Bir uçak yolculuğundan izlenimlerle Avrupa'da mülteci krizi...

Bir uçak yolculuğundan izlenimlerle Avrupa'da mülteci krizi...

Can Dündar*

Sabah 7.30.

Londra-Roma uçağı...

En arka sıradan çığlıklar geliyor:

İniltiyle karışık, yalvaran, acı haykırışlar...

Ağıt yakan bir kadının kederli sesi...

Aynı sözcükleri tekrarlıyor sürekli... Ne dediğini anlamıyoruz, ancak infiali büyük; belli...

Hostes, şaşkın yolculara açıklama yapıyor:

“Eritreli bir mülteci... 3. kez sınırdışı ediliyormuş. Direniyor gitmeye..."

Sonra rahatlatmak için ekliyor:

“Yanında sivil polisler var merak etmeyin. Biz alışkınız bunlara...”

Çoğu İtalyan ve İngiliz olan yolcular yine de tedirgin...

Uçak havalanmadan önce Eritreli kadının feryadı durmayıp tersine yükselince bir kısmı arka sıralardan öne taşınarak beladan uzaklaşmaya çalışıyor.

Bir kısmı müzik cihazının kulaklığını takıp duymaza yatıyor ve uykuya dalıyor.

Bir kısmı uzaktan kaygıyla izliyor.

Ama yardıma koşan, derdini soran, çare arayan yok.

İki sivil polisin gözetiminde seyirlik bir isyan...

Arkamdaki İngilizin “İyi ki gönderiyorlar” dediğini duyuyorum.

Dönüp ona doğru bakıyorum.

Siyahi...

Eritreliden önce gelip İngiltere’de yer kapmış belli. Yerini kaybetme telaşında vicdanını kaybetmiş.

Pişkince sırıtıyor yüzüme:

“Kendini patlatmasın da...”

Öfkeli bakışlarımı görünce toparlıyor kulaklarına yayılan dudaklarını...

Uçakla birlikte çığlıklar da havalanıyor, arka sıralardan kokpite doğru...

Eritreli kadın, geri yollanacağı cehennemin ateşine değmiş gibi haykırıyor artık...

Öfkesinin harı, hepten rahatını kaçırıyor yolcuların...

Lüks koltuklarda merak var, tedirginlik var, rahatsızlık var, kızgınlık, kayıtsızlık, korku var.

Ama utanç yok mesela, merhamet de yok sanki...

Üzüntü?

Belki.

Nazik bir kadın sesi, üç dilde anons yapıyor; Eritre dilindeki feryat, hepsini bastırıyor.

Hostesin sesindeki konfor, mültecinin sesindeki dehşetle çatışıyor.

Bir kıtanın dramı, bir uçağın içinde, sembolik bir seyirliğe dönüşüyor.

Avrupa’nın hümanist makyajı, bir çığlıkta akıyor; altından, ruhunu yitirmiş, yaşlı, yorgun bir insan sureti çıkıyor.

Yaşlı kıta henüz farkında değil belki, ama kulak tıkadığı, tiksinerek baktığı, uzağa kaçtığı o çığlık, kendi sonunu haber veriyor aslında...

Avrupa uçağı sallanıyor.

Ve paniğe kapılan “Avrupalılar”, birbirleriyle kavgaya tutuştukça, uçaktan atlamaya çalıştıkça ya da yeni gelenleri uçaktan atmak için kapıyı açtıkça, uçağa da hızla irtifa kaybettiriyor.

Uçaktaki dehşet ve kendinden başka hiçbir şeyi düşünememe hali, yaşlı kıtanın son nefesi gibi çınlıyor kulaklarda...

Uçak inerken, Eritreli kadının çığlığı duyulmaz oluyor.

Yolcular, korku dolu bakışlar ve hızlı adımlarla çıkış kapısına yöneliyor.

Rahatlıyorlar. Nihayet bir mülteciden daha kurtuldular.

Herkes çıkınca uçağa giren yer ekibi temizliğe en arkadan başlıyor. Bakıyorum; onlar da çığlık sırasını bekleyen Asyalılar...

Son durak buysa, durdurun dünyayı inecek var.

Bu yazı Cumhuriyet'te yayımlanmıştır