Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın İstiklal Marşı açıklaması yeni bir tartışmaya neden oldu. Erdoğan'ın, "En büyük üzüntüm İstiklal Marşı’mızın hakiki manasını yüreklere nakşedecek bir bestenin yapılamamış olmasıdır" sözlerine besteci Erol Sayan, şiirin bestelenmeye uygun olmadığını belirtirken "Mehmet Akif konuşurken bile aruzla konuşurdu. Uğraşılırsa yapılabilir ama ben tekrar yapılması taraftarı değilim" dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İstiklal Marşı’nın kabul yıl dönümünde yaptığı açıklamadaki, “En büyük üzüntüm İstiklal Marşı’mızın hakiki manasını yüreklere nakşedecek bir bestenin yapılamamış olmasıdır. Temenni ederiz ki o da çıkar, inşallah bir gün o da olur” sözleri gündem oldu.
Erdoğan, Azerbaycanlı şair Bahtiyar Vahapzade’nin, “100’den fazla ülkenin bağımsızlık marşını inceledim, güfte ve bestesini araştırdım. Hiçbirini Türkiye’nin İstiklal Marşı kadar etkili görmedim” sözünü hatırlatarak şunları kaydetti:
“Gerçekten de İstiklal Marşı’mızın anlamını dilimizle birlikte kalbimizle de okuduğumuzda anlayabiliyoruz. En büyük üzüntüm, bu emsalsiz marşın hakiki manasını yüreklere nakşedecek bir bestenin yapılamamış, bulunamamış olmasıdır. O besteyle güftenin birbirini tamamlaması çok önemli. Tabii ki burada da bestekarlara görev düşüyor. Güfte var ama maalesef istenilen beste yok. Temenni ederiz ki o da çıkar, inşallah bir gün o da olur."
Karar’dan Işıl Çalışkan’a konuşan bestekârlar, “Yapılır ama çok zor. Güfte besteye uygun değil” dediler.
Erol Sayan: İstiklal Marşı şiiri yazıldığı vezne göre marş olarak yazılmaya müsait değil. Daha önce çeşitli makamlarda bir çok bestesi yapılmıştı. Cumhurbaşkanı emrederse yapmaya çalışırız ama biraz zor. Bana göre şiir marş bestelemeye uygun değil. Şiir olarak bir daha yazılması mümkün olmayacak derecede çok güzel. Mehmet Akif Ersoy konuşurken bile aruz veznini kullanan biri. O kadar usta. Dolayısıyla çok karışık bir vezinle yazmış. Uğraşılırsa yapılabilir ama ben tekrar yapılması taraftarı değilim. Sözlerinde bir bağıntı yok. Hecelerde aralarda kopukluk var. Kelimeler anlaşılmıyor. Halbuki bestecilikte bir önemli teknik de kelimeleri tam telaffuz ettirip sonuna kadar söyletmek. Arada kesip diğer tarafa geçmek olmaz. Buna hece tekniği deniyor. Bir de çocukların ses sınırını biraz aşıyor. Okullar için müsait değil. Öğrenilmesi kolay değil. Marş kolay öğrenilebilir ve yürünebilir olmalı.
Mustafa Özkent: Geçtiğimiz yıllarda, içerdiği bazı prozodi hataları ve insan sesine uygun olmadığı tartışmaları yapılmış olsa da, ben yıllardır kullanılan ve halkımızca da benimsenmiş olan İstiklal Marşımızın tekrar bestelenmesini pek uygun ve gerekli bulmuyorum.
Mustafa Keser: Bestenin değişmesinin ben de yararlı olacağını düşünüyorum. Prozodi açısından oturmuyor. Söylenen kelime yarısından kesildiği için anlaşılmıyor. Biraz daha musiki ve Türk müziği formları ve kalıpları içinde daha coşkulu yapılabilir. Bir araya gelip karar verilirse yapılır. Musiki bilen mesleki aklı selim insanların da bunun değişmesi yönünde aksini savunacaklarını sanmıyorum.
Marşa müzik dünyasının en önemli eleştirisi söz ve melodide yer yer görülen uyum (Prozodi) eksikliğinin (örneğin “Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” mısrası ezgili okunduğunda “şafaklarda” sözcüğü iki müzikal cümle arasında bölünmüştür) esas sebebi de budur.
İstiklal Marşı, TBMM tarafından 12 Mart 1921’de kabul edildi. Marşın bestesi için açılan yarışmaya katılan bestecilerden 24’ü seçildi. Bu 24 isim Mehmet Akif’in şiirini farklı besteledi. Ancak Kurtuluş Savaşı’nın şiddetlenmesi nedeniyle jüri sonucu hemen açıklayamadı. Bu nedenle bir karmaşa yaşandı. Yarışmaya katılan 24 besteciden öğretmen olanlar ders verdikleri okullar ve çevrede kendi marşlarını okutmaya başladı. Böylelikle Ahmet Yekda Bey’in bestesi Trakya’da, İsmail Zühdü Bey’in bestesi ise Ege’de okunmaya başladı. İstanbul’da ve çevresindeyse milli marş Ali Rıfat (Çağatay) Bey’in alaturka bestesiyle okunuyordu.
Üç yıldır devam eden bu karışıklık 1924’te son buldu. Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı’nda oluşturulan komisyon Mehmet Akif Ersoy’a yakın bir isim olan Ali Rıfat Bey’in acemaşiran makamındaki bestesini seçti. Alaturka tarzda icra edilen bu beste 1924’ten 1930’a kadar söylendi. Ancak tartışma hiç bitmedi. Karşı çıkanlar Ali Rıfat Bey’in bestesinin bir marşa göre olmadığını ve marşı daha coşkuyla söylettirecek bir besteye ihtiyaç olduğunu dile getiriyordu. 1930’da Maarif Bakanlığı’nın resmi kurumlara gönderdiği bir genelge ile İstiklal Marşı olarak yarışmada 5’inci olan Osman Zeki Bey’in batı tarzındaki bestesinin kullanılacağını ilan etti.
Vatan’dan İlker Akgüngör’e konuşan araştırmacı-yazar Mehmet Altun, Osman Zeki Üngör’ün marşının hikayesini şöyle anlatıyor:
“Osman Zeki Üngör bugün söylediğimiz marşı 1922 yılında İzmir’in kurtuluşundan sonra yazıyor. Aslında 1921 yılında açılan yarışmaya katılan bir beste değil. Anılarında Türk atlılarının İzmir’e nasıl girdiğini ve bundan ilham alarak piyanonun başına oturup bir kaç gün içinde milli marşın bestesini yazdığını söylüyor. Ayrıca anılarında, ‘Bir marş yazdım. Bu marşın milli marş olmak üzere yarışmaya dahil edilmesine karar verdim’ diyor. Osman Zeki Üngör 2 Ekim 1922’de Mustafa Kemal’in İzmir’den dönüşü için Ankara Palas’ta düzenlenen törende marşını Atatürk’e çalıyor. Mehmet Altun Üngör ve Atatürk arasındaki diyaloğu şöyle anlatıyor: Konserde kendi bestesini seslendirdikten sonra Mustafa Kemal’e dönerek, ‘Paşam marşımız budur’ diyor. Mustafa Kemal de cevaben, ‘Çok beğendim Zeki Bey, Aferin’ dedi.”