12 Eylül 1980 darbesini ve sonrası dönemi çocuk olarak yaşayanların döneme dair kolektif bir hafıza oluşturmak için bir araya geldikleri bir inisiyatif olan Çocuklarız, bir aradayız, 12 Eylül’de İstanbul’da gerçekleşecek bir etkinlik için hazırlanıyor. Etkinlikte bugüne kadar çok fazla ele alınmayan konu başlıkları tartışmaya açılacak.
İnisiyatif adına açılış konuşmasını Keşke Bir Öpüp Koklasaydım’ın yazarları Eylem Delikanlı ve Özlem Delikanlı yapacak.
Birinci panelde siyasi mültecilik masaya yatırılacak. Bülent Aydın moderatörlüğündeki panelde Bülent Uluer ve İlkay Demir konuşmacı olacaklar. Bu panelin ardından Aylin Tekiner ve Gülcan Barut ortak yapımı olan, “Bize Nasip Değil Ecelnen Ölmek... Bir Muskara Öyküsü: MEHMET ZEKİ TEKİNER” belgeseli gösterilecek.
13 Eylül günü Abbasağa’da gerçekleşek panelde ise Senem Babaoğlu ve Sevgi Can Yağcı Aksel çocukların gözünden darbe dönemini aktaracaklar. Ardından siyasi mültecilerin çocuklarını konu alan Hülya Karcı ve Meltem Öztürk ortak yapımı “Eylül Çocukları” belgesel gösterimi olacak.
Konferasın kapanış günü olan 14 Eylül’de ise Depo’da Çağrı Yalkın’ın moderatörlüğünde gazeteci İsmail Saymaz ve Gülçin Aksoy 1980 Darbesi’nden Gezi Direnişi’ne toplumsal dönüşümleri irdeleyecekler. Konferans A. Ayben Aytunç’un “Eylül’ün Kadın Yüzleri” belgeseli ile son bulacak.
‘Çocuklarız, bir aradayız, artık yola birlikte devam ediyoruz!’
Konferans öncesi, Araştırmacı-Yazar Eylem Delikanlı ile konuştuk. Delikanlı, “Kolektif bir üretimle 12 Eylül’ü deşifre etmek, anlatmak ve tartışmak istiyoruz.” dedi ve ekledi:
“Kalanlar Projesi’nin ilk ayağı olan Keşke Bir Öpüp Koklasaydım, 1980 darbesini geride kalan ailelerin merceğinden anlatan bir sözlü tarih çalışması. Çalışma süresince, bizler gibi darbe dönemi ve sonrasını çocuk olarak yaşamış birçok görüşmecimiz oldu. Saatler süren bu sohbetlerde ortaklaştığımız pek çok alanı keşfe çıktık. En yakıcı olanı tabii ki hepimizin hayatlarında eksik olan anne veya babalarımız. Fotoğraf albümlerimizdeki eksikliklerin bir kısmı asla tamamlanamayacak. Kaybedilen anneler, babalar… İşkence hikayelerini ilk duyuşumuz büyüklerin dost masalarında birbirleriyle konuşmalarına denk geliyor, birçoğumuz az konuşan ve az paylaşan çocuklar olmuşuz. Birçok çocuğun anne-babasıyla yaptığı rutin işler çoğu zaman bizler için uzak bir hayal olmuş. Belleklerimiz asker üniformaları, ev aramaları, kitaplarımızın tarumar edilmesi, ailelerimizin parçalanışına dair imgelerle yüklü. Fakat hepimizi ortak yapan şu ki; biz anne ve babalarımızın tercihleriyle böylesi bir süreçten geçmişiz. Bizim için bilinçli bir seçim değil aksine içine doğduğumuz, içinde yoğrulduğumuz bir dönem. Dolayısıyla yarattığı psikolojik tahribat daha da büyük. İşte tüm bunları 33 sene sonra bir kitap vesilesiyle de olsa konuşuyor olmak bize çok iyi geldi. Yeni dostlarla tanıştık, sanki uzun yıllardır birbirimizi tanıyormuşuz gibi hissettik. Birbirimizin yaralarına dokunduk, yargılanmayacağımızı bilmenin güveniyle kendimizi kontrol etmeden, içimizden nasıl geliyorsa birbirimizle öyle konuştuk. Sonra anladık ki yıllar yıllar boyunca tüm bu yükü aslında yalnız başımıza taşımışız, akranlarımızla paylaşmamışız. Belki de birçoğumuz için kırılma noktası tam da buydu, kendini evinde hissetme durumu, anlaşılacağını bilmenin verdiği güven ve açık yaralarını korkmadan gösterebileceğin dostlar.”
Henüz bilmiyoruz ama bildiğimiz bir şey var; artık yola yalnız devam etmek istemediğimiz. Yalnızca birbirimiz için var olmak niyetiyle değil, bir dönemin hesabını sormak için de bir aradayız. Özellikle bize dayatılan bir darbe anlatısından çok yaşanılanların birinci dereceden tanıkların ifadeleriyle, daha alttan ve demokratik bir yöntemle aktarılmaları çok önemli. Türkiye tarihinin en travmatik toplumsal dönüşümlerinden birine denk gelen çocukluğumuzun nasıl olduğunu en yalın haliyle aktarmak istiyoruz. Aramızda akademisyenler, sanatçılar, iş dünyasından profesyoneller ve öğrenciler var. Uzmanlıklarımızı, yetenek ve enerjimizi darbe dönemine dair kolektif hafızanın inşasına yönelik harmanlıyoruz. Çorbada tuzumuz olsun istiyoruz. Egemenlerin kurguladığı ve dayattığı 12 Eylül retoriğine karşı kendi hikayelerimiz ve emeğimizle darbenin hesabını soruyoruz. Muktedirler korkuyu minik belleklerimizde kökleştirerek yıllar sonra bile bunun bizi avlayacağını umdular. Bizim hayat gailemiz ise hep umduklarını boşa çıkarmak oldu.