Bir daha asker olurdum ama bu ülkenin ordusuna değil!

Bir daha asker olurdum ama bu ülkenin ordusuna değil!
T24 -  Poyrazköy’de ele geçirilen mühimmatlar ve ofisindeki bilgisayara gizlenmiş Kafes Operasyon Eylem Planları iddiaları ile yargılanan Binbaşı Levent Bektaş ve beraberindeki subaylar geçtiğimiz günlerde tekrar mahkemeye çıktı. Mahkeme de yaşanananlar ve Binbaşı Levent Bektaş'ın şu sözleri gündeme damga vurdu: Ben dünyaya yeniden gelsem, yine asker olurdum, yine SAT olurdum. Ama bu ülkenin ordusunda değil. Bu süreçte yaşanananları ve 'Kardak çıkarması'nı Hürriyet gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök bugünkü (16 Temmuz 2010) yazısında şöyle anlattı.Ceplerinde Tadelle'lerle zodyaklara bindiler MERAK ediyorum, şu sözler, bu ülkede yaşayıp, ülkesini seven hangi insanın içini acıtmamıştır “Ben dünyaya yeniden gelsem, yine asker olurdum, yine SAT olurdum. Ama bu ülkenin ordusunda değil. Sözler, yargılanan emekli Binbaşı Levent Bektaş’ın. Kabile aydınlarını bir yana bırakırsanız, kimin içini sızlatmaz. Ya Kardak harekâtına katılan Albay Ali Türkşen’in şu sözleri: “Çıkarmada kullandığımız botun benzinini kendi kredi kartımızla aldık. Gece çıkarma yapacak komutanla konuşuyorum . Bu sözler sizin de içinizi, hem de çok derinden sızlatmıyor mu? Ben bu satırları ağlayarak okudum. Ve inanıyorum ki, bu cümleleri bir gün savunma değil, iddia makamında, hem de göğüslerini gere gere bir daha telaffuz edecekler. Yine inanıyorum ki, o gün iddia makamının arkasında koskoca bir Türk milleti, müdahil avukat olarak yer alacak. Madem bu konu açıldı, o gecenin hikâyesini bir de ben yazayım. 30 Ocak 1996 gecesi İstanbul’da bir yerde yemekteydim. Cep telefonum çaldı. Arayan, Hürriyet’in o günkü Ege Bölgesi Temsilcisi Nedim Demirağ’dı. “Ertuğrul Bey, şu an Gümüşlük’teyiz. Türk SAT komandoları birazdan Kardak’a çıkarma yapmaya hazırlanıyor. Şimdi size komutanı veriyorum” dedi. Komutan Yarbay İz Metin’di. “Merhaba Ertuğrul Bey” dedi. Daha çok ben konuştum. “Bütün millet arkanızda. Sizinle gurur duyuyoruz. Askerimize güveniyoruz. Hayırlı olsun” dedim. “Çıkarmadan sonra sizi ararım” dedi ve telefonu kapattık. Hemen Fatih Altaylı’yı aradım. Ya Çeşme’de ya da Bodrum’a yakın bir yerdeydi. “Atla, Gümüşlük’e git” dedim. Üzerine de renkli bir şey giymesini söyledim. Fotoğrafta dikkati çekmeliydi. Evet Türk SAT komandoları, çıkarma için zodyaklarını hazırlayıp mühimmat yüklerken, Hürriyet de oradaydı. Nedim Demirağ dışında Hürriyet Haber Ajansı Müdürü Erdal İzgi, muhabir Cesur Sert, Bölge Haberler’den Münir Koçaslan, kameraman Osman Akdeniz Gümüşlük’teydi.. Hürriyet o gece herkesi atlatmıştı. Dün Cesur Sert’i arayarak o geceyi anlattırdım. Deniz Kuvvetleri’ne ait iki mavi otobüs Gümüşlük’te O gece bütün gazeteciler Turgutreis’te bir oteldeymiş. Çünkü Kardak’a çıkarmanın buradan yapılacağı tahmin ediliyormuş. Akşam saat 20.30 sularında, Nedim Demirağ arkadaşlarına “Ben Gümüşlük’te yemeğe gidiyorum” deyip ayrılmış. Nedim bir istihbarat alıp da mı oraya gitti, yoksa gerçekten yemeğe mi bilmiyorum. Nedim Gümüşlük’te bir restorana oturduktan sonra Deniz Kuvvetleri’ne ait iki mavi otobüsün geldiğini fark etmiş. Otobüslerden birtakım komando kıyafetli insanlar inmiş. Merak edip sorunca açık açık “Kardak’a çıkarma yapacağız” demişler. Sonra araçlardan henüz şişirilmemiş zodyak botlar, mühimmat ve silahlar indirilmiş. Demirağ bunu görünce hemen Turgutreis’i arayıp arkadaşlarına haber vermiş.  Cesur Sert o anı şöyle anlatıyor: “Otelde çok sayıda gazeteci olduğu için çaktırmadan nasıl ayrılacağımızı planladık. Görenlere ‘Biz Bodrum’a yemeğe gidiyoruz’ dedik. Ama bazıları uyandı, takibe başladı. O nedenle bir bölümümüz Bodrum’a gitti. Ama biz onları atlatıp, Gümüşlük’e gittik.” Gümüşlük’e geldiklerinde, komandoların zodyakları şişirmekte olduğunu görmüşler.O dönemde dijital kameralar yok. Cesur Sert flaşla bir fotoğraf çekmeye kalkmış. Komutan “Lütfen çekmeyin, bir ülkenin kaderiyle oynarsınız” demiş. Çünkü patlayan flaşın Kardak’taki Yunan askerinin ve etrafındaki 30 Yunan gemisinin dikkatini çekeceğini düşünmüş. Sat’ların ceplerindeki Tadelle’lerin sırrı neydi? Cesur anlatmaya devam ediyor:“SAT’ların ceplerinde bol miktarda ‘Tadelle’ vardı. Neden diye sordum. ‘Uzun süre kalabiliriz. Kan şekerimizin düşmesine karşı yanımıza aldık’ dediler.” Benzin gibi, Tadelle paralarını da cepten ödediklerine eminim. O gece Türk SAT’ları Kardak’a çıkmaya hazırlanırken, bugün “Monşerler” diye aşağılanan Türk Dışişleri de bir “strateji dehasına” imza atıyordu. Türk SAT’ları direkt olarak Kardak’a çıkacaktı ve orada Yunan askeri vardı. Büyük bir ihtimalle çatışma çıkacak ve bu da işi bir Türk-Yunan savaşına kadar götürebilecekti. Türk Büyükelçi’nin bulduğu harika son dakika formülü Türkiye’nin Roma Büyükelçisi İnal Batu, işte tam o sırada dâhiyane bir teklifte bulundu ve “Hemen yanında ikiz kayalık var. Orada Yunan askeri yok. Biz de oraya çıkıp bayrak çekelim. Hem çatışma olmaz, hem de anlaşma için zaman kazanırız” dedi. Türk zodyakları boş olan ikinci kayalığa çıktı. Çatışma olmadı. İki ülkenin diplomasisi o gece “akıl yarışına” girdi ve ertesi sabah netice alındı. Saat 08.00’de Yunan askeri bayrağı indirdi ve Kardak’tan çekildi. Saat 08.30’da da Türk askeri bayrağı alıp ikinci kayalıktan geri döndü. Evet o gece Hürriyet, kahraman SAT komandolarının yanındaydı. Yani, şimdi yargılanan ve ceketlerinin üzerine birlik amblemlerini yapıştırıp duruşmaya giden insanlarla. Onların hali ve konuşmaları beni ağlattı. Kabile aydınlarının göz pınarlarındaki timsah gözyaşları bile kuruduğu için, ağlamak yine bize düşüyor. Ağlamak bizi küçültmez... Kardak konusunun ilginç hikâyesini okumak istiyorsanız, Hürriyet’in yayınladığı “O Manşetler” kitabına bakabilirsiniz. Hürriyet’in büyük manşetlerinin hikâyeleri arasında Kardak da var.