Bir duruş, bir bakış ve taklidi imkânsız bir stildi Müslüm Gürses

Bir duruş, bir bakış ve taklidi imkânsız bir stildi Müslüm Gürses

Mehmet Güreli

(Taraf - 7 Mart 2013)

 

Müslüm Baba'ya veda...

 

Elleriyle, gözleriyle anlatırdı şarkıları o...

Bir gün tek kelime Türkçe bilmeyen birine dinletmiştim Olmasa Mektubun şarkısını.“Anlıyorum”, demişti, defalarca çalmamı istemişti.

Manos Loizos’un bestesi, Murathan Mungan’ın sözleriyle her şeyi anlatıyordu onun sesiyle buluştuğunda.

Bir duruş, bir bakış ve taklidi imkânsız bir stildi Müslüm Gürses.

Bir Bob Dylan söylediğinde de Müslüm Baba, müziğin esrarını, büyüsünü yüreğiyle, beyniyle harmanlıyordu. Hangi ezgiyle, hangi melodiyle yola çıksa nefesi şarkıya kendi imzasını, kendi damgasını vuruyordu.

Şarkı onda yeniden doğuyor, yeni bir hayat buluyordu. Bir kuş oluyor, bize doğru uçmaya başlıyordu.

Siz onu algılamasanız da, dinlemeseniz de o uçmaya devam ediyor ve o erişilmez alçakgönüllü tavrıyla size gülümsemeden edemiyordu.

Müslüm Baba bana her zaman herkesin tanıdığı biri olmanın ötesinde, herkesi tanıyan, herkesin derdini okuyan, düştüğü kaldırımın, çıkamadığı merdivenin özelliklerini bilen, taşıyan biri olarak görünmüştür.

Bugün de zaman zaman, yer yer hâkim olan o küçümseyen, hakir gören, aşağılayan, kendilerini farklı zanneden kesimlerin birilerini keşfetmeleri hep zor olmuştur. Hatta keşfettikleri de pek söylenemez. Daha çok bakma, dinleme zamanlarının geldiği çeşitli kılıklarda fısıldanmış gibidir. Belki de modadır bunun adı.

Bilinçaltına yollanan, artık onların da sayılabilecek bir rahatlama kılavuzu gibi bir şey.

Yine de kendini gizlemekten, yalancılıktan kurtulduklarının ilk adımları sayılabilir...

Sonra cenazede itilmeyi üzerlerine almamaları gibi bir şey...

Böyleleri de dinlerdi onu; ama onun için herkes aynıydı, hiç önemli değildi. O sakin bir günün, dingin bir ruhun ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu. Aynıydı her dakka, ayrım yoktu...

Bir derviş gibi, paradan puldan uzak bir anlayışın adamıydı. Çok sevilmenin de ne olduğunu biliyordu, ezilmişliğin de. Hatta, küçümsenmenin de, bir pul gibi alınıp satılan insanların gözyaşlarını silmenin de...

İlk sahne yıllarında kendine zarar veren hayranlarının da ayakta kalmalarının tek nedeniydi. İnsanlar onun sayesinde hayata küsmekten vazgeçip bir umut şarkısına kavuşabileceklerine inanmaya başlamışlardı.

Bu öyle insanları hiç tanımamış olanların pek kolay anlayacakları bir olgu da değil; hele doktora tezi sözkonusu bile değil. Bu sevmenin, gururun, paylaşmanın adı; unutulmuş ya da kaybolmuş bir duygu demetinin yeniden yaratılması belki.

Onlar kendilerini yaralamıyorlardı, onlar zaten yaralıydılar.

Ve onun şarkılarında sessizce kapanmıyordu yaralar, sarılıyorlardı. Onun duruşu, kültürlerinin duvarını örüyordu, bakışı yüreklerini deliyordu, iç dünyalarıyla buluşuyordu. Müslüm Baba gizemli duruşuyla onları kahredici her durumdan yeni sokaklara, yeni yollara davet ediyor; müzikle uzun bir yolculuğa çıkarıyordu.

Müslüm Baba’yı alkışlamaya gittiklerinde bir şölene dönüşüyor her şey.

Oysa daha sonraları onlara katılan, kendilerini saklayanlardan söz etmeye bile değmez.

Kimsenin onları fark etmedikleriyle avunur onlar.

Belli etmediklerine inandıkları dakikalarda neler geçer akıllarından? Zaten çağlar içinde her şey birbirine karışır.

Oysa her şey unutuldu, geride kaldı.

Onun hiç hoşuna gitmeyecek şeyler geçti önünden...

Ayrımcı değildi ama gerçek yolcuları hemen tanırdı.

Müslüm Gürses hep aynı gözlerle baktı insanlara.

Tıpkı Muhterem Nur’u, Memduh Ün’ün yönettiği Üç Arkadaş’ta seyreder gibi.

Hayran, sevgi dolu ve umutlu...

Gözleri barışı hep talihsizliğin önüne koyardı.

Sesi her zaman sakin bir akşamüstünün yorgunluğunu taşısa da, öfkenin uzağındadır yürüyüşü.

Küçümseyici, değersizleştirici her kelime, her kavram, her bakış kendi yoluna gider; ona yaklaşamaz bile.

O elinde sigarası, çayını yudumlarken bir tablonun içinde yer almayı seçti. Kahkahası, yaralı gururu eşlik etti hepimize.

Yaptığı hiçbir şey kişiliğini sarsmadı, benzemedi başkalarına.

Güle güle Müslüm Baba...