*Gülseren Onanç
Türkiye’de 18-25 yaş grubunda gençlerin yüzde 73 imkanları olsa başka bir ülkede yaşamak istediğini belirtmişler. Bu bulgular beni derinden yaralıyor. Üzüntümün kaynağı ulusal reflekse dayanmıyor. Her bireyin istediği ülkede yaşama hakkının olması gerektiğini savunan, gençlikte farklı ülke ve kültürleri deneyimlemenin bireysel gelişimi desteklediğine inananlardanım. Ama gençlerin umudu başka ülkelerde aramasından, köklerinden, geçmişinden, topraklarından çaresiz bir şekilde vazgeçmesinden dolayı içerliyorum. Gençlere umut veren bir memleket kuramadığımız için kendimi sorumlu hissediyorum.
Gençler geleceği başka coğrafyalarda aramalarını anlıyorum. Mezun olduktan sonra iş bulma kaygıları var, iş bulsalar bile hak ettikleri kalitede bir yaşam sürmeyeceklerini düşünüyorlar. Bu nedenle geleceklerini onurlu ve kaliteli bir yaşam sürecekleri yerlerde aramalarını çok haklı buluyorum. Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun Türkiye’de genç işsizliğe ilişkin verilerine göre geniş tanımlı genç işsiz sayısı 2,3 milyon. 15-24 yaş arası gençlerle yapılan araştırmada, genç işsizliğinin AKP döneminde arttığı, yüksek öğrenimli gençlerin ağırlıklı olarak asgari ücretle çalıştığı, genç işsizlik oranlarının salgın döneminde daha arttığı belirtiliyor.
Albert Hirschman’ın “Çıkış, SES, sadakat” (Exit, Voice, Loyalty) adındaki meşhur tezinde, şirketler veya devletler için yaptığı tanımlamada, bireyin şirketler/markalar veya kurumlar (siyasi partiler, devlet kurumları vb) ile ilişki biçimini şöyle tanımlıyor: “Ya kuruma sadık kalırsınız, ya eleştiri getirirsiniz ya da sistemden çıkarsınız.”
Gençler Türkiye’nin bozulan demokrasisi ve ekonomisine karşı nasıl bir tavır alacak? Albert Hirchman’ın rekabetçi bir ortamda üretilen mal ve hizmetler üzerine oturttuğu bu tez ekonominin dengeleri içinde işlese de, işin içine ulusal kimlikler girdiğinde çok daha çetrefilli bir hal alıyor. Yani hizmetinden memnun kalmadığımız servis sağlayıcısı bir şirketi bırakıp başka bir şirkete geçebiliriz ama vatandaşı olduğumuz ülkeyi değiştirmenin maliyetleri çok daha fazla. Bu durumda gençler vatandaşı oldukları devletin hiç memnun etmeyen kurumlarına her koşulda sadık mı kalacaklar yoksa bırakıp başka bir ülkede yaşamayı mı seçecekler? Türkiye’deki araştırmalar gençlerin yüzde 73’ünün sadık olmak veya SES çıkarmak yerine ÇIKIŞ yolunu seçtiğini söylüyor.
Yeditepe Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı ve İstanbul Gençlik Araştırmaları Merkezi Kurucu ve Koordinatörlerinden Demet Lüküslü gençleri olup biteni sorgulamayan “sessiz kitle” olarak tanımlamak yerine onları “zorunlu konformist” olarak tanımlamanın doğru olduğunu söylüyor.
Demet Lüküslü “Kurallara uyduklarını, hiçbir şeyi sorgulamadıklarını düşündüğümüz gençler başka çıkış yolu ve alternatif bulamadıkları için karşı çıkmıyor, konformist davranıyor. Ama aslında bundan hiç de memnun değiller. İtiraz ve isyan etseler bile herhangi bir şeyin değişmeyeceğini düşünüyorlar. Aslında gençler Türkiye’de kalıp sistemi kabullenmeyi reddediyor ve konformlarını risk etmek adına ülkeden ÇIKIŞ arıyorlar” diyor.
“Medyada “Z kuşağı” olarak adlandırılan kuşak oy potansiyelinin farkında. Bu kuşağın sesi daha çok çıkıyor ve gerektiğinde farklı olduğunu vurgulamaktan çekinmiyor. Ancak kendilerini politik bir güç olarak tanımlamaya başlasalar da, siyasal açıdan kendilerini içinde tanımlayabilecekleri, istedikleri ülkenin oluşmasında önemli bir siyasal aktör olacak siyasetçileri ya da siyasi partileri bulmakta zorlanıyorlar. Bu da umutsuzluğa neden oluyor. “Bir şey olmaz bu ülkeden, hiçbir şey değişmez” fikri, genç kuşağın göç etme isteğini beraberinde getiriyor” diyor Demet Lüküslü.
Dün 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nı kutladık. Modern Türkiye Cumhuriyet’ini kurmanın zorlu yolculuğuna çıkan Mustafa Kemal Atatürk’ün geniş bir coğrafyaya örnek olmuş başarı hikayesi gençlere en çaresiz olduklarında bile umut verecek nitelikte. Kendimi her daim genç olarak gören bir aktivist olarak Atatürk’ün gençliğe hitabesini bana verilmiş bir görev metni olarak algılarım. O hem iç hem de dış düşmanlara karşı askeri ve diplomatik bir aklı hakim kılarak bu coğrafyada bağımsız, seküler bir demokrasi kurabilmiş bir dehaydı, o bu günlerin geleceğini öngörmüştü. Gençliğe hitabesinde, “memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini istilacıların siyasi emelleriyle ortak yapabilirler. Millet, yoksulluk içinde harap ve bitap düşmüş olabilir” der ve bize bu durumda görevimiz hatırlatır: “İşte; bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır!”
Atatürk’ün hayal ettiği demokrasinin hakim olduğu Cumhuriyeti yeniden inşa etmek üzere bizim seçeneğimiz ülkeden ayrılmayı düşünmeden önce SES çıkarmak olmalı. Nasıl bir siyaset istediğimizi yüksek SES’le dile getirmeli ve muhalefetteki siyasi aktörlerin bizi duymalarını sağlamalıyız. Duymadıkları durumda siyaseti biz yapmalı ve geleceğimizi kendi ellerimizle kurmalıyız. “Bu ülkede bir şey değişmez” demek yerine “Atatürk çok zor koşullarda yaptı, biz de yapabiliriz” demeliyiz. Görmek istediğimiz değişimin kendisi olmalıyız.
Bu yazı, SES Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu'ndan alınmıştır.