Barış İçin Akademisyenler Grubu tarafından hazırlanan “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bildiriye imzasını atan ODTÜ Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Yasin Ceylan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın akademisyenlere “zalim”, “alçak” demesini yorumlarken “Cumhurbaşkanlığı saygın bir makamdır. Her vatandaşın ona saygı duyması gerekir. Ama Cumhurbaşkanı hatalı bulduğu akademisyenlere “Zalim”, “Alçak” diyor. Bu sıfatlar bize reva mı? Binlerce öğrenci yetiştirdim. Öğrencilerimden birisi “Hocam Cumhurbaşkanı size ‘Alçak’ diyor, ne dersiniz?” diye sorarsa ne derim?..” ifadelerini kullandı.
Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi ve eski CHP Milletvekili Prof. Binnaz Toprak, Türkiye’deki yargı mercilerinin Cumhurbaşkanının sözleriyle hemen harekete geçtiğini hatırlatarak, “Hukuk devletinde böyle bir şey olamaz. Cumhurbaşkanı’nın onlar için kullandığı dil de kabul edilemez” diye konuştu.
Akil İnsanlar Heyeti Üyesi, Avukat Kezban Hatemi, “Bir iç ayaklanmanın bastırılması sırasında sivil halka zarar verilmemesi uyarısını; yalnız akademisyenler değil, her insan yapabilir ve yapmalıdır” ifadelerini kullandı.
Habertürk’ten Kübra Par’a konuşan akademisyenlerin açıklamalarının bir kısmı şöyle:
Bildiri metnini nasıl buldunuz? Neden imzalamadınız?
Bildiri metni bana da yollanmış ama geç fark ettim. Zamanında görseydim de imzalamazdım çünkü metnin içeriğini beğenmedim. Bir barış çağrısının çok daha ılımlı bir dille yazılmış olması lazım. Herkese hitap edecek bir metin yazmanın ne kadar zor olduğunu bilirim ama barış metninin bu kadar sert bir dille ve tek taraflı olarak, sadece ve sadece devleti suçlayarak yazılması yanlış. Aslına bakarsanız, hiçbir devlet, en demokrat olanları bile, hendekler kazılmasına, “Biz buraları kurtardık, özerklik ilan ediyoruz” denilmesine müsaade etmez. Metnin her iki tarafa da çağrıda bulunması gerekirdi.
PKK’ya laf edilmemesini yanlış buluyorsunuz...
Evet, ama şunu da belirtmeliyim ki vatandaşların muhatabı PKK değil devlettir. Vatandaşlar olarak hükümeti muhatap alırız çünkü oy vermişiz. Laf geçirebileceğimiz merci hükümettir, PKK değildir. Ama PKK’ya karşı bir kınamanın dahi olmaması bayağı sıkıntılı. Yalnız daha sonraki gelişmeler daha fazla sıkıntılı...
Akademisyenler hakkında soruşturma başlatılması, kimilerinin gözaltına alınması mı?
Evet. Türkiye’nin en önemli problemlerinden biri düşünce özgürlüğü. Cumhurbaşkanı bir şey söylüyor, yargı mercileri hemen harekete geçiyor. Hukuk devletinde böyle bir şey olamaz. Cumhurbaşkanı’nın onlar için kullandığı dil de kabul edilemez. İmzacılar arasında çok saygın isimler var. Tepkinin belli bir nedeni var. Devlet hendeklerin kazılmasına müsaade etmez ama haftalarca sokağa çıkma yasağının uygulandığı, insanların sağlık hizmetlerine erişemediği, toplu göçlerin yaşandığı bu durum da olmaz. Devlet hukukun üstünlüğüne uygun davranmak zorundadır. PKK gibi örgütlerse zaten kendilerini hukuka bağlı saymazlar.
PKK insanları öldürürken, aydınların sadece devleti suçlaması düşünce özgürlüğü olarak görülebilir mi?
Öğretim üyeleri ve aydınlar devlet ağzıyla konuşmak zorunda değil. Nasıl yorumluyorlarsa öyle konuşuyorlar. Eğer PKK açıksa övülseydi, “Yaptıkları ne kadar doğru” diye yazılsaydı, hukuki işlem yapılabilirdi. Ama burada öyle bir durum yok. Tek taraflı kınama var diye bu insanların linç edilmesi kabul edilemez.
Başbakan Davutoğlu, “Her türlü fikri savunabilirsiniz ama terörü fikir özgürlüğü çerçevesinde meşru kılamazsınız” diyor.
Başbakan Davutoğlu, Boğaziçi mezunu bir akademisyen olarak oradaki havayı bilir. Boğaziçi’nde hiç kimse düşüncelerinden dolayı ayrımcılığa uğramadı. Başörtüsü yüzünden öğrenciler mağdur edilmedi. Boğaziçi en iyi üniversiteler arasındaysa bu özgür düşünce ortamını yaratabildiği içindir. Maalesef her üniversitede durum böyle değil. Özellikle son yıllarda tepeden “Höt” denince anında düğmelerini ilikleyip işlem yapan rektörler var. Bu ortamda özgürce bilim üretilebilmesi mümkün değil.
Akademisyenlerin çağrı metnine siz de imza attınız. Yalnızca devleti eleştirip PKK’ya laf etmemeniz eleştiri konusu oldu. Gelen tepkileri nasıl karşılıyorsunuz?
Biz akademisyenler olarak devletimizden beklentimizi bir şekilde ifade ettik. Terör örgütünü nerede övmüşüz? Övmeyiz, böyle bir şey yapmayız. Terör örgütünün ne olduğunu tüm Türkiye biliyor. Bütün devletler PKK’yı terör örgütleri listesinde gösteriyor. Zaten zımnen herkes eleştiriyor. Terör örgütünün yaptıklarını övemeyiz ama terör örgütü bizim muhatabımız değil. “Dur” desek duracak mı? Dolayısıyla bizim muhatabımız kendi devletimizdir. Hükümetimizdir. Ona hitaben yazdık.
Bildirinin dilinin sertliğine yönelik eleştirilerin haklılık payı var mı?
Eleştiriler olabilir ama biz vatan haini değiliz. Memleketimizi seviyoruz. Devletimize de güveniyoruz. Eleştirmek başka, ihanet başkadır. İyi niyetimizden şüphe etmemeleri lazım. Devletimizi eleştirirken, onu yok saymıyoruz. Ona sırt çevirmiyoruz. Eleştiri neden bu kadar kötü algılanıyor, anlamış değilim. Belli yaşa gelmiş akademisyenleriz. “Bu bildiriyi yayımladıktan sonra belki itibar edip bizi dinlerler, eleştirilerden yararlanırlar” diye düşündük. Metnin dilini de eleştirebilirler ama bizi bu şekilde bir kalemde silmeleri, terör örgütünün işbirlikçileri gibi göstermeleri, savcıları vazifeye çağırmaları gerekmezdi. Türkiye’ye yakışmıyor. Emekliliğime 1 sene kalmış. Beni gözaltına alsalar ne olur? Bu kadar hizmetin sonunda bu şekilde karşılık görmek bana çok ağır geliyor.
Kırgın mısınız?
Tabii kırgınım. Cumhurbaşkanı’nın bu kadar yüklenmemesi lazım. Elbette eleştirebilir ama her konuştuğu yerde konuyu tekrar gündeme getiriyor. Çok ağır sözler söylüyor. Bunu hak etmiş değiliz. Cumhurbaşkanlığı saygın bir makamdır. Her vatandaşın ona saygı duyması gerekir. Ama Cumhurbaşkanı hatalı bulduğu akademisyenlere “Zalim”, “Alçak” diyor. Bu sıfatlar bize reva mı? Binlerce öğrenci yetiştirdim. Öğrencilerimden birisi “Hocam Cumhurbaşkanı size ‘Alçak’ diyor, ne dersiniz?” diye sorarsa ne derim?..
Ya devleti katliamla suçlamanız?
Amacımız terör örgütüne destek olmak değil. Bölgedeki insan haklarının incitildiğini görüyoruz. Buna dikkat çekmek istiyoruz. Devlet de insanları korumaya çalışıyor ama hata yapmış olabilir. Akademisyenlerin görevi devleti övmek, her halükârda destek olmak değildir. Devletimizi, insanımızı severiz ama eksik ya da hatalı gördüğümüz yerde de söyleriz. Yoksa devleti terör örgütüyle denk görüp ağır bir ithamda bulunmuş değiliz. Akademisyenlere karşı yapılan bu ağır tepkiyi çok lüzumsuz görüyorum. Bize büyük bir haksızlık yapıyor. Dilinde eleştiri olabilir ama iyi niyetle okunursa o bildiride terörü destekleyen hiçbir şey yoktur.
Peki, çözüm için ne yapılmalı?
Barış süreci hangi nedenlerle başlatılmışsa, bugün aynı nedenler ortada duruyor. Barış süreci derhal yeniden başlatılmalı. Kendileri de söylüyor; güvenlik tedbirleriyle terör bitirilemez. Kürt meselesi terör örgütünün taleplerinden ibaret değildir. 8-10 milyon Kürt’ün talepleri var. Devletin bu talepleri dinlemesi ve kendi vatandaşlarını onore etmesi lazım. Kendi vatandaşlarının taleplerini görmezden gelen bir devlet eleştirilir. Eğer Türkiye’nin bölünmesi istenmiyorsa, mevcut politikadan vazgeçilmelidir. Toplumsal dayanışma ve insani değerlerin yüceltilmesi için insanların mutlu olması gerekir. Şiddete maruz kalan bir toplum mutsuzdur, ahlaki değerlerden tecrit edilmiştir. Suç işlemeye teşvik edilmiştir. Mutsuz insanlar bir arada yaşayamaz.
Akademisyenlerin bildiri metni üzerine tartışmalar ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Bir iç ayaklanmanın bastırılması sırasında sivil halka zarar verilmemesi uyarısını; yalnız akademisyenler değil, her insan yapabilir ve yapmalıdır. Ancak, üsluba dikkat edilmeli. Terörü bastırmak, devlet terörü demek değildir. Sadece halka zarar verilmemesi için duyarlılık gösterilmeli. Özellikle nazik zamanlarda kullanılan üslup çok daha önemli. Sur’da evlerinden atılan insanlar için ne yapmış bu aydınlar? Böyle bir yapıcılıkları yok. Sadece tenkit ediyorlar. Sadece devleti eleştirerek bir yere varılmaz. Evlerinden olan, kilim üstünde titreşen insanlar için, terörü durdurmak için maddi- manevi yardımda bulunsunlar. Önce onu görelim...
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çağrısının ardından pek çok akademisyen hakkında soruşturma başlatıldı, kimileri gözaltına alındı. Bu tabloyu nasıl karşılıyorsunuz?
Soruşturma başlatılması, devletin takdirindedir. Ancak özellikle suç şüphesi olmadıkça sırf bildiriyi imzalama dolayısıyla gözaltına alınmamaları gerekirdi. Bu gibi sert karşılıklar, iktidarı devirmek isteyenleri çok sevindirir. n Bu bildiri düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilebilir mi? Sadece kurallara uyulması ve halka zarar verilmemesi için yayımlanmış olsaydı böyle söyleyebilirdik. Yazık ki üslup amaca uygun değil. Amaç barış da değil...
Nedir amaçları size göre?
2013’te Gezi olaylarından beri hükümete karşı yürütülen muhalefetin bir devamı, başka bir şey değil. Amaç, sokak muhalefeti. Barış için imza kampanyası diye imzalamışlar ama çoğu ne yaptığını bilmiyor. Bunun altında gizli bir ajanda var. Emperyalist güçlerin etkisinde, iç dinamiklerin içinde olduğu, düzenli devam eden bir ajanda bu.
Geçen hafta siyasi liderlerle görüşen aydınlar arasında siz de vardınız. Neler konuşuldu?
Sadece Başbakan’la görüşmeye katıldım. Başbakan, açıklanan endişeleri not aldı. Halkın zarar görmemesi için duyarlılık gösterilmesini istedik. Güvenlik güçlerinin duvarlara yazdığı yazılardan şikâyet ettik. “Hangi mahalle, hangi sokak, hangi duvar?” diye sorarak, onların temizlendiğini ve yazanlar hakkında soruşturma açıldığını söyledi. Ve biz aydınlar susarak kalktık önünden.
Şu an yaşanan süreci nasıl görüyorsunuz?
Bana kalırsa devlet, halk üzerinde etkili ve itibarlı Kürt kanaat önderlerini davet ederek yangının nasıl söndürülmesi gerektiği konusunda görüşmeli. Öte yandan, asker ve polisimiz halka zarar verilmemesi için son derece duyarlılık göstermeli. Biz muhatapları çağırarak diyalog kanalları açmaya çalışıyoruz. Bu tür yapıcı adımlar atmak, sert söylemli bildiriler yayınlamaktan çok daha etkili. Devleti suçlamak ayrılıkçı bir yaklaşımdır. Sertlikle nereye varılabilir?
Açıklamaların tamamını okumak için tıklayın.