Ayşe Böhürler
(Yeni Şafak, 7 Nisan 2012)
Sanırım 1987'li yıllardı. Başörtülü bir kız arkadaşım kendisi ile evlenmek isteyen taliplilerine önce "82 anayasasına oy verip vermediğini sorardı". Bu sorunun cevabı çoğunlukla "evet" olur, bu da görüşmeyi nihayetlendirirdi. Çoğu zaman da bu görüşmelerden tartışmayla ayrılırdı. "82 anayasasına oy veren adamla allame-i cihan olsa evlenmem" derdi.
12 Eylül ile yüzleşmemiz Türk demokrasisi adına bir dönüm noktası oldu. Ancak bu yüzleşmenin sonuç alabilmesi için "devleti her şeyin üzerinde gören" 82 Anayasası'nın değişmesi lazım. Devleti ululayan, kutsallaştıran, ona suç işleme ehliyetini veren, devlet için her şey mübahtır diyen anlayışın değişmesi için 12 Eylül davası tarihi bir fırsat.
...
12 Eylül'de yaşananlar daha çok sol yazarların kitaplarında anlatıldı. Hatta bu kitaplar Türk romancılığının önemli bir parçasını oluşturdu. Ama dün sosyal medyada sağ kesimden de kitap isimleri geldi. 12 Eylül'e ilişkin rahmetli ÖmerLütfü Mete'nin "Çığlığın Ardı Çığlık","Yerden Göğe Kadar", şimdi milletvekili olan Naci Bostancı'nın "Işığın Gölgesi" ve "Hayatın Kıyısına Düşen" romanlarından yeni haberdar oldum, sizi de haberdar ediyorum.
12 Eylül sonrası İslamcılar
Hannah Arendt "en radikal devrimci bile devrimin ertesi sabahı muhafazakarlaşıverir" demiş. Haklı mı bilmiyorum ama bizim topluluğun sık sık karşı karşıya kaldığı eleştiriler de bunu haklı çıkartıyor. Topluluk diyorum çünkü camia desem başka, cemaat desem başka, bizimkiler desem başka, hizmet desem başka, İslamcı desem başka.
Karar veremedim topluluk dedim işte! Sağa yakın, içinde her türden inançlı insanı barındıran topluluk. Bu topluluğun fikir ayırımları, nüans farkları ve ortak noktaları var.
Ortak noktalar; sol düşmanlığı, Necip Fazıl-Mehmet Akif sevgisi, dini kültürel ya da inanç bazında benimseme, vatanseverlik, Osmanlı hayranlığı, Atatürk'e ilişkin duygular...
Ayırımlar ise ortak noktalarından daha çok.
Mesela devlet konusundaki görüşleri, İslami kaynaklara bakışları ve referansları.
Bu ayırımlar içinde kadın meselesi, başörtüsü konusu (eylem yapalım mı, yapmayalım mı? Açalım mı, kapatalım mı?), İran , mezhepler, tarikatlar, devlete bakış, Irak, kürt meselesi ve son olarak da Suriye meselesi yol ayırımları ortaya çıkartan başlıklar. Bu ayırımların kökenleri derindir elbette, ama özetle özellikle 12 Eylül sonrasında belirginleşen farklarla ilişkin kısa bir analiz yapmak isterim.
Sağcı statükocular; İran devrimine karşı çıkarlar, devleti eleştirseler de ilelebet varlığını sürdürmeyi, onu savunmayı ve korumayı dini bir vecibe ya da milli bir vazife gibi algılarlardı. Sünni İslam anlayışından taviz vermezlerdi.
Ayşe Böhürler
(Yeni Şafak, 7 Nisan 2012)
İslamcıların farklılaşmasında dünya konjonktürü kadar 80 sonrasında ülkücü ve sol hareketten geçenlerin de etkisi olmuştur. Ali Şeriati okudular, sosyal bilinçlerini yükselttiler, klasik sağın boyun eğen devletçi yaklaşımını reddettiler, devlete muhalif çizgide bir görüş ortaya çıkardılar.
Mezheplerin ayırımcılığını eleştirdiler, geleneği sürdürmek yeterlidir diyen dini anlayışa muhalefet ettiler.
Siyasal İslamcılar ise "inandığımız gibi yaşamalıyız" derken klasik sağcılar her zaman "aman sorun çıkmasın, namazımızı rahat kılalım, oruç tutalım yeter" dediler.
Klasik sağın bazı yaklaşımlarını benimseyen dindarlar -ki bunun içinde cemaat de vardır- devlet ile çok sorun yaşamalarına rağmen, mensuplarına o zamanlarda devlet ile uyumlu olmayı telkin eder ve zihin dünyalarını sınırlandırırlardı. Aktüel dergisi okuyan kızı yurttan atar, pantolan giyeni ihtar eder, Said Nursi tefsiri dışında tefsir okuyanları uyarır ve bünyede tutmazlardı.
Tarikat ehli içinde ise İslam anlayışı farkları kıyafetten amele değişir, en büyük fark da siyasal hareketlere verdikleri desteklerde ortaya çıkardı.
Siyasal islamcılar bunların hepsi ile sorun yaşarlardı. Zira hiç bir gurubun en ufak bir eleştiriye dahi tahammül edemediği ortadaydı. "Cehennem odunu" ilan edilmek o yıllarda pek kolaydı kısaca.
Cemaatler de, tarikatlar da farklı dini kaynaklar okumayı ve okutmayı doğru bulmaz "avamı ifsad eder" anlayışı ile kendilerine uygun tek tip bir dini anlayış içinde hareket ederlerdi. Farklı dinlere açıklardı ama farklı İslami anlayışlara açık değillerdi.
Bunların yanısıra "aman bulaşmayalım" diyenler ile "bulaşmadan olmaz" diyenler arasındaki mücadele kendi içinde hep sürdü durdu. Bugün de bu mücadelenin değişen taraflarını görüyoruz.
Şimdi zaman da, politikalar da, güç odakları da çok değişti.
Ancak insan kalitemiz ve yaklaşımlarımız değişmedi.
...
Ahmet Turan Alkan'ın Şenlikoğlu röportajından yola çıkarak "İslamcılar Özeleştiri Yapabilir mi" yazısını okurken acaba A.T.Alkan "hiç içinde bulunduğu guruba içerden özeleştiri yapabilmiş midir" diye sormadan edemedim. Yoksa eleştirilemeyecek kadar kusursuz mu görüyor her şeyi!