iyi bir şey değil.