Bilim Akademisi, Boğaziçi Üniversitesi'ne Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kararıyla atanan rektör Melih Bulu ve sonrasında yaşanan olaylara ilişkin bir açıklama yayımladı. Akademi, "Sorun sadece Boğaziçi Üniversitesi’nin değil bütün üniversitelerimizin ve Türkiye’nin sorunudur. Boğaziçi Üniversitesi kendisine yapılan bu talihsiz atamaya karşı çıkmakla sadece kendini değil Türkiye’nin geleceğini savunmaktadır." dedi.
Bilim Akademisi, Boğaziçili öğrencilerin gösteri ve yürüyüşlerinin anayasal hakları olduğunu vurgularken; "Tartışmanın asıl odaklanması gereken nokta, belirlemenin asli paydaş olan üniversitenin tümüyle dışlanarak üçüncü kişiler ve nihayetinde Cumhurbaşkanı tarafından yapılmasının mantığıdır." ifadelerini kullandı.
Açıklamanın tamamı şöyle:
Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör atanması sonrasında yaşanan gelişmeleri büyük bir kaygı ile izlemektedir. Olayların ulaştığı nokta, her yıl yayımladığımız, Türkiye’de akademik özgürlüklere ilişkin raporlardan ayrı olarak konuyu değerlendirme ihtiyacını doğurmaktadır.
Tartışmanın temelinde aslında çok basit bir soru yatmaktadır: Üniversiteler neden özerkolmalıdır? Bunun tek gerekçesi T.C. Anayasası’nın 130. maddesinin halen bunu öngörüyorolması değildir kuşkusuz. Üniversitelerin özerkliği, bir ülkede bilimin gelişmesi için olmazsaolmaz ön koşul olması nedeniyle bir gerekliliktir.
1) Dünyanın en ileri üniversitelerinin aynı zamanda üniversite özerkliğini en üst derecede temin eden ülkelerin üniversiteleri olması bir tesadüf değildir. Arada aşikâr bir nedensellik ilişkisi vardır. Özerkliğin amacı ve gerekçesi özgür ve yaratıcı araştırma, eğitim ve tartışma ortamını var etmek ve korumaktır. Bunların ön koşulu da düşünce özgürlüğü, dürüstlük ve liyakattir.
Özerklik ile kast edilen, belirli bir denetim ağı içinde kendi kendini yönetmek özgürlüğünesahip olmaktır. Üniversiteler açısından bu özerklik, akademik, finansal, organizasyonel veistihdamla ilgili politikalarına devlet müdahalesinin asgaride kalması anlamına gelir. Bununtam tersi ise devletin onları yönetmesi demektir. Yani Türkiye örneğinde düşünülecek olursadevletin 203 üniversite, 160.000 üzerinde akademisyen ve 8 milyonun üzerinde öğrenciyiyönetmesi anlamına gelmektedir bu. Yönetici kadrolarının rektörden enstitü müdürünebelirlenmesi, kabul edilecek öğrenci sayısı, öğretim üyesi ve asistan kadroları, dersprogramlarının belirlenmesi, sınav sistemi, mali kaynakların kullanımı, denetlenmesi … bulistenin daha çok uzatılması mümkündür. Bunların hepsinin yanı sıra üniversitenin bütünyönetici kadrolarının merkezden belirlenmesi ile üniversitenin bilimsel araştırmaya yaklaşımıda doğrudan bürokratik bir yapı içinde merkezden saptanır hale gelecektir.
Ancak bu anlayışla ne bilim üretilmesi ne de kaliteli bir eğitimin sunulması mümkündür.Hiyerarşik bir düzen içinde yukarıda söyleneni aşağıda kabul etmekle doğru bilgiye ulaşılmaz,yeni fikirler gelişmez. Kurumların, öğretim üyelerinin ve öğrencilerin özgür düşünen bireylerolarak inisiyatiflerini tanımayan bir sistemde yaratıcılık değil taklit ve intihal öne çıkar. Sadecesayısal kriterlere dayanan indeksler her zaman güvenilir olmasa da özellikle 2015 sonrasındaTürkiye üniversitelerinin uluslararası sıralamalarda yerlerinin sürekli ve ciddi şekildedüşmekte olduğu da yadsınamayacak bir gerçektir ve bilim üretiminin nasıl sekteyeuğradığının göstergesidir.
"Ancak sayılara hiç bakılmadan da aslında şu soruya akl-ı selim ışığında bir cevap aramaksorunu görmek açısından yeterlidir: Bir üniversitenin yönetilmesi için en ideal adayı tespit etmeyetkinliği o üniversitenin kendisinde midir yoksa bir ülkenin Cumhurbaşkanı’nda mıdır?Bilimin yuvası, gelecek kuşak araştırmacıları yetiştiren ve ülkenin göz bebeği olması gerekenentelektüel bir birikime sahip üniversitelerin ister seçimle ister arama komisyonları aracılığıylaisterse diğer başka bir yöntemle yöneticisini doğru belirleyemeyeceğini – aksine – tek kişinin203 üniversite için doğru rektörleri tespit edebileceğini kabul etmek akla ve mantığa aykırıdır.Ancak bugün hukuk düzenimiz tam da bunu öngörmektedir. Bu yanlış atama sistemideğişmedikçe Boğaziçi Üniversitesi ne ilk ne de son örnek olacaktır.
Basında yer alan tartışmalarda sık sık sorunun, rektörlerin seçimle belirlenmesi ve bununartıları ve eksileri hususuna indirgeniyor olması konusunda da bir not düşülmelidir. Seçim,üniversitelerin yöneticilerinin belirlenmesi için kullanılan yöntemlerden sadece birisidir. Hemakademik nitelikleri en üst düzeyde hem de yöneticilik vasıflarını haiz bir rektörün belirlenmesiiçin başvurulabilecek çok farklı bir dizi yöntem vardır. Tartışmanın asıl odaklanması gerekennokta, belirlemenin asli paydaş olan üniversitenin tümüyle dışlanarak üçüncü kişiler venihayetinde Cumhurbaşkanı tarafından yapılmasının mantığıdır.
2018 yılında yapılan yasa değişiklikleri sonrasında, zaten çok sorunlu olan YÖK sistemi dahirektör seçimlerinde devreden çıkarılmış, bu kurumun rolü, özgeçmişleriyle başvuran adaylarhakkında bilgileri toplamak ve Cumhurbaşkanı’na tavsiyede bulunmakla sınırlanmıştır. Busüreçte tavsiyeyi kimlerin, hangi liyakat ölçütlerini esas alarak yaptıkları meçhul olduğu gibinihai belirlemenin nasıl yapıldığı, seçilenlerin hoca olarak, araştırmacı olarak nasıl temayüzettikleri, hangi özgün fikirlerin, yayınların sahipleri oldukları, akademik dürüstlük ilkelerikonusunda duyarlılıkları, daha önce yöneticilik pozisyonunda bulundukları kurumları nasılgeliştirmiş, ne başarılar sağlamış oldukları gibi soruların tümü cevapsız kalmaktadır.Atamaların keyfilik dışında herhangi bir kriteri olmadığı anlaşılmaktadır.
Bilim Akademisi açıklamasına şöyle devam etti:
"Oysa tek elden yönetimin doğru sonuçlara götürdüğünü tarih bugüne kadar doğrulamamıştır.Bundan ders almak hepimizin ödevidir. Türkiye yüksek öğretimi uzun zamandır olmadığıkadar baskı altındadır. Nefes almaya ve yeniden yapılanmaya ihtiyacı vardır. Aksi durumdasüregiden beyin göçünün durdurulması mümkün olmayacağı gibi üniversitelerimizindüzeyinin her gün daha da düşmesine, ülkemizin en önemli değerlerinin erimesine şahit olmayadevam edeceğiz. İktidarlar gelir, iktidarlar gider; ancak Boğaziçi Üniversitesi gibi ülkeningüzide kurumlarına siyasi tercihlerle verilen zarar gelecek nesillere aktaracağımız bilimselbilgi birikimimizde onarılmayacak hasarlar meydana getirir.
Sorun sadece Boğaziçi Üniversitesi’nin değil bütün üniversitelerimizin ve Türkiye’ninsorunudur. Boğaziçi Üniversitesi kendisine yapılan bu talihsiz atamaya karşı çıkmakla sadecekendini değil Türkiye’nin geleceğini savunmaktadır. Bu hazin duruma parmak basmak, barışçıyollardan tepkisini ifade etmenin ve bunun için gösteri ve yürüyüş hakkından faydalanmanınbu ülke vatandaşı herkesin halen anayasal hakkı olduğunu da ayrıca vurgulamak isteriz.
1) Üniversitelerin bilimsel çıktılarının arttırılması için özerklik olmazsa olmaz bir koşulsa da kuşkusuz yeterli bir koşul değildir. Ancak bu koşulların tespiti bu açıklamanın boyutunu aşacaktır."