Pınar Dinç Kenanoğlu
Doktora Öğrencisi, London School of Economics
Ne siyaset, ne de toplum, geçtiğimiz yılın Mayıs ayından beri eskisi gibi değil. Kusursuz işleyen apolitik sistemde büyüyen çocuklar, gençler, görmüş geçirmiş büyükler, başları eskiden beri acıdan kurtulamamış Kürtler, Aleviler, ve tüm azınlıklar ayakta. Yalnız ayakta da değil, herkes sokakta. Bu fitili yakan ateş ne? AKP, onun ayrımcı, dayatmacı politikaları. Hal böyle olunca Gezi parkında başlayan direniş kocaman bir sosyal harekete evrildi, şehir şehir yayıldı.
Yine de durup düşünmekte fayda var. Gezi hareketi dediğimizde neyi anlıyoruz, hangi gruptan bahsediyoruz? Burada benim görebildiğim üç Gezi tanımlaması var. Bunlardan ilki AKP bakış açısı. Recep Tayyip Erdoğan’a göre Gezi hareketi ‘bir kısım’ insanın ‘ideolojik yapının’ ve ‘aşırı uçların’ kışkırtması sonucunda atılan bir adımdır (3 Haziran 2013 Recep Tayyip Erdogan Basın Toplantısı). Mikrobik ile benzer şekilde kullanılan ‘ideolojik’ yaftasının karşısında ise ideolojiden arınmış ve Başbakan’ın evinde zorla tuttuğu ‘en az yüzde elli’si var, ve bu yüzde elli ‘sabırla’ beklemeleri yönünde uyarılıyorlar. Sabır taşar mı taşmaz mı, orası muallak.
Gelelim diğer iki ayağa. Bunları kısaca Taksim ve Bağdat Caddesi Gezi’cileri diye kategorize etmek kulağa hoş gelmese de cesaretle yapılması gereken bir karşılaştırma. Burada birbirini alkışlayan, yan yana direnen, ama çok kırılgan bir birliktelikten söz ediyoruz çünkü. Önce Taksim Gezi Parkı’na bakalım. Kimler var orada? Örneğin üniversiteli gençler, çevreciler, sanatçılar, LGBTT, BDP, Çarşı ve diğer taraftar grupları, sendikalar. Taksim’de viraneye çevrilen Atatürk Kültür Merkezi’inin ön cephesi gibi şenlikliydi Taksim. Türk bayrakları ve Kürt bayrakları yanyanaydı, rengarenk LGBT bayrakları ve çocuk atölyeleri yanyanaydı, polise kitap okuyan gençler vardı, ve kol kola girmiş üç büyük İstanbul takımının taraftarları.
Bağdat Caddesi ise daha tek renkliydi. Daha kırmızı-beyaz, daha ay-yıldız. Daha genç-Türk, daha CHP. Bağdat Caddesi’nden köprüye kadar yürüyen, isyan eden, Gezi direnişini sabahlara kadar Halk TV’den takip eden bu grup daha mı az saygıdeğer? Haşa. Ama işte, belki de daha az Gezi’ciler. Ya da Gezi’ci değiller, başka bir hareketin parçası onlar. Yine AKP karşıtı, ama Gezi Parkı’ndaki o heterojenlikte değil; daha ulus-devlet, daha tekil.
Peki ben böyle bir ayrımı neye göre yapıyorum? Elimde sayısal bir veri yok, bu iki yerdeki direnişçilerle yapılan mülakat ya da anket yok. Ben bu ayrımı gözlemlerime dayanarak yapıyorum. Bu yüzden bu makale akademik bir makale değil, yorum makalesi. Yine de bazı şeylerle ilgili fikir veriyor. İki örnek ile açıklayayım. Sosyal medyada ‘yetmez ama evet’ diyen, Kürt açılımına destek veren ‘liboş’lara verip veriştiriliyor. Gezi Parkında halay çeken BDP’lileri, Tarlabaşı’ndan gelip destek veren Kürt çocuklarını düşününce Taksim’deki Gezi’cilerin bunu yapan taraf olduğuna pek ihtimal veremiyorum. AKP tarafından iyi niyeti suistimal edilmiş, derin bir hayalkırıklığı yaşayan, ve şüphesiz hala aynı şekilde temel hak ve özgürlükler için atılan tüm adımları destekleyecek kimine göre ‘aydın’ kimine göre ‘liboş’ takımına saldırılar bu toplumsal hareketin hala kendi içinde bir anlaşma ve barışma sağlayamadığının bir göstergesi.
İkinci, ve pek tabii daha vahim olan konu ise Ergenekon Davası konusundaki bölünmüşlük. Ergenekon davası sanıkları yargılamadaki hukuki ve vicdani yanlışlar nedeniyle önemli bir grup AKP karşıtı tarafından adeta kahramanlaştırıldı (Hasan Cemal, Ergenekon Dersleri, 12.03.2014, t24). Cemaat ve AKP arasındaki -henüz yolunmamış- tüylerimizi diken diken eden savaşta ortaya çıkan tabloda, AKP’nin iktidara geldiğinden beri uğruna savaş verdiği darbe karşıtı politika da yerle yeksan oldu. Bir deyişle, ‘çürük domatesleri iyilerin arasına saklayan pazarcı mantığı’ ile iş yapıldı. Hrant Dink’in katilleri sokağa çıktı. Sadece sokağa değil, Gezi olaylarını televizyonda –bolca Atatürk seti reklamıyla- gösteren kanal Halk TV’ye de çıktılar Ergenekon sanıkları. Ve dediler ki ‘Kınından çıkmış bir kılıç gibiyiz. Görevlere hazırız’ (İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek). Ve dediler ki ‘Bundan sonra da devam edeceğiz’ (Emekli Jandarma Tuğgenerali Veli Küçük). Şimdi hüküm giymiş bu kişileri kucaklayan bir Gezi mi bahsettiğimiz, yoksa salıverilmeleriyle yürekleri sızlayan, Hrant Dink’in adi katlinin acısını bir kez daha yaşayan bir Gezi mi?
AKP’nin güçlü olmasının sebebi tek başına ve birlik içinde durması. Ayrılsalar ayrılsalar Berkin’in ölümüne sevinmeyenler ve Berkin’in ölümünü umursamayanlar olarak ayrılıyorlar kendi aralarında. İçler acısı bir tablo, ama kendi içinde tutarlı. Öte yandan ‘Gezi’ adı altında toplanan kitleleri pek yazık ki seçimlerde yine zafer beklemiyor. Çünkü bunca kalabalığa, isyana, haykırışa rağmen Gezi dediğimiz hareket tek değil, tutarlı değil. Ne yazık ki AKP Gezi hareketini bir yandan birleştirirken bir yandan bulandırdığı sular ile hareketin kendi temel prensiplerini oluşturmasına fırsat vermeyerek birleşme önündeki en temel engeli oluşturuyor. Sahi, biz Gezi’ciler kimiz? 30 Mart’ta seçimler var, ve biz düşünüp bir karar vermek için çok geç kalmışa benziyoruz.