Cumhuriyet yazarı Zeynep Miraç, dün (24 Eylül 2015) “'Yeni Türkiye' linç seviyor” başlığıyla birinci bölümünü yayımladığı “Gezizedeler-Gezizadeler” adlı yazı dizisine bugün de devam ederek, “Gezi Direnişi Türkiye için birçok açıdan olduğu gibi sosyal medyada üslubu açısından da milattı. Daha önce bir paylaşım aracı olarak kullanılan Twitter, Facebook, Instagram; ortaçağda giyotinlerin kurulduğu meydanlara dönüştü” dedi.
Miraç, Gezi süreci sonrası linç kültüründen nasibini alan Bergüzar Korel’in “Belden aşağı mesaj yollayıp beni tahrik etmeye çalışanlar, meydanlarda provokatör dediğiniz görünmez siluetlerden kaldı mı farkınız? Biraz zekâ!” dediğini hatırlatarak, “Bergüzar Korel cansiperane anlatmaya çalışıyordu: Anlatamadı. O kadar anlatamadı ki, iki yıl sonra bütün sosyal medya hesaplarını kapatmak zorunda kaldı. Çünkü zekâ ve izan ne yazık ki artık buralarda oturmuyor!” ifadelerini kullandı.
Zeynep Miraç’ın Cumhuriyet’te “Zekâ ve ziyan artık buralarda oturmuyor” başlığıyla yayımlanan (25 Eylül 2015) yazısının tamamı şöyle:
Tayyip Erdoğan “Hiçbir sanatçımızın tahkir ve linç edilmesine izin vermeyeceğiz” diyordu demesine de, dili “hiçbir” derken belli ki içinden “bazıları” geçiyordu. Aksi takdirde Bergüzar Korel’e “Kocanla ağaçlar kesiliyor diye en önden yürüyordunuz. Şimdi fidanlarımız, askerlerimiz gidiyor, sesiniz çıkmıyor. Sen de yetiştiriyorsun bir tane, Allah büyüktür” diye tehditler yazılırken yanında dimdik durmaz mıydı?
“Bütün sanatçılarımıza açık açık sesleniyorum: Cesur olun. Mahalle baskısına, dayatmalara, tekellerin tuzaklarına karşı cesur olun. Hiçbir sanatçımızın tahkir edilmesine, linç edilmesine, dışlanmasına asla izin vermeyecek, hakkın, hakikatin ve onların yanında dimdik durmayı sürdüreceğiz”.
Bu sözler kime ait?
a) Martin Luther King
b) Selahattin Demirtaş
c) Charles Lynch
d) Yavuz Bingöl
e) Hiçbiri.
Doğru cevap için sayfayı ters çevirmeye gerek yok, zaten her işimiz ters. Hemen söyleyeyim: e) Hiçbiri. Çünkü bu sözler Recep Tayyip Erdoğan’a ait. Sözcükler ardı ardına dizilince kulağa hoş geliyor da, keşke hakikatte karşılığını bulsalar.
Bazıları mı, hiçbiri mi?
Lakin Sayın Erdoğan “Bütün” derken içinden “Bazı” geçiyor, “Hiçbir” derken yine bazılarını kastediyor. Aksi takdirde Bergüzar Korel’e “Kocanla ağaçlar kesiliyor diye en önden yürüyordunuz. Şimdi fidanlarımız, askerlerimiz gidiyor, sesiniz çıkmıyor. Sen de yetiştiriyorsun bir tane, Allah büyüktür” diye tehditler yazılırken yanında dimdik durmaz mıydı?
“Mesele sadece Gezi Parkı değil arkadaş, sen hala anlamadın mı? Hadi gel. #direngeziparkı” tweet’inden sonra hayatı cehenneme dönen ve çareyi İngiltere’ye taşınmakta bulan Memet Ali Alabora’ya “Dön ülkene, linç edilmene asla izin vermeyiz” demez miydi?
Demedi.
Ya ne dedi?
“Hâlâ anlamıyor musun mesele ağaç değil’ diyen neydi? Sözde sanatçı, sevsinler sizin gibi sanatçıyı, ne sanatçısı”...
Malumunuz, cemaat imamı izler. Tayyip Erdoğan öfkelendi, AKP sevdalıları saldırdı:
“İlker Başbuğ bile Silivri’deyse Alabora’nın hayli hayli orada olması lazım.”
“Vatan Hainlerini Silivri’de Mesele Hakkında Müebbet Ederken Görmek İsteriz”.
“Paşalar paşa paşa yatıyor. Sen neye güveniyorsun Mehmet Ali”.
Öfke öyle bir çoğaldı ki, memetalialaborasilivriye hashtag’i açıldı. Linç ateşine en büyük odunu Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek attı:
“5 kişinin ölümüne neden olan Gezi olaylarının baş mimarı Mehmet Ali Alabora cezaevine girmeli”.
Ortaçağ geri geldi
Tutuklanma talepleri arttı, yanlarına ölüm tehditleri eklendi, Memet Ali Alabora basın toplantısı yapıp “Can güvenliğim yok” dedi. Linç durmadı, sonunda Alabora Londra’ya yerleşti. Hâlâ da orada yaşıyor.
Alabora ile birlikte Gezi Parkı’nda olan bir başka tiyatrocu, Levent Üzümcü de linçten nasibini fazlasıyla aldı. Önce bir tweeti -”Aranda 1600 yıl fark olan adamla aynı zaman diliminde yaşamanın zorluğuna ilaç olur mu demokrasi?”- nedeniyle hakaretlere, tehditlere maruz kaldı. Sonra bir başka tweeti – “Polis ülkende fişekle odunla vatandaşlarını katlederken kahraman, mısırda katlederken cani. Katledilen burada terörist, mısırda şehit”- nedeniyle AKP Milletvekili Şamil Tayyar tarafından ölümle tehdit edildi:
“Levent Üzümcü Mısır’ı Taksim’e benzetmiş! Eğer benzeseydi şimdi seni alkışlarla uğurlayıp arkandan ışığı bol olsun diyorlardı!"
Karar anı
Gezi Direnişi Türkiye için birçok açıdan olduğu gibi sosyal medyada üslubu açısından da milattı. Daha önce bir paylaşım aracı olarak kullanılan Twitter, Facebook, Instagram; ortaçağda giyotinlerin kurulduğu meydanlara dönüştü.
Alabora haklıydı. Mesele sadece ağaç değildi. Hâlâ anlamayanlar olsa da, mesele sadece Gezi Parkı da değildi. Bundan böyle nasıl yaşayacağımıza dair bir karar anıydı o.
Birbirimizi anlamaya mı çalışacağız, hakaretler mi sıralayacağız?
Karşımızdakinin derdini mi sorgulayacağız, onu ölümle ya da çocuğuyla tehdit mi edeceğiz?
Başımıza bir iş geldiğinde devlete güvenecek miyiz, yoksa devlet bize tehdit mi olacak?
Bu soruların cevapları Gezi Parkı’nda verildi. İktidar seçeneklerini hep kandan, gözyaşından yana kullandı.
Dur diyene, etme diyene diş biledi; memleketin evde zor duran yarısı diğer yarısına düşman oldu.
Sonuç?
Bu ülkenin en tanınan, hatta bu ülkeyi oynadığı dizilerle birçok ülkede temsil eden bir oyuncusu, Bergüzar Korel, “Kocanla ağaçlar kesiliyor diye en önden yürüyordunuz. Şimdi fidanlarımız askerlerimiz gidiyor, sesiniz çıkmıyor. Sen de yetiştiriyorsun bir tane Allah büyüktür” mesajına maruz kaldı.
‘Biraz zekâ!’
Korel, eşi Halit Ergenç ile birlikte Gezi Parkı’nın arkasında durmuştu. Vay sen misin Gezi’ye destek veren! Onlar için başlatılan linç kampanyası iki yıldır mola vermedi. Önce Tayyip Erdoğan’ı Tunus dönüşünde havaalanında karşılamaya gidenlerden biri açtığı pankartta Halit Ergenç’e “muhteşem rezalet” diye seslendi, “İki ağaç için adam mı oldun?” diye soruyordu.
Bergüzar Korel cansiperane anlatmaya çalışıyordu:
“Hâlâ bölücü diyorsunuz, terörist diyorsunuz, tehdit ediyorsunuz. Kimi kimden bölmekle suçluyorsunuz? Ne zaman siz biz olduk? Yapmayalım... Belden aşağı mesaj yollayıp beni tahrik etmeye çalışanlar, meydanlarda provokatör dediğiniz görünmez siluetlerden kaldı mı farkınız? Biraz zekâ!”
Anlatamadı. O kadar anlatamadı ki, iki yıl sonra bütün sosyal medya hesaplarını kapatmak zorunda kaldı. Çünkü zekâ ve izan ne yazık ki artık buralarda oturmuyor!
Bir gazın hatırı 40 günmüş meğer!
Diyelim ki bir film senaryosu bu okuduğumuz... Sayfanın tepesinde de şöyle yazıyor: Aynı anda, başka bir yerde...
2013 Haziran’ının ilk günleri. Gezi Parkı Direnişi sürüyor. Ortalık toz duman. Karşımızda Şahan Gökbakar’ın tweet’i duruyor:
“Adam gibi konuşacak olanlara bi sorum var? Diyelim hükümet istifa etti, yerine kim gelecek. Lütfen? Alternatif kim? Mantıklı cevaplar bekliyorum”.
Aradığı mantıklı cevapları bulamamış olacak ki, kendisini yaklaşık bir ay sonra Tayyip Erdoğan için hazırlanmış Usta’nın Hikâyesi belgeselinde görüyoruz. Bize Erdoğan ile “tatlı” bir anısını anlatıyor:
“Davet edildiğim toplantıda kendimce hazırlık yapıyorum kafamda. Başbakan böyle derse ben de böyle derim falan. Salona giren Başbakan Erdoğan tek tek el sıkarak geldi ve tokalaşırken ‘Naber tombişim?’ dedi. Ben de ‘İyiyim Başbakanım siz nasılsınız?’ dedim. O da ‘Hâlâ erimedin mi?’ dedi, devam etti. Ben de kahvaltının son anlarına kadar yemedim.”
Kendisini bir yıl sonra bu kez Erdoğan’ın vizyon toplantısında görüyoruz. Ama Gökbakar filmleriyle ilgili olduğu gibi tercihleriyle ilgili de eleştiri istemiyor. “Bir tehditler, bir tehditler...” diye yazıyor sosyal medyaya. Neden? “Gezi olaylarında hep aklıselime çağırdığım için”. Aman diyoruz yoksa ona da mı ölüm tehditleri geldi? Hayır. “Filmlerini seyretmeyeceğiz” demişler, o da yapıştırmış cevabı: “İzlemiycez. Bittin sen. Sonuç: 7.3 milyon”...
Aklınızı alır
Aynı toplantıya katılan Zerrin Özer tepkilere karşı Gökbakar kadar kibar değildi: “Aklınızı alırım küçük beyinli cahiller”. Ece Erken ise Gezi’de “saftemiz” Gezicilerin yanında yer aldığını beyan edip hesaplaşma yönteminde din ile devlet işlerini birbirine karıştırdı:
“Apolitiğim, şimdi bana saçma sapan yorum yapanları Allah’a, ahlaksızları da avukatıma havale ediyorum”.
Gökbakar, Gezi Parkı’ndakileri aklıselime davet ederken en ön saflarda parkı savunan biri vardı: Şafak Sezer.
Yolları kesiyor, eylemlerde en önde yer alıyordu. Gezi Direnişi bitti, bir ay sonra aynı Şafak Sezer AKP iftarında Erdoğan’ın önünde diz çökmüş bir halde görüldü.
Pişmandı, özür diliyordu. Diyordu ki, “Bir insanı sevmek döneklikse, ben Başbakanımı seviyorum, ne Ak Parti’den anlarım, ne de siyasetten... Kişileri sevmek emek ister”.
Baktı ki ikna edici olamıyor, “İlk üç gün ben de destekledim” cephesine geçti. O da olmadı, gaz kardeşliğinden medet umdu:
“Başbakanımızın iftarına katıldım. Ağaç kesilmesin diye geldik siz Başbakanı kesmeye kalktınız. Gezi’deki halk da yüzde 50 halk değil mi? Ayıp olmuyor mu? O gazı beraber yedik”.
Oysa ona tepki gösterenler de aynı şeyi söylüyordu: Ayıp olmuyor mu Şafak? O gazı beraber yedik.
Ne Şafak Sezer döndü sevdasından ne de ona tepki verenler ikna oldu, sonunda herkes öğrendi ki bir gazın hatırı 40 günü bulmuyor.
Yazının tamamına ulaşmak için tıklayın.