*Gülseren Onanç
Her şey çok hızlı gelişti. Putin tanklarını Ukrayna'yla sınırına yığınca, çözülmeyi bekleyen bir uluslararası kriz doğdu. AB’nin dönem başkanı Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Almanya’nın yeni şansölyesi Scholz diplomasi trafiği yürütmeye çalıştı ama otoriter Putin’in talepleri, tehditleri ve hayallerine diplomatik bir çözüm üretilemedi. Uzun beyaz masaların iki ucuna oturan erkekler o masadan anlaşarak kalkamadılar. Amerika istihbaratı Batı’yı Rusya tehlikesi karşısında uyardı ve Rusya’ya meydan okudu. Soğuk savaş rüzgarı esmeye başlamıştı. Ukrayna’nın Donbas bölgesindeki iki ayrılıkçı yönetimi özerkliğini tanıdığını açıkladı ve bir sabah Rusya ansızın Ukrayna’yı işgale başladı.
Tek taraflı işgal Ukrayna’nın direnişi ile iki taraflı savaşa dönüştü. Artık bir tarafta Ukrayna’yı destekleyen Batı güçleri diğer tarafta birkaç ülkenin desteklediği Rusya’nın olduğu bir savaşın içindeyiz. Şimdiye kadar bir milyonun üstünde, çoğu kadın ve çocuk Ukraynalı mülteci ülkelerini terketti. Ukrayna halkı endişe, korku içinde. Ciddi bir çevre yıkımı ile karşı karşıyayız. 2015’ten beri Ukrayna’da bulunan UN Women Ukrayna’daki iç çatışmalarda kadınlar ve kız çocukları ciddi şekilde etkilediğini ve bu savaşta da yine çoğu kadın milyonların etkileneceğini söyledi. Ekranlardan trenler, otobüsler ile sevdiklerini, evlerini bırakıp bir bilinmeze giden kadınların görüntüleri hepimizin yüreğini parçalıyor.
Karin Karakaşlı, Ukrayna’daki savaş hali üzerinden yakıp yıkılan topraklar, terk edilen meskenler, arta kalanlar ve gelecekten çalınanlar için yazdığı yazıda “Savaşın, cinayetin, katliamın affı olmaz. Sadece orada olan kadarına değil, sonraya ait hayat ihtimaline, gelecek kuşakların hakkına kasteder can almak” diyor.
Yirmibirinci yüzyılda karşı karşıya kaldığımız bu savaş tablosu insanlık için hayalkırıklığı yaratıyor. Üstelik savaşın ne zaman ve nasıl sonlanacağını da kestiremiyoruz. Taraflar birbirlerine zarar vermeye devam ederek el yükseltiyorlar. Askeri ve ekonomik yaptırımlar dışında diplomatik kanallar çok zayıf kalıyor. Ukrayna ile Rusya arasındaki müzakerelerden bir sonuç alınamadı. Batıda Rusya’yı cezalandırma ve yalnızlaştırma yarışı var. Global finans sektörünü elinde tutan Batı, Rusya’nın ekonomisine zarar verecek yaptırımlar uyguluyor. Batılı şirketler ülkeyi terk ediyor veya yaptırımlar uyguluyor. Kremlin’i destekleyen oligarklar başta olmak üzere Rus kimlikli iş insanlarının hesaplarına el konuyor, futbol takımları ve sporcular müsabakalardan dışlanıyor. Batı’nın savaşı sonlandırmaya yönelik kullandığı yöntem askeri ve ekonomik güç kullanımı olan sert güç (hard power) kullanımı. Ama korkarım bu sert güç kullanarak barışı sağlamayacak. Putin Batı’nın yanlış hesaplarından dolayı daha da saldırganlaşabilir hatta kendi ülkesinde desteği bile artabilir.
Rus halkı bütün bu yapılanlardan dolayı Batı’yı suçlayıp telafisi zor duygusal kopuşlar yaşayabilir. Bunun canlı örneğini daha bir ay kadar önce 2022 Avustralya Açık Tenis turnuvası finalinde yaşadık. Rus tenisçi Medvedev’in İspanyol Rafael Nadal’a yenilmesinden sonra yaptığı duygusal konuşmayı hatırlayın. Medvedev seyircilerin ona Rus uyruğundan dolayı kötü davrandıklarını söyledi ve “çocuk hayal etmeyi bıraktı” diyerek bundan sonra Rusya’da yapılacak turnuvalara daha çok katılacağını açıkladı.
Medvedev’in açıklamasını okuduğumda çok üzüldüm. Berlin Duvarı’nın yıkıldığı yıl tenis raketini eline alan, 12 yaşında dünyanın çeşitli şehirlerinde farklı ülkelerden oyuncularla tenis oynamayı hayal edip bunun peşine düşen bu içe kapanık olduğu her halinden belli çocuğun henüz 26 yaşında bu hayalinden vazgeçmesi ve milliyetçiliğe sarılması hepimizi düşündürmeli.
Peki biz buraya neden ve nasıl geldik? Barışı kurabilmemiz için savaşın altında yatan nedenleri bütün boyutlarıyla anlayabilmemiz gerekiyor.
Akademisyen Büşra Ersanlı gelinen durumu Kazakistan ve Ukrayna’ya Türkiye’den bakarak şöyle analiz ediyor “Ulus devletlerin dünya tarihindeki mücadelelerinin son 50 yıl içinde mikro milliyetçilikten makro milliyetçiliğe evrilmesi, neredeyse globalizmin -özellikle ABD için- milliyetçilik haline gelişi, -ki bunun adına demokrasi diyorlar-, Rusya Federasyonu liderinin hırsını çok kamçıladı ve o da kendi “global milliyetçiliğini” devreye sokmak için komşusunun topraklarına saldırı başlattı” diyor.
Öte tarafta, bu savaşın hemen durmasını talep eden, barış talep edenler Rusya’da cezalandırılıyorlar, Batı ülkelerinde ise saf ve hayalperest olarak dışlanıyorlar. The Guardian’daki makalesinde Andy Beckett “Barış isteyenler, tam da onlara en çok ihtiyacımız olduğu anda İngiliz siyasetinin dışına itiliyorlar. Britanya’nın barış aktivistlerinden bazıları saldırıya uğruyor ve tehdit ediliyor” diyor.
Oysa dünyanın ısrarla barış talep edenlere her zamankinden daha fazla ihtiyacı var. Farklı ülkelerinde baskıcı, otoriter militarist güçlere karşı barışçıl yollarla direnen kadınlardan öğrenilecek çok şey var. Örneğin İran’da 1980 den beri kutlanmayan 8 Mart’ı bu yıl kadınlar tüm yasaklara rağmen alanlarda protesto eylemleri ile kutlayacak İranlı kadınlar özgürlükleri için bütün baskılara karşı ısrarlı direnişin ne olduğunu öğretiyor.
Barış olmaz ise yaşam olmaz, refah olmaz, eşitlik olmaz, özgürlük olmaz. Biz kadınlar bunu bilen yaşayan ve savunanlarız.
Tüm yasaklamalara rağmen kadınlar eşitlik ve özgürlüğümüz için sokaklarda olacak.
Kadınlar olarak, eşitlik, özgürlük, dayanışma, halkların kardeşliğini savunuyoruz.
Israrla bu savaşın sonlanmasını ve barış talep etmeye devam edeceğiz.