'Birikim'i incelemek sosyalistlerin kof bir üstünlük duygusuyla insanlara saldırdığını görmek için kâfi...'

'Birikim'i incelemek sosyalistlerin kof bir üstünlük duygusuyla insanlara saldırdığını görmek için kâfi...'

Yeni Şafak yazarı Atilla Yayla,  "Sadece Birikim dergisinin koleksiyonunu incelemek, sosyalistlerin, boş bir gurur ve kof bir üstünlük duygusu içinde, hiçbir sınır tanımaksızın, yalın kılıç, insanlara saldırdığını, kesip biçtiğini görmeye kâfi..." dedi.

"Hâlihazırda Türkiye’de totalitarizmi en iyi bilen kişi olduğumu söylersem, tevazudan ayrılmış olmam" diyen Yayla, "Totalitarizmden duyduğum alerji beni doğal olarak sosyalizm eleştirisine çekiyor" ifadesini kullandı.

Atilla Yayla'nın Yeni Şafak'ta "Sosyalizmi ve sosyalistleri eleştirmek suç mu, ayıp mı?" başlığıyla yayımlanan (27 Ocak 2015) yazısı şöyle: 

 

Sosyalizmi ve sosyalistleri eleştirmek suç mu, ayıp mı?

 

Yeni Şafak’ta yayımlanan önceki iki yazım sosyalizme ve sosyalistlere çeşitli eleştiriler getirmekteydi. Yazıların epeyce yankısı oldu. Görüş belirten kimselerin çoğu yazıları memnuniyetle karşıladığını ve ifade edilen fikirlerin hepsine veya çoğuna katıldığını söyledi. Dile getirilen her şey kökten yanlıştır diyen hiç olmadı. Bazıları, bugün artık sosyalizmi ve sosyalistleri eleştirmenin anlamlı olmadığını, bunun Soğuk Savaş’tan kalma bir tavır olduğunu iddia etti. Böyle söyleyenler arasında bir yakın arkadaşım da vardı. Bu bakış doğru mu? Sosyalizm eleştirileri hem gereksiz hem de anlamsız mı? Soğuk Savaş döneminden kalma bir tavrın yansıması mı? Sosyalizmle ve sosyalistlerle uğraşmayı bırakıp başka meselelere mi gözümüzü dikmeliyiz? Sosyalizmi ve sosyalistleri hiç eleştirmemeli miyiz?

Arkadaşlarımı üzmek istemem, ama bu görüşlere hiç katılmıyorum. Hatta bu duruşu yazılarımda sözünü ettiğim sosyalist entelektüel tahakkümün bir yansıması olarak görüyorum. Bir defa, düşünce ve ifade özgürlüğü yazan-konuşan kimsenin ele alacağı konuyu seçme hakkını da kapsar. Tercihlere yönelik eleştiriler, aşırı durumlarda, ifade özgürlüğüne düpedüz bir saldırı teşkil eder. Kimse konu seçimi yüzünden suçlanamaz. Anlamlı ve yararlı eleştiri yazılanlara-söylenenlere dayanarak yapılabilir. Ancak, öyle bir dönemde yaşıyoruz ki, insanlar yazmadıkları ve söylemedikleri üzerinden dahi sorgulanabiliyor. Ben bu tarzı benimsemediğim gibi bu tür baskılara boyun eğecek biri de değilim.

Yazılarımda da ifade ettiğim üzere, benim asıl itiraz ettiğim totalitarizm. İnsanların özel hayatını kamulaştıran ve, Kant’ın eleştirdiği anlamda, bireyleri nesneleştirip başkalarının amacının aracına çeviren totalitarizmin her rengine kökten karşıyım. Totalitarizmin sağ mı sol mu, seküler mi dinî mi olduğu tavrımı değiştirmez.

Totaliter sistemlerin uzun bir fikrî ve fiilî geçmiş var. Ancak, en köklü ve en korkunç örnekleri 20. Yüzyıl’da karşımıza çıktı. 20. Yüzyıl bir totalitarizm tarihi olarak bilinir. Bu yüzyılda yaşamış totaliter sistemlerin en önemlisi ise sosyalist totalitarizmdir. Faşist ve nasyonal sosyalist olanlar dâhil her türlü totalitarizm sosyalist totalitarizmden esinlendi veya onun biçimleri olarak ortaya çıktı. Bu gerçek, ister istemez, totaliter sistemleri tehlikeli bulan herkesi sosyalist totalitarizmi mercek altına almaya iter. Benim yaptığım da bundan ibaret. Ben erken gençlik yıllarımda içinde yer aldığım bir totaliter yapılanmadan totalitarizmin ne olduğunu öğrenerek ve kendi çapımda bir totalitarizm teorisi geliştirerek çıktım. Daha sonra, akademik çalışmalarla konuda derinleştim. Hâlihazırda Türkiye’de totalitarizmi en iyi bilen kişi olduğumu söylersem, tevazudan ayrılmış olmam. Totalitarizmden duyduğum alerji beni doğal olarak sosyalizm eleştirisine çekiyor.

Yukarda ifade ettiğim eleştiriyi yapanlar bazı şeyleri gözden kaçırıyor. En başta, sosyalizm eleştirileri Soğuk Savaş’ın özü ve devamı değildir. Soğuk Savaş, ideoloji savaşı kısmı da bulunmakla beraber, iki süper güç arasındaki politik ve askerî bir mücadeleydi. İdeolojiler mücadelesi ise çok öncesinde başlamıştı ve Soğuk Savaş bittikten sonra da devam etmekte.

Ben felsefî olarak Hume-Smith-Menger-Hayek çizgisine bağlı bir klasik liberalim. Fikir tarihçileri S. Davies ile R. Raico’nun da altını çizdiği üzere, klasik liberalizm ve sosyalizm birbirinin zıddıdır. Öncü klasik liberaller sosyalizmi özgürlüğün ve uygarlığın düşmanı, dolaysıyla ana ideolojik hasımları olarak gördü ve şiddetle eleştirdi. Meselâ, H. Spencer, 19. Yüzyıl’ın sonlarına doğru, yükselmekte olan sosyalist akımları “yaklaşan kölelik” olarak niteledi ve insanları ikaz etti. Entelektüel atam F. A. Hayek sosyalizme karşı destansı bir fikir mücadelesinin öncülüğünü yaptı. L. Mises de aynı pozisyondaydı. Onların çabası olmasaydı, sosyalizmin entelektüel olarak çökertilmesi daha çok zaman alacaktı.

Sosyalizm 20. Yüzyıl’da yaklaşık 40 ülkede sistem olarak denendi. Her seferinde açlık, eşitsizlik, sömürü, zulüm ve tahakküm üretti. İnsana ve insanlığa saygısı olan herkesin bunun altını çizmesi ve kötülükleri teşhir etmesi, kınaması gerekir. Benim yaptığım sadece bu. Diğer taraftan, Soğuk Savaş bitti ise ve insanların o dönemin tavır ve yaklaşımlarından uzak durması gerekiyorsa, aynı şeyin sosyalistler tarafından da yapılmasını istemek gerekmez mi? Sosyalistler farklı fikirlerden insanlara saldırmıyor ve ideolojilerinin propagandasını yapmıyor mu? Sadece Birikim dergisinin koleksiyonunu incelemek, sosyalistlerin, boş bir gurur ve kof bir üstünlük duygusu içinde, hiçbir sınır tanımaksızın, yalın kılıç, insanlara saldırdığını, kesip biçtiğini görmeye kâfi...

Son sözüm şu: Totalitarizme kökten karşıyım. Her türlü totalitarizmi ve dolayısıyla totalitarizmin hem en gelişmiş türü hem başlıca kaynağı olan sosyalizmi eleştirmeye, sosyalist suçları ve zulümleri hatırlamaya ve hatırlatmaya devam edeceğim.