T24 / Süheyl Aygül“Beyaz Yakalının Seyir Defteri’’ kitabını yazdıktan sonra herkes benden nedense beyaz yakalılar konusunda bir şeyler yazmamı bekler oldu.Ezberi bozarak bugün ben sizlerle beyaz yakalıları değil beyaz kanatlıları paylaşmak istiyorum.Beyaz kanatlı martılardan… Uçan romantizmin adından… Deniz kenarındaki sessiz balıkçı kasabalarının sesi… İstanbul’un ve özgürlüğün kanatlı sembolünden biraz kelam etmek istiyorum.Gökyüzünün en bilinen en fotojenik hayvanlarıdır martılar… Gözler ve kameralara göründüğünde her daim uçurtmanın kuyruğu gibi peşlerine düşülen, birbirine benzeyen, hepsi birbirinden meşhur, hepsi de ayrı ayrı birer isimsiz kahramandır onlar… Herkes onları tanır… Ama onlar kimseyi tanımazlar… Sahilde dolaşırken attıkları çığlıklarla insanlara farklı duygular yaşatırlar… Bazen yaşam sevinci, bazen şölen, bazen de hüzün duygusu geçirirler…Balıkçı tröylerinin üzerinde çığlık çığlığa uçuşan halleri bazen bir mendirekte sıra sıra dizili olarak oturmuş, uslu uslu halleri veya Beyoğlu’nun yükseklerinden denize doğru bakan gözlerinin içindedir hayatın farklı yüzleri.Bazıları vapurlarla birlikte senkronik hareket ederler. Güzel iri cüsseleri, bembeyaz tüyleri, turuncu/sarı gagaları ile kendisini adeta taklit etmeye çalışan beyaz boyalı, turuncu bacalı vapurların üzerinde çığlıklar atarak adeta “orijinal olan benim’’ edasıyla beyaz kanatlarıyla uçuşurlar…Vapur içindeki yolcuların attıkları simitlerin karşılığında yolcuların da ruhlarını havalandırmayı ihmal etmez bu masum bedavacılar… Bazen özgürlüğün, bazen yalnızlığın bazen de ulaşılamamış bir sevgilinin tanımıdır onlar… Akşamları ışıklı kulelere aşağıdan yukarı doğru baktığınızda, iş plazalarının üzerinde yaptığı harika dönüşlerle ve yarattıkları muhteşem görüntülerle camları açılmayan kulelerin tepelerine, beyaz yakalılar gelmeden onların ihtiyaçları olan sempati, empati biraz da romantizm tohumları çaktırmadan bırakan beyaz kanatlı meleklerdir belki de…Yedi tepeli bu muhteşem kentte martı olmayı düşlemişimdir genelde… Büyük ihtimalle, Richard Bach’ın kitabındaki özgürlüğünü satmak yerine kazanmayı seçen Martı Jonathan Livingstone gibi bir martı olurdum herhalde.Sonsuzluğa atacak bir şeyleri olan… Sürüden ayrılan bir martı… Tüm ömrüm denizlerde geçsin isterdim… Yedi tepeli kentin ve vapurların üzerinde beyaz kanatlarımı açarak fütursuzca uçmak…Sürüleri unutmak hiç anımsamamak…İnanmak istediği sürece var olan bir martı olurdum. Uçmaya olan inancı sayesinde ışık hızını zorlayan bir martı. Sınırlarını genişlettikçe, imkansızı başardıkça hayatını daha da anlamlandıran bir martı.Belki gündüzleri daha çok severdim bu güzel kenti… Ama bilirdim ki geceleri de çok farklı olurdu…Güneş batmaya başladığı zaman ise Karaköy’ ün dar sokakları üzerinden Beyoğlu’nun yolunu tutardım… Teras barlarından gülümserdim kentlerin en güzeline… Tamamen özgür olmanın, istediğim zaman istediğim yere kanat çırpmanın verdiği huzur ve sonsuz özgürlük hissiyle...Çocukların elinden simitlerini kapmazdım diye düşünüyorum. Aşağıdakiler için talih kuşu konduğunu düşündürecek eylemlerde de bulunmazdım. Sabahın erken saatlerinde, cihangir tepelerinde yaşayan insanları veya teknede kalanları da çığlık atarak uyandırmaya da hiç kıyamazdım.Aç kalmamak için limanlara demir atmazdım. Balık kamyonlarının peşine takılıp bilmediğim diyarlara gözü kapalı kanatlanmazdım. Kendi balığımı kendim tutardım! Herkesin sorgulamadan kabul ettiği gerçekliği genel doğru kabul edip de yaşamayı kabullenmek yerine kendi doğrularımın peşinden gitmeyi başaramasan da en azından denemiş olmanın hafifliğin etkisiyle daha da yukarıları zorlayarak deneyimlemenin keyfini yaşamak isterdim.Hayatı mümkün olduğunca sek yudumlardım!Diğer kuşlardan farklı olarak yere konduğumda güvercin, deve kuşu gibi kafayı gözü titretmeden veya diğer beyaz kanatlı tavuk ve ördekler gibi yalpalayarak değil, martılar gibi dik durmayı ve emin adımlarla kararlı bir şekilde kendi yolumu adımlamayı tercih ederdim. Haber değeri de olsa zifte bulanmış bir martı karesinde ne kendimin nede arkadaşlarımın bulunmasını hiç istemezdim.Aslında, hayatın kaotizminin içerisinde ufka bakmayı başarabilen, hayatın anlamını kavrayan ve yaşamın kendilerine sunduğu nimetlerden azami ölçüde yararlanmaya çalışan, öğrendiklerini samimi bir şekilde paylaşan, sevgi dolu martılar az değildir gökyüzünde…Her ne kadar istemeden de tektipleştirme ayinlerinin içinde gönülsüz misafir olarak bulunmaya zorlansalar da, aynılaştırılmaları için yoğun çabalar harcansa da, her sabah sürüye katılmaları için borazan sesleri kulaklarını doldursa da…Unutmasınlar! Ne yalnızlar ne de yanlış!