Karar yazarı Taha Akyol, YSK'nın İstanbul'da seçimlerin tekrarlanmasına yönelik kararını değerlendirdi. Akyol, "İmamoğlu değil de Binali Yıldırım olsaydı, belediyenin veri tabanı kayıtlarının elektronik olarak kopyalanmasını ve İBB bütçesinden desteklenen dernek ve vakıfların açıklanmasını durdurmak için yargıya gidilir miydi? Seçimleri YSK iptal eder miydi?" sorularını gündeme getirdi.
"Hukuku 'biz'e göre yorumlama sorunu en ciddi sorunlarımızdan biridir" diyen Akyol'un "Hukuk devletinde ‘seçilmişler" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
YSK dün akşam saatlerinde İstanbul seçimlerini iptal etti. Siyaseten tahmin edilen, ama hukuken yanlış olduğunu düşündüğüm bir karar; ancak karar metnini görüp inceledikten sonra, yarın bir değerlendirme yazabilirim.
Hemen şuna dikkat çekeyim, YSK kararı açıklanır açıklanmaz dolar yükseldi.
Bugün şunu belirteyim ki, YSK, politikacıların söylediği “kamu vicdanı, vatandaşın arzusu, milletimiz böyle istiyor” gibi soyut gerekçelerle karar veremez. YSK, verdiği iptal kararının kanunlardaki hangi maddelere, kendisinin hangi içtihatlarına dayandığını göstermek zorundadır.
Tarihimizdeki en büyük hukukçularımızdan Mecelle yazarı Cevdet Paşa 1871 yılında yazdığı adlî ıslahat raporunda, “kanun” kavramının önemini vurgulayarak şöyle diyordu, bugünkü Türkçeyle:
“Hakimler önlerine gelen olayın özelliklerini şerh etmek ve tam bir adaletle kanunu uygulamakla görevlidir. Kendi vicdani muhakemelerine başvurarak hüküm veremezler” (Tezakir, Tetimme, sf. 99)
Bu “kanun” fikri hukuki modernleşme tarihimizin en önemli zihniyet gelişmelerinden biridir.
Hele de çağımızda AYM, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay ve elbette YSK kesinlikle “siyasi” etki altında kalmamalı, kesinlikle sadece “hukuki” karar vermelidir.
Siyasi etki. Kurumların itibarını sarsmaktadır.
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, zarar eden belediye şirketlerini kapatacağını söyledi. AK Parti ve MHP’li üyeler Mansur Yavaş’ın kanundaki yetkilerini kısıtlamak için belediye meclisinde önerge verdiler.
Yavaş, kanuna aykırı bularak önergeyi oylatmadı, oylansaydı çoğunluk tarafından kabul edilir, seçilmiş belediye başkanı protokol müdürü durumuna düşerdi.
Önerge gerçekten de kanuna aykırıydı. Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun başkana verdiği yetkilerden biri şöyle:
“Büyükşehir belediyesinin ve bağlı kuruluşları ile işletmelerinin etkin ve verimli yönetilmesini sağlamak… bütçe tasarılarını, bütçe üzerindeki değişiklik önerilerini ve bütçe kesin hesap cetvellerini hazırlamak.” (Md. 17/e)
Belediye başkanının “etkin ve verimli yönetilmesini sağlama” görevi içinde elbette zarar eden şirketleri kapatma veya yöneticilerini değiştirme yetkisi de vardır.
Kanunun verdiği yetki, belediye meclisindeki çoğunluğun kararıyla kaldırılamaz. Meclis “yönetim” yapamaz, “denetim” yapabilir, mutlaka yapmalıdır da.
İktidar bloku kendi belediyelerinde hiç böyle bir yetki değişimi istedi mi?!
Maalesef “sizden-bizden” meselesi!.
Kırıkkale / Keskin’de seçimleri İYİ Parti kazanmıştı, YSK iptal etti, yeni seçimlere gidilecek.
Boşalan Keskin belediye başkanlığına Kırıkkale valisi kayyım atadı. Atanan kayyım, daha önce AK Parti’den milletvekili adayı olmuş bir zat.
Halbuki 5393 sayılı Belediye Kanunu konuyu uzun ve ayrıntılı olarak düzenlemiş, özetle:
“Belediye bakanlığının boşalması halinde… vali tarafından belediye meclisi toplantıya çağrılır, belediye başkanı belediye meclis üyeleri arasından ve gizli oyla seçilir.” (Md. 45)
Bu uygulanmadı; Keskin belediye meclisinde çoğunluğun İYİ partili olduğunu belirtelim.
Evet OHAL döneminde 647 sayılı KHK ile bu 45. Maddede değişiklik yapıldı. “Terör örgütlerine yardım ve yataklık suçları sebebiyle görevden uzaklaştırılması veya tutuklanması ya da kamu hizmetinden yasaklanması veya başkanlık sıfatı veya meclis üyeliğinin sona ermesi hallerinde” kayyım atanması hükmü getirildi.
Fakat Keskin’de “terör örgütlerine yardım ve yataklık suçları sebebiyle” değil, YSK kararıyla seçimlerin yenilenmesi sebebiyle belediye başkanlığı makamı boşalmıştı, vali tarafından toplantıya çağrılan belediye meclisinin geçici başkanı seçmesi gerekirdi.
Öyle yapılmadı; yine “sizden-bizden” meselesi.
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tasarrufları hakkında yargının verdiği “yürütmeyi durdurma” ve “erişimi engelleme” kararları da dikkat çekici. Bu iki karar idare hukukunun temeli olan “idari işlem” kavramına bile aykırıdır. Önümüzdeki günlerde ayrıntılı olarak yazacağım.
İmamoğlu yürütmeyi ve erişimi durdurma kararlarıyla durduruldu, dün YSK kararıyla görevi sona erdi!
İmamoğlu değil de Binali Yıldırım olsaydı, belediyenin veri tabanı kayıtlarının elektronik olarak kopyalanmasını ve İBB bütçesinden desteklenen dernek ve vakıfların açıklanmasını durdurmak için yargıya gidilir miydi? Seçimleri YSK iptal eder miydi?
Yine “sizden-bizden” meselesi…
Hukuku “biz”e göre yorumlama sorunu en ciddi sorunlarımızdan biridir.
Hukuk devleti standartlarını yükseltmeden iktisadi gelişmenin de sonuna geldiğimizi, petrolsüz Türkiye’ye yatırım çekmenin tek yolunun evrensel standartlarda hukuk devleti olduğunu bari görsek…