BM Özel Raportörü Prof. Nils Melzer, Güneydoğu’daki sokağa çıkma yasakları ve 15 Temmuz darbe girişimi gibi kriz dönemlerinde insan haklarının ihlal edilebileceğini savundu. Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilerek iki yıl boyunca KHK’lar aracılığıyla kritik çok sayıda kanun değişikliğinin yapılmasına ve binlerce kişinin kamudan ihraç edilmesine olanak veren OHAL konusunda değerlendirmede bulunan Melzer “İnsan hakları tartışmaya açık değil ama böyle kötü kriz dönemlerinde insan hakları ihlal edilebilir. Hükümet yetkilileri işkenceye ‘sıfır tolerens’ dediler, düzeni sağlamak işin bir şeyler yaptılar. Evet sıkı yönetim vardı ama yine de hükümeti tebrik ederim çünkü OHAL'i mümkün olan en kısa zamanda kaldırmayı başardı, gözaltı süreleri kısaldı” dedi. Melzer ayrıca “Mahkumiyet ve tutukluluk sitemi açısından tüm hapishaneler bir devrimden geçti evet problemler var ama o dönem yaşananlar ciddi olaylardı” açıklamasında bulundu.
Evrensel’de yer alan habere göre, Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi ile Küresel Düşünce Enstitüsü, Birleşmiş Milletler İstanbul Protokolü’nün yıldönümünde ‘21. Yüzyılda İnsan Hakları ve Kötü Muamele’ konulu konferans düzenledi. Taksim Divan Otel’de gerçekleşen konferansın açılış konuşmasını ve moderatörlüğünü Prof. Dr. Fuat Keyman yaptı. Konferansın konuşmacıları ise İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Küçültücü Muamele veya Cezalandırma alanlarında çalışan BM Özel Röportörü Prof. Nils Melzer, Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Merkezi Müdürü Prof. Dr. Ioanna Kuçuradi, İstanbul Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Turgut Tarhanlı idi.
Konferansın açılış konuşmasını yapan Prof. Dr. Fuat Keyman, İstanbul Protokolü'nün tarihine ilişkin bilgiler verdi. Keyman, İstanbul Ptotokolü'nün, 20 yıl evvel işkence ve kötü muameleye karşı etkin mücadele amacıyla Türk Tabipleri Birliği (TTB), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve Adli Tıp Uzmanları Derneği (ATUD), bu örgütlere mensup hekimler, Türkiyeli insan hakları savunucuları, dünyanın 15 ülkesinden (ABD, Almanya, Danimarka, Fransa, Filistin, Güney Afrika, Hindistan, Hollanda, İngiltere, İsrail, İsviçre, Şili, Kosta Rika, Sri Lanka, Türkiye) 40 örgüte mensup 75 kişiden oluşan adli tıp uzmanı, hekim, psikolog, psikiyatrist, avukat ve insan hakları gözlemcisi tarafından oluşturulduğunu anlattı. İstanbul Protokolü'nün Birleşmiş Milletler (BM) Yüksek Komiserliği'nin kabul ettiği resmi bir belge olduğunu söyleyen Keyman, “İstanbul Protokolü, hukuk alanında çalışanların klavuzu niteliğinde bir çalışmadır, belgedir.” dedi.
Konferansın moderatörlüğünü üstlenen Keyman, daha sonra sözü İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Küçültücü Muamele veya Cezalandırma alanlarında çalışan BM Özel Röportörü Prof. Nils Melzer'e bıraktı. İnsan haklarının Türkiye’deki bağlam içinde olduğu kadar küresel olarak da önemli bir konu olduğunu vurgulayan Melzer, “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, sahip olduğumuz niteliklerin temelini oluşturan bildirgedir. İnsan familyasının eşit haklara sahip olması, özgürlüğün, barışın ve adaletin temelidir. Çünkü bu şekilde onurumuz bize teslim edilir. Bildirgenin temel meselesi de budur. İşkence ve kötü muameleyi ortadan kaldırmak için oluşturulmuştur.” dedi.
“İşkence evrenseldir, mutlaktır, işkence için mazeret olamaz, kabul edilemez” diyen Melzer, bölgedeki sokağa çıkma yasakları ve 15 Temmuz darbe girişimi gibi kriz dönemlerinde insan haklarının ihlal edilebileceğini savundu.
Melzer, “Türkiye’yi 2 yıl önce ziyaret etmiştim. 2016 Aralık ayı Türkiye için travma dönemiydi. O dönem yetkililerle görüşmüştüm. 15 Temmuz'a ilişkin herkes travma yaşıyordu. İnsan hakları tartışmaya açık değil ama böyle kötü kriz dönemlerinde insan hakları ihlal edilebilir.” dedi.
Türkiye'ye geldiği dönemde görüştüğü devlet yetkililerinin “İşkenceye tolerans yok” söylemlerini güvenilir bulduğunu ifade eden Melzer, “O dönem Güneydoğu'da da çatışma vardı ama hükümet işkenceye sıfır tolerans tanıdığını söylediği için onlara inanıyoruz. Hükümet yetkilileri işkenceye sıfır tolerens dediler düzeni sağlamak işin bir şeyler yaptılar. Evet sıkı yönetim vardı ama yine de hükümeti tebrik ederim çünkü OHAL'i mümkün olan en kısa zamanda kaldırmayı başardı, gözaltı süreleri kısaldı. Tamam hala problemler var ama bunlar da çözülebilir. Mahkumiyet ve tutukluluk sitemi açısından tüm hapishaneler bir devrimden geçti evet problemler var ama o dönem yaşananlar ciddi olaylardı. Güneydoğu'daki çatışma ve OHAL devam ederken Türkiye hükümeti, beni 1 hafta süre ile istediğim yeri gezip istediğim herkesle konuşmam için davet etti.” dedi. Hükümete seslenen Melzer, Türkiye'deki sivil toplum kuruluşlarının darbe girişimine karşı hükümeti desteklediklerini söyleyen Melzer şöyle devam etti: “İnsan hakları toplumun sacayağı. Cemal Kaşıkçı öldürüldü, Türkiye Dışişleri Bakanlığı soruşturma açılmasını ve uluslararası soruşturmanın başlatılmasını istedi. Türkiye bu hareketiyle olayın faillerine duruş sergilemiş oldu.”
Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Merkezi Müdürü Prof. Dr. Ioanna Kuçuradi konuşmasında, insan hakları ile ilgili daha kapsamlı bir eğitime ihtiyaç olduğunun altını çizdi. Kamu görevlisi olmak için insan hakları eğitiminin şart olması gerektiğini belirten Kuçuradi, hukukla işkencenin önüne geçilemeyeceğini ancak eğitim sayesinde işkence oranının azalabileceğini kaydetti. İdam cezası tartışmalarına da değinen Kuçuradi konuşmasını şöyle tamamladı: “İnsan hakları aslında bir fikir, bir düşüncedir. İnsanın yapısal olanaklarını gerçekleştirmesini olanaklı kılan muamele göstermelidir. İnsan Hakları Bildirgesi'nin 1. maddesinde, 'bütün insanlar eşit doğar' denmektedir. Onur ve haklar bakımından eşittir bütün insanlar çünkü akıl ve vicdanla donatılmıştır bu yüzden birbirlerine kardeşlik anlayışıyla davranmalıdır. Ama Habil ile Kabil gibi değil. Bildirinin 28. maddesi de bunu düzenler. İnsan hakları pratikte ve teoride yeterli değil. İnsan haklarının evrenselliği gruptan gruba farklılık gösteren kültürel normlar ve anlayışlardan ayırt edicidir. İdam cezası yaşam hakkı ihlalidir. İdam cezası hukuku içermez insan haklarını değil de kültürü kapsar. İdam cezası küresel olarak kaldırılmalı. Çünkü idam cezası genelde cinayet işlemiş insanlara verilir. Eğer durum böyleyse ölüme mahkum etmek suç diye düşünülen aynı eylemi gerçekleştirir; bu da kanunu intikam aracına çevirir. İnsan hakları kanunun ve hukukun temelini oluşturmalı. İnsan hakları ile ilgili daha kapsamlı eğitime ihtiyaç var. Kamu görevlisi olmak için bu eğitim şart olmalı. İşkencenin önüne tek başına geçer mi? Hayır. Ama işkence oranı azalır. Hukukla işkencenin önüne geçemezsiniz. Hukuktan önce eğitime önem vermeliyiz.”
İddianamesiz şekilde 1 yıldır hapishanede tutulan Osman Kavala'nın Açık Toplum Vakfı'nda üye ve yönetici olan isimlere geçtiğimiz hafta düzenlenen operasyonda gözaltına alınıp 17 saat sonra serbest bırakılan İstanbul Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Turgut Tarhanlı da konuşmacılar arasındaydı. Tarhanlı, BM'nin insan haklarının korunması konusundaki yükümlülüklerini genişletmesi gerektiğini söyledi.
İnsan hakları hukukunun sadece OHAL ve olağandışı durumlarda değil uluslararası savaşlarda bile riayet edilmesi gereken bir alan olduğunu kaydeden Tarhanlı, “İstisna hali, sosyal teori ve hukuk kuramında zaruriyet hali hukuka gerek duymaz' aforizması bugün dünyada insan hakları hukuk paradigmasının önünde güçlü şekilde varlığını yeşertme konusunda siyasi karar alıcının elinde. Hakkın tanınmasının ortadan kaldırılması meselesi. Bu tanım 11 Eylül terör saldırıyla dünyaya bulaştı. Türkiye'de de OHAL'den sonra yaşandı. BM'nin koruma mekanizmalarının varlığına rağmen böyle bir mekanizma var. İnsan hakları hukukunda, ‘Özgürlük ve güvenlik dengesi’ diye bir kalıp yok. Özgürlükler belirli durumlarda duraklatılabilir ama hepsinde işkence ve kötü muamele dışarıda tutulmak zorunda. Hakları koruma paradigmasından yana olmak güvenlik paradigmasını gözardı etme anlamına gelmiyor.” dedi. İnsan hakları alanında eğitimin önemli olduğu konusunda Kuçuradi'ye katıldığını söleyen Tarhanlı, “Hukuk hastalığın tedavisi anlamında fonksiyon yerine getiriyor ama koruyucu tıp alanında olduğu gibi hekimlik benzeri eğitime ihtiyaç var. İşkence eden insanlar bunu kendilerince meşrulaştırıyorlar. Ülkeye hizmet ettiğini düşünüyorlar. Bu tür gerekçelendirmeyi ortadan kaldıracak eğitim etik açıdan çok önemli. Kamu yönetimi politikası ile de bağlantılı bu. Eğitim bittikten sonra bu kişilerin gündelik işlerde buna uygun davranışta olup olmadıklarının sınanması gerekir. İşkence yapmayanların terfi etmesine yönelik performansın teşvik edici olması lazım.
Ceza davalarının nasıl sonuçlandığına ilişkin yaptığımız incelemede davaların yarıya yakınının beraatle sonuçlandığını gördük. Bu demek oluyor ki yeterli delillerin toplanması gibi bir durum yok. Savcılar da açtıkları davaların sayısı kadar terfi alıyorlar. Yani liyakat esasında insan hakları parametresine vereceğiniz yer önem arzediyor kamu yönetimi politikalarında. Eğitim böyle muamelede bulunmanın kamusal anlamda bir terfi gerektirmeyecek eylem olduğu bilincini kişiye aşılmalı. Kamu otoritesinin de bundan fayda olmayacak etkili politikaları sergilemesi gerekiyor. Türkiyenin sosyal travmalarıyla ilgili bir yüzleşme tarihi boyunca yapılmadı. 80 ve 84 arası dönemde Türkiye uluslararası hukuk bağlamında bu tür muamelelerde bulunmaktan kaçınma ve hesap verme yükümlülüğü altında mıydı değil miydi? Ben hukuken altında olduğunu düşünüyorum. Türkiye BM’nin kurucu ülkelerinden biridir. İnsan hakları hukuku mağdur odaklıdır ve mağdurum diyenin sesini duymanızı gerektirir susturmak değil. Kamu yetkililerinin bunu bilmesi lazım. İdareyi insani kılmak için çalışanları böyle yetiştirmek lazım.” diye konuştu.