TRT’de yayınlanan Gönül Dağı adlı programa katılan Başbakan Binali Yıldırım, direksiyon başına geçti. İlk mesleğinin otobüs şoförlüğü olduğunu belirten Yıldırım, “Türkiye’nin her yerine yolcu taşımacılığı yaptık” dedi. Eski günleri özlediğini anlatan Yıldırım, “Bizim gibi görevdeki insanların hayatı çok parlak değil, cazip değil. Adeta kontrollü serbestlik gibi yaşıyoruz, istediğiniz gibi hareket edemiyorsunuz. Koruma, güvenlik, çok insan etrafınızda oluyor, normal sade vatandaş gibi hareket etmek istiyorsunuz, edemiyorsunuz” ifadesini kullandı.
Babası ile 1978 yılında aldıkları “Mercedes 0 302” marka otobüsle aynı model bir otobüsün direksiyonuna geçen Yıldırım, memleketi Erzincan’ın türkülerini söyleyerek yaşadıklarını o yılları şöyle anlattı :
“Bu türkü bizi çocukluk yıllarımıza, gençlik yıllarımıza götürüyor, o günleri yaşatıyor. Biraz çaresizliği, hayatın zorluklarını, insanın bu zorluklar karşısında mücadele gücünün yeterli olmadığı, bunlar böyle aklımıza geliyor, hüzünleniyoruz. Babamla 1984 yılına kadar bu işi yaptık. Bu vesileyle Türkiye’nin her yerine yolcu taşımacılığı yaptık. Herhalde 15 senedir doğru dürüst araba kullanmıyorum. Tabii Bakanlık, Başbakanlık döneminde çok fırsatımız olmuyor. Eski günlerimi hatırladım.
Bu otobüsün benim için çok büyük bir anlamı var. Otobüsü aldığım zamanlar aşağı yukarı üniversiteyi bitirmiştim. Babam iyi bir celepçidir (Hayvan ticareti ile uğraşan) sonra otobüsçülükten de biraz para kazandık. Daha sonra taksicilik yaptık. İstanbul’da 80’li yıllarda 2 tane ticari taksimiz vardı. Sonra onu da sattık ve parke imalatçılığı yaptık. Sonra da denizcilik işine girdik. İstanbul Teknik Üniversitesi Gemi İnşa ve Deniz Bilimleri Fakültesinde okudum. Ben denizciyim, ulaşım işi oradan geliyor.
Erzincan Kayı Köyü’nden Topal Dursun’un oğluyum. Anam 1971’de genç yaşta öldü. Babam celepçilik yapardı, ben de ona yardım ederdim. Tarlalarda biçmek, ekmek için babama yardım eder, bazen okula gitmezdim. Yazın tarla biçerken uçaklar geçerdi. ‘Uçaklarda acaba kimler var, nereye gidiyorlar, keşke ben de içinde olsam’ diye düşünürdüm, çok merak ederdim. Hatta uçak gözden kaybolmasın diye, sırt üstü yatar seyrederdim. Çocuklarımıza hayatın sadece güzel taraflarını değil zorluklarını da göstermek lazım. O yüzden çocuklarımı hep köyüme, memleketime götürürüm, oralarda geçen günlerimizi onlara anlatırım.
O zamanlar sorumluluklarınız biraz daha az, kendinize, ailenize daha çok zaman ayırabiliyorsunuz. Ama şimdi burada daha geniş, bütün memleketin sorunları, vatandaşların sorunları, her şeyle ilgilenmeniz gerekiyor, sıkıntıları çözmeniz gerekiyor, vatandaşın beklediği hizmetleri yapmanız gerekiyor. Tabii zor, ama bir o kadar da onurlu bir iş. Aslında başbakanların, bakanların, bizim gibi görevdeki insanların hayatı çok parlak değil, cazip değil. Niye? Adeta kontrollü serbestlik gibi yaşıyoruz, istediğiniz gibi hareket edemiyorsunuz.
Koruma, güvenlik, çok insan etrafınızda oluyor, normal sade vatandaş gibi hareket etmek istiyorsunuz, edemiyorsunuz. Tabii korumalarınız endişeleniyor bir şey olacak diye, siz de böyle etrafınız kuşatılmış olmasından hoşlanmıyorsunuz, insanlarla kucaklaşmak istiyorsunuz, oturup çay içmek, sohbet etmek, dertleşmek istiyorsunuz; öyle zorluklar yaşıyoruz. Ama ben mümkün mertebe fırsat buldukça vatandaşların arasına girmeyi tercih ediyorum.
Ben orta-lise eğitimimi Kasımpaşa’da yaptım, Kasımpaşa’nin meşhurdur kokoreçi. Bizim Cumhurbaşkanımız da kokoreçi sever. Mesela yolda giderken konaklama tesisleri var. En lezzetli yemekler tırcıların, kamyonların durduğu yerdedir. Ben de güzel yemek yaparım, ama şimdi çok zamanım olmuyor. Arnavut ciğeri, karnıyarık çok güzel yaparım.”