Bilim Akademisi üyesi Ali Çarkoğlu yazdı: Salgın günlerinde İstanbul’da yaşam

Bilim Akademisi üyesi Ali Çarkoğlu yazdı: Salgın günlerinde İstanbul’da yaşam

*Ali Çarkoğlu

Covid-19 salgını ile belki gerçekten bildiğimiz dünyanın sonuna geldik. Hayatımızda varlığını varsaydığımız pek çok şeyin artık varsayılamayacağı bir dünyada yaşamaya başladık. Bu yeni dünyada bir köşe olarak İstanbul’da yaşam nasıl sürüyor? Halkın endişeleri, izolasyon pratikleri, salgın yönetiminin performans değerlendirmeleri, gelecek beklentileri nasıl şekilleniyor? Bu ve benzeri soruları zaman içinde takip etmenin önemini vurgulamak amacıyla yürüttüğümüz bu çalışma salgının sonuçlarını değerlendirmek yönünde bir ilk adım olarak görülmelidir.

Salgınının yarattığı yeni yaşam pratikleri sosyal bilimcilerin geleneksel olarak kullandığı yöntemlerin bazılarını kullanmayı pratik olarak imkansız hale getirdi. Bunların başında toplumsal eğilimleri tespit ederken yüz yüze görüşmeler yoluyla yürütülen anket çalışmaları geliyor. Anketleri yüzyüze yapmayı tercih etmemizin en baş nedeni Türkiye özelinde örneklemin en sağlıklı olarak sadece bu yöntemle bulunabilmesidir. Adrese dayalı nüfus kayıt sistemindeki hane adreslerinden adreslere erişip bu hanelerde görüşülecek bireylerin yine rastsal seçimi ile temsili bir örneklem oluşturabiliyoruz. Bu şekilde seçilen rastsal örneklemler ile son 15 yıldır pek çok araştırma yürütme olanağı bulduk. Türkiye temsili örneklem verilerini Uluslararası Saha Çalışmaları Programı (ISSP) ve Karşılaştırmalı Seçim Sistemleri Araştırmaları (CSES) gibi uluslararası araştırma gruplarının bir parçası haline getirebildik.

Bu tür yüz yüze saha çalışmalarını bugün ancak devlet kuruluşları büyük zorluklara rağmen gerçekleştirebilirler. Bireysel araştırmacı gruplarının bu yöntemi kullanmaları salgın ortamında pratik olarak mümkün değil. Akla gelen ilk alternatif yöntem elbette telefon görüşmeleri. Ancak rastsal ve temsili bir örnekleme karşılık gelecek telefon numaralarının bulunması da Türkiye’de şu an için araştırmacılar için bir seçenek değil. Nasıl yaratıldığı belli olmayan ve temsili olup olmadığını da değerlendiremeyeceğimiz telefon numarası listeleri kullanımda olsa da bunların temsili bir niteliği olmadığı kanaatindeyim. Bu şartlar altında Nisan 2020 başlarında bir ara yol izleme kararı verdik.

Temsili örnekleme ulaşmak için kullandığımız ara yol yaklaşık bir yıl önce Mart 2019 İstanbul yerel seçimleri öncesi 1995 seçmen yaşında kişiyle yüzyüze yürüttüğümüz çalışmanın örneklemine tekrar, bu kez telefon görüşmeleriyle erişmeye çalışmak oldu. Yüzyüze yapılan görüşmelerin gerçekten yapılıp yapılmadığı ve görüşmelerin beklenilen standartlarda layıkıyla gerçekleştirildiğinin kontrolü için görüşülen kişilerden kendilerine erişmek amacıyla telefon numaraları da isteniyor. Bu kontroller sonrasında araştırmacılar ile paylaşılmayan bu telefon numaralarına yaklaşık bir yıl sonra ilk saha çalışmasını yürütmüş olan saha şirketinin yine arayarak ulaşması fikrine dayanan proje için Koç Üniversitesi etik kuruluna başvurdum ve onayları sonrasında telefon görüşmelerine başlandı.

10 Nisan’da başlayan görüşmeler 21 Nisan 2020’de toplam 1031 kişiyle görüşülmesinin ardından sonlandırıldı[1]. Ulaşılmış olan bu örneklemin Şubat-Mart 2019 örnekleminden cinsiyet, ibadet pratikleri, sol-sağ düzlemi üzerindeki konum gibi değişkenlerde istatistiki olarak anlamlı farkları yoktur. Ancak eğitim düzeyi çok az (yarım yıldan daha az) da olsa daha düşük, ortalama yaş olarak da 1,8 yıl daha yaşlı ve hane gelir düzeyi yaklaşık %5 daha düşük bir gruptur. Aynı kişilerle bir yıl sonra görüştüğümüzden ortalama yaşın zaten bir yıl yüksek olması beklenir. Burada ikinci görüşmelerde ortalama yaşın 0,8 yaş (9-10 ay) daha büyük olduğunu görüyoruz. Eğitim ve gelir düzeyleri açısından örneklem 8 yıllık ilköğretimden biraz yukarıda bir eğitim düzeyi ile yaklaşık hane geliri asgari ücretten bin lira kadar yukarıda bir gruba eriştiğimizi gösteriyor.

Erişilen hanelerde görüşülen kişilerin %9 kadarı 65 yaş ve üzerinde. Hanede yaşayanların tümü için yaş cinsiyet ve izolasyon pratikleri de görüşülen kişi sorgulanarak elde edilmeye çalışıldı. Hanede 65 yaş ve üzeri toplam kişi sayısını da buradan elde edebiliyoruz. Hanelerin %14’ünde 1, %6’sında ise 2 ya da 3 kişi 65 yaş ve üzerinde kişi bulunuyor. Böylelikle toplam hanelerin %20’sinde Covid-19 salgınında en hassas yaş grubu olarak nitelenebilecek en az bir kişi mevcut. Bu hanelerin sosyal izolasyon pratiklerinin de farklı olmasını bekleriz.

İbadet pratiği olarak yalnızca Ramazan ayı ve kandillerde ibadete karşılık gelen cetvel değeri (4) ile haftada bir/cumaları (5) değeri arasında bir ortalama görüyoruz. İnsanların çoğuna güvenmediğini belirtenler (0-10 cetvelinin orta noktasının güvensizlik gösteren 0-4 aralığında yer alanlar) %63 düzeyindedir. Orta noktanın güven tarafında (6-10 aralığında) yer alan grup ise sadece %17’dir. Bu sonuçlar uzun zamandır elde etmekte olduğumuz temsili örneklem yapılarından önemli bir farklılık göstermiyor.[2]

İstanbul gündemi temel olarak salgın ve ekonomi

Şubat-Mart ve Mayıs-Haziran 2019 görüşmeleri gibi Nisan 2020’de yürütülen görüşmelerin de tümünde Türkiye’nin en önemli iki sorununun ne olduğu seçenekler verilmeksizin açık uçlu olarak sorgulandı. Nisan 2020 itibariyle Covid-19 salgınının ülke gündemindeki önemi diğer tüm sorunların önüne geçiyor. Ancak ekonomik sorunlara verilen önemin salgın günlerinde de devam etmekte olduğunu görüyoruz. Tek başına salgın elbette en önemli sorun olarak öne çıkıyor. Ancak işsizlik, enflasyon ve ekonomik kriz Nisan 2020 itibariyle ülkenin en önemli ilk iki sorunu olarak salgının hemen ardından dile getiriliyor. Salgın bir yandan kişilerin bireysel ve yakın ailelerinin sağlığına tehdit oluşturuyor, bir yandan da ülkenin ekonomisi üzerinde daraltıcı etkisi var. Bu şekilde iki sorun birbirleriyle doğrudan bağlantılı olarak görülüyor. 2019’daki iki görüşmede terör, güvenlik, dış politika, göç, adalet ve hukuk sorunları ekonomik sorunların ardından dile getirilirken bugün için artık bu sorunları dile getiren İstanbullu seçmen hemen hemen hiç yok.

Ekonomik beklentiler olumsuz, salgın endişe yaratıyor

Geçtiğimiz 1 ay içinde gelişen korona virüs salgını ailenizin ekonomik durumu üzerinde nasıl bir etki yaptı? sorusuna %66 kötü etki yaptı derken bu soru Türkiye’nin ekonomik durumuna dair sorulunca kötü diyenlerin oranı %76’ya çıkıyor.

Gelecek bir yıl içinde ailenin ekonomik durumunun kötüye gideceğini bekleyenler %53 iken bu oran Türkiye için %56’ya çıkıyor. Bu sorulara verilen yanıtlarda partizan bir önyargı olduğu unutulmamalı. İktidar partisi seçmenleri muhalefet seçmenlerinden oldukça daha iyimser görünüyorlar.

Burada salgın ortamında çarpıcı olan bir gözlem kişilere kendi ve hanede birlikte yaşayanların sağlığıyla ilgili ne derece endişe duydukları sorulduğunda elde ediliyor. Kendi sağlığıyla ilgili kaygılı olanlar %53 (çok kaygılı %24) iken hanedeki diğer kişiler için endişe duyanların oranı %66’dır (çok kaygılı %35). Eğitim düzeyi ve yaş bu endişe düzeyinde anlamlı bir fark yaratmazken kadınların erkeklere göre daha endişeli oldukları gözleniyor. Belki en düşündürücü olan ise işe gittiğini söyleyenlerin hanede yaşayanların sağlığından anlamlı şekilde daha endişeli oldukları gözleniyor.

Görüşülen kişilere kronik rahatsızlıkları olup olmadığı ve son iki gün içinde COVİD-19 ile ilişkilendirilen bazı belirtileri (semptomları) kendilerinde görüp görmedikleri soruldu. Açıktır ki bizim yöntemimiz kişilerin kendi öznel değerlendirmeleri ve ifadelerine dayandığından bu kronik hastalıkların ve belirtilerin İstanbul’daki yaygınlığını tespit etmekte güvenilir ölçümler elde etmekten uzak olabiliriz. Burada amaç yaygınlık tespitinden ziyade bu kronik hastalıkları olduğunu ve farklı belirtileri gösterdiklerini söyleyenlerin sosyal izolasyon davranışlarının nasıl farklılaştığını tespit etmek. Yüksek ya da düşük tansiyon, şeker/diyabet, kalp rahatsızlığı, akciğer/solunum yolları rahatsızlıkları, böbrek veya idrar yolu problemleri, herhangi bir kanser ve diğer sorunlardan en az biri olduğunu söyleyen yaklaşık %24’lük bir grup.

Salgının ilk günlerinden itibaren bazı belirtilerin virüs ile bağlantılı olduğu gündeme geldi. Olağan dışı yorgunluk, olağan dışı bir baş ağrısı, kuru öksürük, ağız tadının olmaması, gözlerin çok çapaklanması, koku alma zorluğu ve yüksek ateş gibi belirtileri tek tek sayarak görüşülenlere son 2 gün içinde bunları kendilerinde görüp görmediklerini sorduk. Bunların hiçbirini göstermeyenler yaklaşık %92 iken en az birini gösterenler %8’dir. Covid-19 virüsü ile ilişkilendirilen belirtileri  gösterdiğini söyleyen çok sayıda kişiye erişmemiş olmamız şaşırtıcı değildir. Zaten bu belirtilerin virüs bulaşmış olanlar arasında büyük bir kesimde de görünmediğini biliyoruz artık. Ancak bu belirtileri tecrübe etmeyen, kronik hastalığı olmadığını düşünen ve dolayısıyla da kendini sağlıklı gören kişilerin salgın tedbirlerine uyma eğilimlerinin görece zayıf olacağını bekleyebiliriz.

Toplumsal izolasyon pratikleri

Görüşülen kişilere kendileri ve hanedeki tüm diğer kişilere dair son bir hafta içinde sosyal izolasyon kurallarına uyup uymadıklarını anlamaya yönelik sorular yöneltildi. Görüşülen kişilerin %25’i son bir hafta içinde işe gittiğini, %56’sı alışverişe gittiğini, %2’si yürüyüş ya da spora; %1 gibi bir ufak grup da eş, dost akraba ziyaretine gittiklerini söylemişler. Birinci elden kendi tecrübeleri olarak kişilerin ağırlıklı olarak dışarı çıkma nedenleri alışveriş ve iş nedeniyle. Bunlar bir mecburiyet olarak yorumlanabilecek izolasyon ihlalleri iken daha keyfi diyebileceğimiz ihlallerin, en azından kişilerin bize söyledikleri kadarıyla, oldukça nadir gözlendiğini görüyoruz.

İş nedeniyle dışarı çıkma olasılığını açıklayan etmenlere baktığımızda kadınların daha düşük olasılıkla iş için dışarı çıktıklarını görüyoruz. İş nedeniyle dışarı çıkma olasılığı görüşülen kişinin yaşıyla, kronik rahatsızlığı olmasıyla düşüyor. Ancak kişilerin kendilerinde olduğunu söyledikleri Covid-19 belirti sayısındaki değişimin iş nedeniyle dışarı çıkma olasılığını değiştiren bir etkisi yok. Kişilerin yaşları arttıkça iş için dışarı çıkma olasılıkları düşerken hanedeki toplam kişi sayısı arttıkça bu olasılık da artıyor. Hane gelirinin artışı da anlamlı ve pozitif bir etki yaparken hanedeki toplam 65 yaş ve üzeri kişi sayısının anlamlı bir etkisi gözlenmiyor.

Görüşülen kişinin alışverişe gitme olasılığını belirleyen etmenlerde de benzer bir yapı gözlüyoruz. Kronik hastalık anlamlı bir şekilde alışverişe gitme olasılığını düşürürken belirti tecrübesinin bir etkisi gözlenmiyor. Hanede 65 yaş ve üzeri kişi sayısı arttıkça alışverişe gitme olasılığı anlamlı bir şekilde düşüyor. Kadınlar alışveriş için daha düşük olasılıkla dışarı çıkarken eğitim ve gelirin bu olasılık üzerine anlamlı bir etkisi gözlenmiyor.

Görüşülen kişiden hanede yaşayan diğer kişiler ve onların izolasyona uyup uymadıklarına dair elde edilen bilgilere topluca baktığımızda da ilginç örüntüler elde ediyoruz. Bu bize yaklaşık 3600 kişi hakkında bilgi veriyor. Bu kişilere cinsiyet ve yaş grubuna göre baktığımızda erkekler için 20 yaş altında evden çıkma oranının %20’nin altında kaldığını, 21-25 yaş grubunda ise bu oranın %62’yi bulduğunu gözlüyoruz (Şekil 1). 60 yaşın üzerine çıkılana kadar erkeklerin %62 ve üzerinde bir oranda ev dışına çıktıklarını görüyoruz. Kadınlar için hane dışına çıkma eğilimi erkeklerin ancak %50-60’ı düzeyinde. 65 yaş üzerinde görece az gözlemden oluşan kadın-erkek gruplarının ortalama %10’un biraz altında kalan bir oranının dışarı çıktıkları söylenmektedir. Burada altını çizmek gerekir ki hanedeki kişilerin tümü hakkında bilgi görüşülen tek bir kişiden alınıyor. Elbette bu dolaylı cevaplardan görece daha az güvenilir bilgi edinilmesini bekliyoruz.

Salgın önlemleri ne derece yaygın uygulanıyor?

Peki insanlar salgın döneminde hangi önlemleri ne derece alıyorlar? “Korona virüs salgınına karşı siz kendiniz ve aileniz için bazı önlemler alma fırsatı buldunuz mu? Evet ise ne tür önlemler aldınız?” şeklinde sorduğumuz bu soruda cevap şıkları okunmamış ve söylenenler aşağıdaki kategorilere not alınmıştır. Bu tür açık uçlu sorgulamada kişilerin kendi kafalarında en önemli ve yoğun uyguladıkları önlemleri dile getirmelerini bekleriz. Eğer seçenekleri açık açık okusaydık büyük olasılıkla verilen seçeneklerin uygulama oranlarını daha yüksek tespit edebilirdik. Kanaatim burada izlenilen yöntem ile gerçeğe daha yakın bir önlem önceliği tespiti yaptığımızdır.

Şekil 2’de detayları verilen cevaplara baktığımızda hiçbir önlemin çok büyük bir yaygınlıkla uygulandığını söyleyemiyoruz. Evden çıktığında maske taktığını söyleyenler %70 iken, İstanbul seçmen nüfusunun %30’u bize evden çıktığında maske taktığını söylememiş. Yine benzer bir mantıkla baktığımızda ellerini daha sık yıkadığını söyleyenler sadece %59. Elini daha uzun süreyle yıkadığını söyleyenler ise ancak %47’dir. Evden çıkmadığını söyleyenler sadece %54, daha az insanla yüz yüze görüştüğünü söyleyenler ise sadece %48’dir. İyimser bir açıdan baktığımızda hiçbir önlem almadığını söyleyen de hiç yok. Şüpheci bir bakışla görüşülen kişilere doğrudan halkın ne derece alınan önlemlere uyduğunu sorduğumuzda ancak %46 alınan önlemlere uyulduğunu söylüyor. Alınan toplam önlem sayısına baktığımızda kadınların ve görece daha yüksek eğitimlilerin daha çok önlem alma eğiliminde olduklarını görüyoruz. Burada en büyük etkiyi yapan etmen olarak da kişinin kendi sağlığı için ne derece endişeli olduğu geliyor. Kişi ne kadar endişeliyse o kadar daha çok önlem aldığını söylüyor.

Şekil 1. Hane Halkı Üyelerinin Son Bir Haftada Herhangi Bir Nedenle Evden Çıkma Durumu

 

Salgına tepkide kurumların performansı

Salgın karşısında alınan kamu sağlığı önlem politikalarının değerlendirmeleri ağırlıklı olarak partizan temelde değerlendirilir. Toplumsal tartışmaların ve siyasetin son yıllarda gitgide daha kutuplaşmış olduğu gözleminden hareketle bu şaşırtıcı değildir.

Görüşülenlerden toplam 13 farklı kişi ve kurumun her biri için süregelen korona virüs salgınında görevlerini ne derece iyi bir şekilde yaptıklarını 0 (=görevini hiç iyi bir şekilde yapmıyor) ile 10 (=görevini çok iyi bir şekilde yapıyor) arasında bir puan vererek değerlendirmeleri istendi. Bir performans değerlendirmesi sayılabilecek bu değerlendirmeler tüm kurumlar için en düşük ortalama 6,9 (gazeteler ve medya için) olacak şekilde olumlu. Bu değerlendirmelerin de partizan bir yapısı olduğu gözleniyor, ancak doktorlar, hemşireler, hastabakıcılar ve eczaneler için bu partizan bölünme hemen hiç gözlenmezken Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı için iktidar ve muhalefet partilerinin seçmenleri arasında önemli fark var. Yine de dikkat çekici olan Sağlık Bakanlığı için fark çok daha az, iktidar partisi seçmenleri ortalama 10 üzerinden 9,8 olumlu değerlendirme verirken muhalefet seçmenleri için bu ortalama 8,5.

Sağlık Bakanlığı’na muhalefet seçmenleri de alışılmışın üzerinde puan veriyor

Sonuç Yerine

Salgının sonuna henüz ulaşamadık. Araştırmamızın sonuçlarını da henüz ancak geçici bir taslak olarak görüyorum. Örneklemimizi daha derinlemesine incelememiz gerekir. Şimdiye dek örneklemdeki ufak da olsa sapmaları gözlem ağırlıklarını değiştirerek nasıl düzeltebileceğimize baktığımda sonuçlarda anlamlı farklılıklar elde etmedim. O yüzden yukarıdaki sonuçlar ağırlıklandırılmadan elde edilen sonuçlar.

Hanehalkının yapısının, özellikle 20 yaş ve altı gençler ile 65 yaş ve üzeri yaş grubunun hanedeki izolasyon pratikleri üzerine nasıl bir etki yaptığını da yeni veriler ışığında incelemek yerinde olacak. Burada sonuçlarını gördüğünüz araştırmanın, salgının tam sonuçlarını göremeyecek kadar başında yapıldığı unutulmamalı. Salgının yayılma hızının yavaşladığına dair son günlerde elde edilen bilgilerin buradaki değerlendirme, tutum ve davranışlara nasıl yansıdığını bilemiyoruz. Aynı hanelere önümüzdeki haftalarda bir kez daha erişebilirsek hem izolasyon pratiklerinin hem de hanehalkı sağlığının nasıl değiştiğini de gözleyebiliriz.

Bu salgının görebildiğimiz kadarıyla hanehalkının yaşamını derinden etkileme potansiyeli var. Bu etkiler doğrudan yaşam pratikleri kadar, kişiler ve hanelerin ekonomik durumlarını da etkileyecek. Bu etkilerin olumlu etkiler olma olasılığı en azından İstanbul seçmen yaşı nüfusunun gözünde oldukça düşük. Bu olumsuz sosyal ve ekonomik etkilerin siyasi sonuçları olmaması beklenemez. Ancak bu etkinin hangi yönde ve büyüklükte olacağını en başta belirleyecek olan salgın sonuçlarının sorumluluğunun kimlere ve nasıl yükleneceğidir. Bu elbette hem bireysel, hem de kamusal alanda yapılan tartışmalar etrafında oluşacak bir yoruma tabi. Bu yorumun otomatik olmadığını ekonomik oy verme yazını üzerine yapmış olduğumuz çalışmalarda gözlüyoruz. Uluslararası karşılaştırmalar, lider etkileri ve partizan yorumlar salgının sonuçlarına dair sorumluluğun nasıl şekilleneceğini belirleyecek. Salgının siyasi sonuçları geçmişe yönelik bir partizan hesaplaşma olduğu kadar geleceğe dair de bir yeni imgelemin oluşmasıyla şekillenecek.

İnsanlar virüs tehditlerinin riskleriyle yaşarken ne tür yeni öncelikler oluşturacaklar? Ülkenin geleceğine dair bu yeni önceliklerin siyasa (policy) yapımına nasıl yansıtılmasını isteyecekler? Siyasi arenadaki oyuncular bu değişimleri nasıl okuyacaklar ve kendi yeni siyasa önerilerine nasıl yansıtacaklar? Ekonomik büyüme ve tüketim temelli bir gelecek tasavvurundan geri dönme ya da sapma düşünülebilir mi? Özellikle genç nesil bu salgın tecrübesinden sonra kendi hayat önceliklerini nasıl belirleyecekler? Türkiye toplumsal yapısında temel materyalist tercih önceliklerinde bu salgının nasıl bir dönüştürücü etkisi olabilir? Yoksa ilaç ya da aşı bulunduğunda gençlerimiz ilk ya da yeni bir araba alıp İstanbul Boğazı’nda yürüyüşe gitmeden, tatillerini dünyanın egzotik köşelerine uçarak geçirme hayallerine geri mi dönecekler?

Görüşülen kişilerin üçte biri aşı geliştirilirse bu aşıyı yaptırmayacağını belirtiyor.

Araştırmamızda bu virüse karşı bir aşı geliştirilirse bu aşıyı yaptırır mıydınız? diye de sorduk. Görüşülen kişilerin yaklaşık üçte biri bu aşıyı yaptırmayacaklarını söylediler. Bu sorunun cevabı elbette zaman içinde verilecek. İlaç ve aşı seçenekleri üzerine kamusal alandaki tartışma nasıl şekillenecek bunu görmemiz gerek. Ancak yukarıda sorduğumuz birkaç soru ve benzerlerinin cevaplarının ne olabileceğini ancak elimizdeki tüm olanakları kullanarak sahadan veri toplayarak ve bu konu üzerine özgür bir ortamda tartışarak biraz olsun görebiliriz. Sosyal bilimlerin bu yeni dönemde kendine has sorunları olmaya devam edecek. Bunların bazıları, insanlarla yüzyüze görüşememek gibi gerçek anlamda yeni sorunlar. Ama bu sorunlar da çözülemez değil.

Hızlı ve en azından potansiyel olarak büyük değişimlere yol açabilecek sorunlarla karşı karşıya olan Türkiye toplumunu tanımak, buradaki değişimleri takip etmek için sosyal bilimlerin araştırma gündeminin desteklenmesi gereklidir. Bu çalışmaları ikincil plana itmeden bilimsel çalışmalar liyakat temelinde desteklenmelidir. Elbette araştırmalar ancak toplumsal özgürlüklerin kısıtlanmadığı tartışma ortamları korunduğunda gerek bilimsel gerek toplumsal işlevlerini yerine getirebilecektir. Bu tür araştırmaların daha da büyük rastsal örneklemler üzerinde yapılmasıyla alınacak sonuçlar bilim kurullarına, yerel yönetim ve ülke düzeyinde karar vericilere de yararlı ve yol gösterici bilgiler sunacaktır.

Ali Çarkoğlu

Bilim Akademisi üyesi

Koç Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi

Notlar:

Burada özet bulgularını sunduğum araştırmayı Frekans Araştırma kendi kaynaklarını kullanarak yürütmüştür. Çağlayan Işık’a araştırma heyecanımı paylaşması ve desteği için, soru cetveli kurgusu ve veri çözümlemelerinde öneri ve eleştirilerini esirgemeyen Selim Erdem Aytaç, Güneş Ertan, Ersin Kalaycıoğlu ve Hakan Sedat Orer’e teşekkür borçluyum. Sarkaç yayın sürecindeki ilgi ve geri dönümleri için Bilim Akademisi Başkanı Ali Alpar’a ve yayın yönetmeni Defne Üçer Şaylan’a teşekkür ederim.

[1] Mart 2019 seçimlerinin Haziran’da tekrarı kararı alınması üzerine ilk seçim öncesi görüşülen örnekleme Haziran seçimleri öncesi yine gidilmiş ve yaklaşık yarısıyla bir ikinci yüzyüze görüşme yapılmıştır. Dolayısıyla Nisan 2020 görüşmeleri sonunda aynı kişilerle toplam üç görüşme yapılmıştır.

[2] Aynı kişilerle birden çok kez görüşülen bu tür çalışmalarda örneklemden farklı nedenlerle çıkan ve ilk seferden sonra görüşülemeyen kişiler nedeniyle hata payı hesaplamaları ancak büyük varsayımlar altında yapılabilir. Burada birinci görüşme örneklemiyle ikinci görüşme örneklemi arasında birkaç değişken temelinde ufak farklılıklar olduğunu gösterme yolunu seçtik. Tüm varsayımların sağlandığını kabul edersek yalnızca örnekleme dair hata payının bu büyüklükte bir örneklem için %95 güven aralığında +/- %3 olmasını bekleriz. Yani hipotetik olarak çekeceğimiz büyük sayıdaki benzer örneklemlerden elde edilecek sonuçlar örneğin %50 katılım gösteren bir değişken için örneklemlerin %95’inde söz konusu katılım değeri %47 ‘yle %53 arasında gözlenir.

Bu yazı ilk olarak Sarkaç'ta yayımlanmıştır