*Gülseren Onanç
“Bugün evden çıktığımda sokağın bomboş olduğunu gördüm. Ne arabalar vardı ne yayalar. Böyle anlarda, Kiev, insanların henüz yerleşmediği bir şehri andırıyor. Birkaç adım daha attıktan sonra, yürüyen iki kişi gördüm, ikisinin de elinde çiçekler vardı. Savaşın soğuk duvarını delen bir gelenekti bu: 8 Mart’ta, Dünya Kadınlar Günü’nde kadınlara çiçek verilir. Bir araba eczanenin önünde durmuş, birisi inmiş, kuyruktaki kadınlara birer çiçek vermişti” diye yazıyor yazar, fotoğrafçı ve ödüllü belgesel filmci Yevgenia Belorusets. Yevgenia’nın Ukrayna’da savaş başladığı gün tutmaya başladığı günce, dünyadaki pek çok yayın organıyla birlikte Türkçede de günü gününe yayımlanıyor.
Uluslararası medya savaşın mağdurlarını, göçmenlerin hikayelerini anlatırken, Yevgenia Kiev’de ülkesine sahip çıkanların duygu ve düşüncelerini, müzik ile direnişlerini, 8 Mart kutlamalarını anlatıyor. Bir kadın duyarlılığı ile bize savaş altında ezilen yaşamları, Ukraynalıların korkuları, sevinçleri, umutları ve savaşı kazanacaklarına dair inançlarını anlatıyor.
Ama maalesef savaşın kazanını yok.
Rusya’nın 24 Şubat’ta Ukrayna’yı işgal etmesinden bu yana, Rus kontrolü altındaki bölgelerde sivillere karşı yargısız infaz, tecavüz ve işkence uygulandığına dair kanıtlar ortaya çıkmaya devam ediyor. Rusya’nın Bucha şehrinde yaptığı (Rusya bunun doğru olmadığını söylüyor) kıyım savaşın vahşetini gözler önüne serdi. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği (OHCHR), 6 Nisan 2022 itibariyle Rusya’nın Ukrayna’ya düzenlediği askeri saldırı sırasında toplam 1.611 sivilin öldüğünü, 131’inin çocuk olduğunu söylüyor.
Sivil ölümleri Ukraynalıların savaşma isteğini körüklüyor. Kadınların ellerine silah alıp savaşmaya gitmesini içim sızlayarak izliyorum. Kadınların eline silahı hiç yakıştıramıyorum. Ukrayna’nın devlet başkanı Zelenski ve hükümet yöneticilerinin başarılı bir şekilde sürdürdüğü iletişim ile NATO ve Batı’dan askeri destek almayı başardı. Rusya’ya yaptırımlar artıyor. Putin ile birlikte Ruslara karşı olan nefret artıyor. Rus ekonomisi çökme noktasına geldi.
Savaşta herkes kaybediyor.
Savaş sarmalı yükselirken hala barışın sesinin çok az çıkması beni derinden yaralıyor. İstanbul’da başlayan barış görüşmeleri Rusya’nın Bucha saldırısı ile samimiyetini yitirdi. Kalıcı, sürdürülebilir bir barış için yeniden geniş katılımlı bir barış masasına ihtiyaç var.
Birleşmiş Milletler’in bu savaşı en başından beri durdurmadaki işlevsizliğini dünyanın geleceği için endişe verici buluyorum. Simon Tisdall the Guardian’daki makalesinde, “Devletler ve hükümetler İkinci Dünya savaşından sonra ‘bir daha asla’ diye yola çıkan BM’nin yetmiş yedi yıl sonra ana mesajını hatırlamaya fena halde ihtiyaç duyuyorlar” diyor.
“BM Genel Sekreteri Guterres tüm üye devletlerden 1945’te San Francisco’dakine benzer yeni bir temel konferansın toplanmasını, küresel güç dengelerini ve önceliklerini yansıtacak şekilde 21. yüzyılın BM’ini kurumsal ve örgütsel olarak yeniden başlatmasını istemelidir” diye de ekliyor. Dünyada barışı hakim kılmak ve bir daha savaşa asla izin vermeyeceğiz diyecek Birleşmiş Milletler’e ihtiyaç var.
Öte tarafta Macaristan’da geçen hafta yapılan seçimler, Türkiye’ye benzerliğinden dolayı Avrupalılar kadar bizi de ilgilendiriyordu. Otoriterlik mi demokrasi mi kazanacak diye merakla izlediğimiz yarışı Putin yanlısı, milliyetçi, otoriter Victor Orbán’ın Fidesz partisi üçte ikilik bir çoğunluk ile kazandı ve anayasayı dilediği gibi değiştirme hakkını elde etti. Bu seçim sonuçları otoriter iktidarların demokrasilere karşı bir zaferi olarak algılandı ve demokrasi ve benim gibi insan hakları savunucuları arasında geleceğe ilişkin hayal kırıklığı yarattı. Üstelik Batı’nın Putin’e karşı tam birlik içinde olmayı hedeflediği bu dönemde Putin yanlısı Orban’ın AB içinde elde ettiği başarı AB üstüne gölge düşürdü.
Timothy Garton Ash “Orbán’ın Macaristan’daki zaferi Avrupa’yı karanlığın içine çekiyor” diyor.
Sırbistan’da yapılan seçimlerde Orban’a yakınlığı ile bilinen, otoriter milliyetçi muhafazakar Vucic’in yüksek bir oranla seçimi kazanması da Macaristan’dan sonra demokrasinin bir yenilgisi olarak algılanıyor.
Bu hafta sonu yapılacak Fransa seçimlerinde dördü kadın 12 aday yarışacak. Merkez sol adaylar varlık gösteremezken sağcı adaylar yarışta önde gidiyor. Anketler Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve aşırı sağcı Marine Le Pen’in ikinci tura kalacağını tahmin ediyor. Son haftalarda Le Pen’in yükselişini endişe ile izliyorum. Sağcı politikacıların yükseldiği Avrupa Birliği’nin yeniden kuruluş değerlerine geri dönmeye ihtiyacı var, tıpkı Birleşmiş Milletler’in yeni bir başlangıca ihtiyacı olduğu gibi.
Orban’ın seçime dayalı otoriter sistemi ile Türkiye’de Erdoğan’ın başkanlık sistemi arasında çok benzerlik var. Macaristan’daki muhalefet partilerinin bir araya gelerek kurdukları altılı ittifak da Türkiye’deki muhalefete benziyor.Umarım bizdeki seçim sonuçları Macaristan gibi olmaz ve Türkiye’de demokrasi, otoriter sisteme karşı galip gelir. Bunun için muhalefetin Erdoğan karşıtlığından öteye gidip geniş bir demokrasi ittifakı kurması gerekiyor. Bu ittifakın içinde kadın hareketinin dönüştürücü bir rol oynayacağını düşünüyorum.
Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği gibi kurumların dünyada barışı, insan haklarını, demokrasiyi inşa etmek üzere yeni başlangıçlar yapma ihtiyacı olduğu gibi Türkiye’nin de kucaklayıcı bir demokrasiyi inşa etmek üzere 2023’te yeni bir başlangıç yapmaya ihtiyacı var.
Yeni başlangıçlar yapmak için hepimize görev düşüyor.
Bu yazı, Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu'nun sitesinden alınmıştır