Bize müzik lazım!

Bize müzik lazım!

Deniz Yenihayat

Ben her sabah işe gitmeye hazırlanırken Traleybüs listemi açarım (Bazı sabahlar da Mazi listemi); evden çıkınca ve metroda da, son günlerdeki favori albümüm neyse onu dinlerim. Sanırım daha uykuyu üzerimden atmamışken aşina olduğum tınıları duymak rahatlatıyor beni. Dikkat gerektiren yeni keşifleri, biraz daha ayılınca, metroda kitap okurken filan dinlemeyi tercih ediyorum. Daha geniş bakmak gerekirse, ben hayatımı sürdürürken arka planda hep güzel şeyler çalsın istiyorum. Kenti deneyimlerken de müzik hep kulağımda olmalı bence.

Geçen yaza kadar, indirdiğim, ulaşabildiğim, keşfedebildiğim kadarını iTunes’ta dinliyordum. Sanırım bilgisayarıma indirerek ‘sahip olma’ refleksimi tatmin ediyordum. Ama sonrasında bilgisayarımın ve telefonumun hafızasında hatrı sayılır bir yer kaplayacak hale geldiğinde online müzik daha cazip görünmeye başladı. O sıralarda bir ahbap sağ olsun, benim uğraşmak istemediğim kayıt, ödeme vs. kısmıyla ilgilendi ve ben de Premier üye oldum Spotify’da. Böyle bir uygulamayı kabullenmemin temel nedeni Offline kullanımda sadece dinlemeyi tercih ettiğim kadarının hafızada yer kaplıyor oluşuydu. Oh, telefonum da bilgisayarım da gigabyte’larca derin bir nefes aldı. Bu arada ben de müziğin sahip olunan bir şey olmaktan çok, içine dalınan bir şey olduğunu daha net görmeye başladım. Müziği indirme ve ona fiziksel bir yer açma fikri gittiğinde, müzik deneyimiyle biraz daha baş başa kalabiliyorum. Aramak, indirmek, organize etmek artık yok. Müzik artık sörçbarlara emanet. Basit.

Spotify'a ilk gıcık oluşumsa, uygulamanın Türkiye hizmetinin başlamasına rastlar. Bu meret memleketimize yasal olarak gelmeden önce, şu benim ahbabın katakullileriyle üyeliğim A.B.D. kayıtlıydı. O sırada dinlediğim şarkı ve albümlerin bir kısmını, Spotify Türkiye ofisinin açılmasıyla otomatikman geçirildiğim Türkiye üyeliğimle dinleyemediğimi fark ettim. Muhtemelen bazı telif ve benzeri yasal bariyerler yüzündendir. Ancak gıcık olmamın nedeni de gerçek ve anlaşılabilir bir şey: Ketlenmek! Hiç gelemem... Hele ki müzik söz konusuysa insanlar asla engellenmemeli. Müzikle karşılaşma, müziği deneyimleme, süzme ve sindirme safhalarında tamamen özgür olmalılar.

Elinden geldiğince kapsamlı ve pratik bir uygulama olmaya çalışan Spotify, maalesef ki varlığı gereği müzik dünyasında tekelleşmeye doğru yönelecek. ‘Spotify'da yoksan, yoksun’ noktasına gelmemeli mevzu. Üstüne üstlük bir de ‘meta olarak müzik’in değeri de düşme tehlikesi altında. Bu uygulama kullanıcıda/müzik dinleyicisinde müzik edimine karşı kanıksama yaratarak ve sayıca milyarları bulan arşivini dünyayla paylaşarak müziğin içini boşaltıyor. Mesela geçenlerde bir web sitesiyle karşılaştım. Forgetify.com, Spotify’da bir kez bile dinlenmemiş yaklaşık 4 milyon şarkıya iade-i itibar yaratmaya çalışan bir aziz ya da sadece müziğin içinin boşaltılmasına atarlanan bir ağıt linki. Bu site bile, müzik sözcüğünün lügatımızdaki anlamlarını azaltmaya cüret eden küresel bir müzik tekeline saplanmaya başladığımızın açık bir işareti. Halbuki, bu pratik ve kapsamlı nimetten faydalanırken kendimizi yeni olandan, kulağımızı alternatif müzik kaynaklarından, gözümüzü araştırmaktan ve keşfetmekten alıkoymamalıyız.

Ve kent, bu anlamda gerçek ve şahsına münhasır bir kaynak. Şehirdeki müzik... Olmasa ne yapardık?

(Bunları word'e dökerken bir yandan da haberlere bakıyorum, Suriye'de radikal bir örgütün Rakka şehrinde müzik dinlemeyi yasakladığını okuyorum. Tüyler ürpertici! Ordaki savaş, kıyım ve akıl dışı her şeyi bir kenara bırakın, müziğin olmadığı bir yerde çıkış yolundan kimse söz edemez; işte bu çaresizlikleri tüyler ürpertici. Neyse, dağılmadan atarlanmaya devam edeyim.)

İstanbul kentsel müzik anlamında öyle geniş ve rastlantısal bir yelpaze sunuyor ki tüketmek, kanıksamak ve alışmak mümkün değil. Bazen hoş tınılar, oturduğumuz bir kafede, bulduğumuz bir fanzinde harf harf hissettirir kendini. Bazen insanlar evlerinde otururlar ve çalarlar ve söylerler ve kaydederler ve kentle paylaşırlar. Bazen insanlar toplanırlar ve kentin çocuklarının yaptığı müzikle hayal kurarlar. Bazen insanlar çıldırırlar, bize yabancı kentlerin çocuklarını ağırlayıp onlarla aynı sahnede tepinirler. İşte o zaman aklına hep yaşadığın kentin fıkırtısı takılır, asla dijital ortamdaki keşiflerin değil. Bende yeni hisler uyandıracak tınılarla sadece Spotify gibi uygulamalarda karşılaşamam, açıkçası kendimi bu kaynaktan ibaret tutmak da istemem. Müzik, her şeyden önce, icra edildiği ilk anda bir keşfe uğrar ve bu her çalınışında sonsuzca devam eder. Bunu sınırlandırmak, bazı uygulamalar altında tekelleştirmek, cennetten gelen bu seslere dev haksızlık olur. Mesela ben, başka bir kaynakta karşılaştığım bir müzisyeni Spotify’da bulamayınca derin bir neşe hissediyorum. 

Çünkü farkında olmasak bile hayatlarımızın köklerine kadar inmiş olan müzik mucizesini, bu uygulamalardan ibaret bir hale getirmek en son isteyeceğimiz şey olmalı.

Çünkü evlerde, odalarda, kuytularda yapılan, kentten çıkan müzik sonsuza kadar türlü türlü yayılacak. Bu kayıtlara bazen bir plakçıda rastlayacağız, bazen de komşumuzun dinlediği albümde. Spotify gibi uygulamalar yine hep yanı başımızda elbette, ama sadece bir player/organizer olarak. Müzik gibi özgür ve sınırsız bir mücevheri asla sendeletmemek lazım gelir. Müziğin bir uygulamada değil, kentin her anında zaten olduğunu kabul etmek ve onu bulmaya çalışmak gerekir. Her yeni notanın keşfedilmeye ihtiyacı var, saklandığı yerde...

[email protected]