Burcu KarakaşDW
Boğaziçi gözaltı ve tutuklamaları sürüyor. Hukukçulara göre, dini değerler üzerinden ortada suç unsuru yok. Siyaset açısından ise "iktidarın muhalefeti din temalı bir tartışmaya çekerek bölmek istediği" düşüncesi hakim.
Boğaziçi Üniversitesi’nde kurum dışından olan Melih Bulu’nun rektör olarak atanmasıyla başlayan eylemler, farklı bir boyuta taşındı. Geçen cuma günü öğrenci sergisindeki kolajda Kabe resminin bulunduğu ve kolajın yere serildiği iddiasıyla başlatılan soruşturmanın ardından gözaltına alınan dört öğrenciden ikisi tutuklandı. Dün ise polis kampüse girdi, 159 öğrenci gözaltına alındı. Sabah saatlerinde ise 98 öğrenci serbest bırakıldı ancak kampüsteki gerginlik dinmiş değil.
Öğrencilerin tutuklanmasına giden süreç, Boğaziçi Üniversitesi İslam Araştırmaları Kulübü’nün öğrenci sergisi kapsamında hazırlanan, üzerinde Kabe, Şahmeran ve LGBTİ bayrakları bulunan kolajı hedef göstermesiyle başladı. Kulüp, "Üniversitemiz dahilinde İslami değerlerimizin fütursuzca alaya alınmasına müsaade etmeyeceğiz" sözleriyle eylem yapan öğrencileri hedef gösterdi. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Kabe fotoğrafının bulunduğu kolajın yere serildiği iddiasına ilişkin resen soruşturma başlattı.
DW Türkçe'nin sorularını yanıtlayan Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof. Dr. Şule Özsoy Boyunsuz, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne dikkat çekiyor. Anayasa hukuçusu, sanatsal ifade özgürlüğünün oldukça geniş koruma gördüğünü fakat kutsal değerlerle çatıştığı zaman sınırlandırmalara da konu olabildiğini söylüyor. Özsoy Boyunsuz'a göre, Boğaziçi örneğinde ifade özgürlüğünü aşan bir durum söz konusu değil.
"Kolajın yere serilmesinden söz ediliyor ama annemin kullandığı seccadenin üzerinde de Kabe resimleri var. Dolayısıyla yere konmuş olmasının bir aşağılama olduğunu söyleyemeyiz."
Öğrenciler hakkında "halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılamak"tan soruşturma başlatılırken, tutuklanan iki öğrenci "halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek" suçlanıyor.
Prof. Boyunsuz, "halkı kin ve düşmanlığa tahrik” boyutunda suç unsurlarının da oluşmadığı kanaatinde. "Soruşturma başlatılan suçtan tutuklama yapılamayacağı anlaşılınca değiştirildiği görülüyor" değerlendirmesini yapıyor.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da olaylara müdahil olarak, Twitter’dan "Boğaziçi Üniversitesi'nde Kabe-i Muazzama'ya yapılan saygısızlığı gerçekleştiren dört LGBT sapkını gözaltına alındı" paylaşımında bulundu.
Şule Boyunsuz Özsoy, Soylu’nun açıklamalarını kutuplaşmanın oldukça yüksek olduğu bir iklimde dile getirmesi nedeniyle de sorunlu buluyor. Üniversiteleri daha fazla karışık hale getirmeme sorumluluğu olan politikacıların kışkırtıcı açıklamalardan kaçınması gerektiğini savunuyor. İnsanları cinsel yönelimleri sebebiyle kamuoyunda küçük düşürmenin kişilik haklarına saldırıda bulunmak demek olduğunu vurguluyor.
"Soylu’nun açıklamaları ile yargıya müdahale edildiği görüntüsü ortaya çıkıyor. Dini değerleri aşağılama suçu varsa da tutuklama, gözaltı gerektiren bir suç değil. Toplumda dezavantajlı konumda bulunan LGBTİ’lere karşı konumu yüksek bir politikacının sözlerinin halkı kin ve düşmanlığa tahrik potansiyeli çok daha yüksek."
Tutuklamanın bir tedbir olduğunu hatırlatan hukukçu akademisyen, suçun niteliği belirsizken tutuklama yapılmasının kişi özgürlüğü ve güvenliği ve ifade özgürlüğünün yanı sıra masumiyet karinesinin ihlali anlamına geldiğini de söylüyor.
Geçen cuma günü yaşanan olaylara Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş da dahil oldu. Erbaş, Twitter’dan yaptığı paylaşımda, "Boğaziçi Üniversitesi önünde Müslümanların mukaddes mekanı, kıblemiz Kabe’ye ve İslami değerlerimize yönelik yapılan hadsiz saldırıyı kınıyorum. Diyanet İşleri Başkanlığı olarak konunun takipçisi olacağız ve bu saygısızlığı yapanlar hakkında yasal yollara başvuracağız" dedi.
Anayasa hukukçusu Dr. Serkan Köybaşı, Bakan Soylu’nun tweetinde kullandığı ifadelerin açık bir nefret söylemi örneği olması gibi, Erbaş’ın paylaşımının da laiklik ilkesini ihlal ettiğini dile getiriyor. "Diyanet laiklik ilkesi çerçevesinde hareket etmek zorunda olan resmî bir kuruluş. Dolayısıyla belli bir dinin veya kutsal değerlerinin savunulması için dava takibi yapmak gibi bir görevi yok" diye ekliyor.
Köybaşı’nın dikkat çektiği bir diğer konu da, "dine hakaret" veya "dince kutsal sayılan değerlerin aşağılanması" gibi suçların artık ceza kanunlarından çıkarılmaya başlanması. "ABD gibi ifade özgürlüğünün geniş şekilde korunduğu ülkelerde zaten böyle bir suç yoktu, şimdi bazı Avrupa ülkelerinde de kanunlardan çıkarılıyor. Bunun nedeni, dinin ve dinsel inançların göreceli kavramlar oluşu" diyor.
Köybaşı’na göre, Boğaziçi Üniversitesi'ndeki sergiye de bu perspektiften bakmak gerekiyor. "Eser bazılarını üzmüş, şok etmiş, sinirlendirmiş veya öfkelendirmiş olabilir ancak ifade özgürlüğü zaten tam da bu nedenle vardır" diye ekliyor.
Yaşananların bir de siyasi boyutu var. Boğaziçi’nde öğrencilerin gözaltına alınmasının ardından açıklama yapan CHP Sözcüsü Faik Öztrak, "İnsanlığın mukaddes değerlerine yönelik hiçbir saldırıyı ve aşağılamayı kabul edemeyiz. Bu alçak provokasyonu şiddetle kınıyoruz" değerlendirmesini yaptı.
Açıklama, insan hakları savunucularından olduğu kadar CHP tabanından da tepki gördü. Sabancı Üniversitesi’nden siyaset bilimci Dr. Berk Esen’e göre, CHP iktidarın güdümüne girmeyi kabul eden bir strateji takip etmek zorunda kalıyor. AKP iktidarının muhalefeti din temalı bir tartışmaya çekerek bölmek istediğini belirterek, "Millet İttifakı’nın içinde bir dolu merkez sağ parti var. Bu partilerin de seçmenleri çeşitli dini hassasiyetlere sahip oldukları için iktidar muhalefeti bölmek istiyor" yorumunu yapıyor.
Berk Esen, meseleye din teması eklenince muhalefetin zora düştüğü ve böylece iktidarın da amacına ulaştığı kanaatinde. Diğer taraftan Esen’e göre iktidar, Boğaziçi meselesinde kendi tabanını bile ikna edemediği için olayı "elit" tartışması gibi kültürel bir çatışma üstünden yürütmek istedi ancak başarılı olamayınca provokasyon baş gösterdi. AKP’nin otoriterleşen her sağ popülist iktidar gibi sürekli olarak kutuplaştırma politikası yürüttüğünü hatırlatıyor. Eylemlerin diğer üniversitelere sıçraması korkusu da olduğu düşüncesinde.
"Sanırım iktidar birkaç gün sonra dineceğini düşündüğü protestoların neredeyse bir ayı aşan bir süredir devam etmesi nedeniyle bu konuyu arkasında bırakmak istiyor çünkü eğer burada tablo değişmezse büyük ihtimalle diğer üniversitelere de benzer şekilde rektör atandığında benzer protestoların ortaya çıkabileceğinden korkuyor."
Muhalefetin ise tartışmayı tekrardan Melih Bulu’nun rektör olarak atanmasının yanlış olduğu konusuna çekmesi ve iktidarın Boğaziçi eylemlerini kriminalize etmek için tutukladığı öğrencilerin yanında yer alması gerekiyor.