Gonca Tokyol
Türkiye’de kadınların yıllardır 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü’nde İstanbul’daki İstiklal Caddesi’nde gerçekleştirdikleri Feminist Gece Yürüyüşü bu yıl polis tarafından engellendi. Caddenin bir bölümü günün erken saatlerinde kapatılırken, kadınların bir süre Fransız Kültür Merkezi önünde toplanmasına izin verildi ancak ilerleyen saatlerde alanı terk etmeyen ve caddenin açılması talebini sürdüren kadınlara polis biber gazı ve plastik mermiyle müdahale etti. Türkiye, kadınların 8 Mart’ı kutlamasına izin verilmemesi kulvarında dünya genelinde neredeyse tek ülke olurken; kadınlara yönelik polis şiddeti de hem ülkede hem de dışında tepki çekti.
9 Mart’ta Yeni Şafak muhabiri Burak Doğan’ın attığı tweet ise olayın gidişatını değiştirdi. 8 Mart’ta çekilen bir videoyu paylaşan Doğan, ezanın protesto edildiğini iddia ediyordu. Yeni Şafak çalışanının söylediklerinin toplumun geniş kesimleri nezdinde önem kazanması da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu iddiayı 10 Mart'ta Adana’daki mitingte gündeme getirmesiyle gerçekleşti.
Erdoğan’ın ilk olarak "Taksim'de CHP ve HDP'nin öncülüğünde güya Kadınlar Günü için bir araya gelen bir grup, ezana ıslıklarla, sloganlarla terbiyesizlik ettiler" ifadeleriyle gündeme taşıdığı iddia, aralarında alanda bulunan kadınlar ve hatta AKP milletvekilleri ile iktidara yakın medya kuruluşlarında çalışan gazetecilerin de yer aldığı çok sayıda kişi tarafından yalanlandı ya da tartışma zemininin doğru bulunmadığı ifade edildi. Ancak, Erdoğan yine de bu iddiayı gündemde tutmayı sürdürdü.
2016’da kurulan ve bağımsız bir doğrulama platformu olan teyit.org’un bu iddiayı incelemeye yönelik çalışmaları da aynı dönemde ivmelendi. İlk olarak 8 Mart’ta İstiklal Caddesi’nde olan DHA, Reuters, Euronews ve Ruptly gibi ajansların kapısını çalan ekip, ezanın başlangıcına dair görüntülere ulaşamamalarının ardından 13 Mart’ta Twitter’dan bir çağrı yaptı. “Ezan başladığında kalabalığın durumunu net olarak görmemizi sağlayacak metodolojimiz gereği en az iki delile ihtiyacımız var” sözleriyle ezanın başlangıcı olan saat 20:28’den hemen önceki görüntülerin kendilerine ulaştırılması için yardım istediler.
Türkiye’nin o an için içinde bulunduğu ‘ezan tartışması’ da bu çağrıyla birlikte yeni bir boyut kazandı. Teyit.org’un ‘8 Mart’ta ezanın ıslıklanıp ıslıklanmadığı’ iddiasını incelediğini duyurması, Feminist Gece Yürüyüşü’nde polisin müdahalesine maruz kalan kadınların, gazetecilerin ve daha birçok kişinin tepkisini çekti. Bazı Twitter kullanıcıları yanlışlığı AKP’li isimler tarafından bile kabul edilen iddianın teyitlenmesi ihtiyacını manasız bulurken, bazıları ise görüntülerin polis ya da savcılığa verilebileceğini ya da 8 Mart katılımcılarına soruşturma açılabileceği açıklamalarının gölgesinde bu görüntülerin ‘kanıt’ olarak kullanılabileceğini savundu. Teyit ekibi, Twitter'da yapılan yorumlarda kurulmalarından 3 yıl önce gerçekleşmiş ‘Kabataş yalanı vakası’nı incelememiş olmakla eleştirildi, iktidara yakın sermaye gruplarından ya da yerel yönetimlerden ‘iş koparmaya’ çalışmakla itham edildi.
Teyit ekibi, Twitter’dan yaptıkları çağrı sonrasında 14 Mart’ta yayınladıkları incelemenin sonuç bölümünde ise “Delillerin kitlenin ezanı protesto ettiğini göstermediğini” söylüyordu.
(...)
Teyit ekibine dair tepkiler, 8 Mart'a dair iddiayı incelemelerinin ardından da bitmedi. Hürriyet gazetesinin pazar günü internet sitesinde yayınladığı ve HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli'nin dile getirmediği sözleri onun ağzından çıkmış gibi başlığa taşıdığı habere yönelik teyit.org'un yaptığı inceleme de Twitter'da tepki çekti.
Hürriyet ve CNN Türk’ün Temelli’nin konuşmasının haberleştirilmesinde kullandığı manşeti ‘yanıltıcı başlık örneği’ olarak nitelendiren teyit.org’a ilk tepki gösteren isimlerden biri olan gazeteci Ümit Kıvanç, “Bu, ‘yanıltıcı başlık örneği’ falan değil. Ortada düpedüz uydurma ve yalan var. Genel klasman olarak da kara propagandaya girer. Bu konularda daha fazla dikkat göstermenizi ve bugüne kadar yaptığınız onca faydalı işe gölge düşmemesini diliyoruz” dedi.
(...)
Birçok kullanıcı da Kıvanç’la benzer bir noktaya dikkat çekerek, ‘yanıltıcı/yalan’ haber ayrımına işaret etti, bazıları da eski Hürriyet Gazetesi Ombudsmanı Faruk Bildirici’nin de pazartesi akşamı Halk TV’de dile getirdiği “Haberi 2 gün boyunca manşette tuttular bu yalanda ısrar ettiler, bu gazetecilik olamaz” yorumuna gönderme yaptı. Teyit ekibi ise ‘yanıltıcı-yalan’ başlık eleştirilerine yine Twitter’dan şöyle yanıt verdi:
“Bu iddia yanlış kategorisinde yer almaktadır. Yanıltıcı başlık yanlış bilgi türlerinden birisidir. Haberin içeriğinin doğru olduğu ancak başlığın yanlış olduğu içerikler bu tür altında yer alır.”
Peki Teyit ekibinin hem 8 Mart hem de Temelli başlıklarında eleştirilmesinin sebebi neydi? 8 Mart'la ilgili iddiaları incelemeye nasıl karar verdiler? Kararları neden tepki çekti, üzerlerine vazife miydi? Ezanın ıslıklandığı iddiası teyit edilemez ya da yalanlanamaz bir iddia mıydı? Teyit nedir, dünyada ve Türkiye'de hangi ihtiyaçlardan doğdu? Gazetecilerle nerede benzeşiyor, nerede ayrışıyorlar? Tüm bu soruları ve cevaplarını konunun muhatapları, Teyit ekibinden Gülin Çavuş ve Ali Osman Arabacı, serbest gazeteci Kumru Başer ve Lübnan Amerikan Üniversitesi Multimedya Gazetecilik Bölümü Öğretim Üyesi Doktor Sarphan Uzunoğlu ile konuştuk.
Teyit.org ekibi, iddianın gündemlerine nasıl girdiğinden bahsederken “Türkiye’nin tüm gündemini belirleyen, bütün gazetelerin manşetine taşıdığı, köşe yazılarına konu olan, miting alanlarında tartışılan bir konuyu gündemimize almamamız düşünülemezdi” diyor. Konu hakkında kullanıcılardan 67 ihbar gelmiş, kuruluşlarından bu yana incelemeleri en fazla talep edilen başlıklardan birinin bu olduğunu ekliyorlar.
Şef Editör Gülin Çavuş, “Gönderilen ihbarların yoğunluğu bile Teyit’in bunu incelemeye alması için yeterli bir nedendi” diyor ve devam ediyor:
“Bu iddia, Teyit’in bir iddiayı ele alırken uyguladığı önceliklendirme kriterleri olan yaygınlık, önem ve aciliyetin tamamını kapsıyordu. Gelen ihbarlar arasında; 8 Mart gecesi Taksim’deki yürüyüşe katılıp ezanı ıslıklamakla suçlanan kadınların gönderdikleri de var, politikacıların iddialarının doğru olup olmadığını kanıtlarla öğrenip düşüncelerini ona göre şekillendirmek isteyen internet kullanıcıları da. Özetle Teyit’in bunu incelememesi için hiçbir gerekçe yoktu. Biz, iddialar hakkında somut delilleri, olguları ortaya koyan bir platformuz. Yapmamız gereken kimin haklı olduğunu bulup onun tarafında durmak değil, gündemi meşgul eden şüpheli iddiaların gerçekliğine dair somut bulgular ve kanıtlar ortaya koymak.”
Lübnan Amerikan Üniversitesi Multimedya Gazetecilik Bölümü Öğretim Üyesi Doktor Sarphan Uzunoğlu da bu incelemenin yapılmasında hiçbir sakınca olmadığı konusunda Teyit ekibiyle hemfikir, "Türkiye’deki siyasal gerginliğin tam ortasındaki meseleyle ve o konuda -Türkiye’deki en etkili siyasal aktör tarafından- ortaya atılan bir iddiayla uğraşmak elbette bu tip organizasyonların görevidir" yorumunda bulunuyor.
Uzunoğlu, Feminist Gece Yürüyüşü'nün düzenleyicilerinin de inceleme talebinde bulunanlar arasında yer aldığını hatırlatarak, teyit.org'un güvenilir bir organizasyon olduğunun altını çiziyor. İddianın incelenmesine değil ancak yöntemsel olarak crowdsourcing'in (kitleden kaynak toplanması) seçilmesine bir eleştiri getiriyor Uzunoğlu. Teyit ekibi bu yöntemi seçmeseydi 'bu kadar kıyamet kopmayacağını' düşünüyor; -crowdsourcing'i en doğru yöntem olarak görmemesinin sebebi ise ülkedeki kutuplaşma. İncelemede imzası bulunan Teyit editörü Ali Osman Arabacı ise aynı fikirde değil. Kendi çabalarıyla erişemedikleri bir kanıta kullanıcıların yardımıyla ulaşabileceklerini düşündüklerini belirtiyor ve 'ilk kez deneyimledikleri editoryal bir karar' olarak nitelendirdiği sürecin sonucundan memnun olduklarını söylüyor.
Serbest gazeteci Kumru Başer ise iddianın teknik olarak teyit edilebilir ya da yalanlanabilir olduğu konusunda Teyit ekibi ve Uzunoğlu'yla aynı fikirde değil. Teyit.org'un "çok kıymetli bulduğu işler yaptığını, severek izlediğini" söylerek söze başlıyor ancak incelemeyi birçok açıdan yanlış bulmuş.
Ezanla aynı anda birilerinin ıslık ya da düdük çalmasının mümkün olduğunun ancak bunun protesto anlamına gelmeyeceğinin altını çizerek, "Ezana denk gelmeyen bir gösteri nadirdir zaten. 'Ezan okunurken herkes o anda ne yapıyorsa bırakır ve hazır ola geçerek dinler' gibi bir yasa ya da teamül de olmadığı için insanlar ne yapıyorlarsa sürdürürler. Bunu da aslında Türkiye'de herkes bilir. Bu bakımdan, bu tür şeyler bağlamından koparılarak teknik bir şeymiş gibi ispatlanamaz" diyor.
Olayın 'bağlamının ve arka planının' iddiayı net bir şekilde çürüttüğü yorumunda bulunuyor; "Bu arka plan özetle şudur" diyor ve ekliyor:
"Feministler, Kadınlar Günü dolayısıyla 17 senedir benzer sloganlarla yürüdükleri bir güzergahta gece yürüyüşlerini yapmak üzere toplanıyor. Dünyanın her yerinde özgürce her yerde ve her saatte, kitlesel olarak kutlanan günde, İstanbul'da kadınların yürümesi engelleniyor; üzerlerine gaz, plastik mermi ve köpeklerle yürünüyor. Çok farklı siyasi eğilimlerden gelen ve aralarında inançlı birçok kadın da bulunan feministlerin, hiçbir zaman hiçbir yerde ezanla bir sorunu olmadığı, böyle bir konunun var olmadığı, iddia sahipleri de dahil hiç kimsenin aksini iddia edemeyeceği bir gerçek. O zaman bu iddiayı teknik kanıtlarla doğrulama ya da yalanlama çabası da çok saçma bir çaba haline geliyor."
Başer'in 'Türkiye'de an itibariyle demokratik ve bilgiye dayalı tartışmaların yapılabildiği, karşılıklı seslerin duyulabildiği bir kamusal tartışma alanının artık göreceli olarak bile olmaması' yorumu üzerinden de Teyit ekibinin yaptığı incelemeye bir eleştirisi var. Yapılan, 'teyit denemesi' olarak nitelendirdiği incelemeyi okuduğunu belirterek, "Bu çabanın iddia sahibi açısından bir anlam taşımadığı Cumhurbaşkanı'nın bu iddiaları her gün bir kaç kere daha, yeni detaylar da ekleyerek tekrarlamasından anlaşılıyor" yorumunda bulunuyor, bu teyit çalışmasının iddiaları dinleyen ve inanan kitlelere ulaşıp onların yargılarını değiştirebileceği konusunda da iyimser değil:
"Bu teyit çalışmasını sadece bizler gibi bu iddiaya zaten inanmamış olan insanlar okudu bence. Biz de zaten bağlamdan dolayı o gün çekilmiş videoları incelemeden biliyorduk orada ne olduğunu ve ne olamayacağını."
Gülin Çavuş ise Teyit'in "kendi metodolojisi gereği herkesi ikna etmeye ve kutuplaşmadan görece daha az nasibini almış kitlelere ulaşmaya çalıştığını" söylüyor. Kişilerin kendilerini 'siyaseten doğru görmelerinin' doğrulamanın koşullarını değiştirmediğini belirterek, "Gelen tepkilerde gördüğümüz ortak bir tutum var o da 'çünkü biz böyle diyoruz' tavrı. Bu ise kutuplaşmış bir toplumda bir işe yaramıyor gördüğümüz kadarıyla. Yani özür yayımlayan köşe yazarlarının yazdığı gazetelerin manşetleri hâlâ aynı iddialarda bulunuyorsa 'ben yanlış anlamışım' ya da 'yaa gördünüz mü biz haklıyız' demek kimseyi ikna etmiyor" diyor.
Teyit'in yaptığı incelemeyi eleştirenlerin yönelttiği "Peki bu teyit çalışması bu iddiaları dinleyen ve inanan kitlelere ulaşıp onların yargılarını değiştirebiliyor mu" sorusuna cevabı da şöyle oluyor:
Elliden fazla organizasyonun yer aldığı bir ağın (Editörün notu: International Fact Checking Network 'IFCN') parçası olduklarını ve 'şeffaflık, somut deliller, kaynak gösterme biçimi' gibi yöntemlerin de sadece kendilerine ait kurallar olmadığının altını çizen Çavuş, devam ediyor:
"Bunların içerisinde sadece iklim değişikliği ile ilgilenenler, sadece politikacıların söylemlerini doğrulayanlar, sağlık alanındaki yanlışları inceleyenler de var. Yani iklim değişikliği gerçeğini reddeden siyasetçilerin olduğu bir dünyada 'ama iklim değişikliği vardır bu yetmez mi, niye bunu doğrulamaya çalışıyorsunuz' diye hesap sormanız ne kadar abesse bize de bu konuyu neden incelediniz diye sorulması o kadar abes. Olgulardan bahsetmekten kaçındığınızda ve bazı şeylerin tartışmaya açılamayacağını iddia ettiğinizde kutuplaşmaya ve her grubun kendisine özgü doğrularla yaşamaya mahkûm olmasına neden oluyorsunuz."
Ezanın ıslıklandığı/protesto edildiği iddiasını 'rasyonel veya gözlemsel verilere dayalı olmayan, dolayısıyla cevap verilemez bir suçlama' olarak nitelendiren Kumru Başer ise bunu "toplumun belli kesimlerinin, diğerleri nezdinde düşman görülmesine dayalı bir söylemin parçası" olarak görüyor ve ekliyor:
"Şöyle bir mantıkla işliyor. Önce iktidarı desteklemeyen kesimlerin her türlü kötülüğü yapabilecek tıynette insanlar olduğu var sayılıyor. Bir kez bu baştan kabul edilince de yaptıkları her şeye bunun üzerinden karanlık anlamlar yüklenebiliyor. "Arka sokaklardan İstiklal'e, Taksim'e çıkmaya çalıştılar" dendiğinde, çirkin karanlık bir kitlenin her delikten çıkarak hain emellerini gerçekleştirmeye çalıştığı bir tablo çiziliyor. Oysa rasyonel dünyamızda İstiklal Caddesi isteyen herkesin çıkabileceği kamusal bir alan, normal bir caddedir. Sonra insanların, büyük mücadelelerle yüzlerce yıl içerisinde kazanılmış ifade ve gösteri hürriyetlerini kullanmak istemesi en doğal haklarıdır. Bu tür gerçek üstü iddiaların her birinin doğru olmadığını kanıtlamaya çalışmanın boş bir çaba olduğu kadar siyasi bir yanlış olduğunu da düşünüyorum. Çünkü bunların her biri asıl tartışılması gereken konuyu gizliyor."
'Siyasi bir yanlış' yorumuna itiraz Gülin Çavuş'tan geliyor. "Televizyonlar, gazeteler ve siyasetçiler belli bir ajandayla hareket edebilir ama bunun sadece tüketicisi konumundaki kitleler için 'işte bu böyledir' demenin yetmediği noktalar olduğunu düşünüyoruz" diyen Çavuş'a göre 'yanlışın ve yalanın ortaya çıkışı, propaganda, komplo teorisi gibi amaçlar içerebilir ama onu yaygınlaştıran ve zihinlere yerleştiren şey yerine doğru bilginin konmasındaki güçlük':
"Gazetecilerin, popülist siyasetçilerin dayattığı duygulara ve 'inandığım şey doğrudur' anlayışına karşı olgulara ve kanıtlara dayanan bir yöntemi olmalı. Ne yazık ki Türkiye’de tüm kesimler bu dayatmanın karşısına daha güçlü yöntemle çıkmak yerine akışa kapılıp, kutuplaşmanın bir tarafı haline geliveriyor. Kendisini gazeteci olarak tanımlayanlar dahil..."
İddianın ortaya çıkış noktasının Yeni Şafak'ta çalışan bir gazeteci olduğu ve ilerleyen süreç de birçok açıdan gazeteciliğin kapsamına girdiği için gazeteciler de ister istemez 8 Mart'tan sonra yaşanan tartışmanın ve alt dallarının odağında. Çavuş, yaptıkları işin toplum ve gazeteciler tarafından tam olarak bilinip bilinmediğini sorguluyor:
"Var olan medya kuruluşlarından farkımız olmak zorunda olduğunun tam kavrandığından emin değilim. Toplumdaki kutuplaşmanın bir yansıması doğrudan medya kuruluşlarına da sirayet etmiş durumda. Medya herkesin kendi doğrularından malul bir yer olmamalı ama Türkiye’de uzun süredir böyle. Teyit ise çok farklı tartışmaları gazetecilerin önüne koymaya çalışıyor; etik gibi, şeffaflık gibi, doğrulama, güven, kaynaklar gibi…
"Kadının beyanı yetmiyor mu, tartışması ise bizim tartışmamız değil. Çünkü Teyit’in böyle bir sorumluluğu da yok. Teyit yola doğrulamadan, kaynak şeffaflığından ve kaliteli içerik üretmekten bahsetmek için çıktı. Türkiye’de uzun süredir dezavantajlı grupların, emekçilerin, kadınların sesi olan yayınlar var, beklentinin bu yayınlara yönelik olması anlaşılır. Ama bizim için değil."
Ali Osman Arabacı ise günlük hayatta ya da ekip olarak gittikleri yerlerde hiç beklemedikleri tepkiler alabildiklerini hatırlıyor. Dolmuşta, otobüste "Ne iş yapıyorsun" diyenlere durumu izah etmeye çalıştığını söylüyor:
"Bazen tam olarak anlamayanlar çıkabiliyor ancak durumu özetleyip bir cümle yukarıda söylediğim gereklilik ihtiyacını onlara hissettirdiğimde işin çok faydalı bir şey olduğuna kanaat getiriyorlar. Gazeteciler bizi biliyorlar. Onlarla çok daha yakın bir temas halindeyiz. Yaptığımız iş gazetecilerin yaptıkları işlerle çok yakın öğeler barındırıyor. Bizim düşüncemiz onları uzak bir konuma yerleştiren yapıda da değil zaten. Her fırsatta gazeteciler ile teyitçilerin iş birliği yaparak bilgi kirliliğinin önüne daha güçlü şekilde geçebileceğini düşünüyoruz."
Sarphan Uzunoğlu'nun Türkiye'de gazetecilerin teyit ve doğrulama yapan platformlara tepkili/önyargılı olduğu yorumuna katılıp katılmadığı sorusuna yanıtı da şöyle oluyor:
"Mümkün. Birincisi, gazeteciliğin yaşadığı finansal, siyasal ve teknolojik kriz gazetecileri kendi mesleklerine tamamıyla yabancı konuma getirdi. Üretim araçlarına erişimleri ya da yeni medya okur yazarlıkları olmadığından birçok gazeteci kendi meslek pratiklerinin dışına itilmiş hâlde buldular kendilerini. Sermayedeki değişim de birçok gazeteciyi sistemin göbeğinden periferilerine itti. Tüm bunlar olurken gazetecilerin bir kısmı yozlaşan kurumların içerisinde “iyi habercilik” yapmaya çalıştılar; ama yan masalarında yalan haber üretiliyordu ve kendi haberleri de “süzgeçlere” takılıyordu. Doğrulama aktivistleri bu tür filtrelere dahil değiller. Başlarında “medya komiserleri” yok. Elbette bu da bir tür kıskançlık olmasa da öfke doğuruyor olabilir. Ama bu, önyargı için yeterli bir bahane değil. Gazetecilerin uzun süredir gerçekten olgusal haber üretimi konusunda büyük eksiklik yaşadığı ve kendilerinin de taraflaştığı gerçeği düşünülünce aslında bunun ben bir tür kendine dönük öfke de olduğunu düşünüyorum."