T24- KCK kapsamında tutuklanan Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü yüksek lisans öğrencisi Nejat Ağırnaslı’nın evine yapılan polis baskınından bir gün sonra aynı üniversitenin sosyoloji bölümünde yüksek lisans yapan araştırma görevlisi A.'nın evine de baskın yapıldı. Arama sırasında evde olan A.'nın ev arkadaşı Ece Göksedef baskını yazdı. Göksedef, "baskından sonra öğrendik ki, tüm apartmanın kapısını çalmışlar o gece. Sonra üç gün evin önünde, alenen dolaştılar. Amaç politik baskı kadar, ‘mahalle baskısı’ da oluşturmak, bizi tüm mahalleye teşhir edip oradan uzaklaştırmak belki" dedi.Nejat'ın arkadaşları anlatıyor: Ders programından 'örgütsel doküman' olur mu?
Ece Göksedef'in HaberTürk'te yayımlanan (5 Mayıs 2011) haberi şöyle:
Geçen hafta cuma akşamı, üç Boğaziçi Üniversitesi öğrencisiyle birlikte yaşadığım evime gittiğimde, yine Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Yüksek Lisans programında okumakta olan arkadaşımız Nejat Ağırnaslı’nın KCK operasyonu çerçevesinde evinin basıldığını ve gözaltına alındığını öğrendim.
Nejat’ın anlattığına göre ‘PKK kamplarında eğitim aldığını ve onlar adına faaliyetlerde bulunacağını ve ortalığı karıştıracağını’ iddia etmişler. 2,5 saat süren aramanın ardından ders programı, ders notları dahil birçok dokümana da el koyarak Nejat’ı Diyarbakır’a götürdüler.
Bu yaşananların bir mesaj niteliğinde olduğunu, keyfi gözaltıların iyiden iyiye arttığını konuştuktan sonra, ertesi sabah işlerimize ve okullarımıza gitmek üzere yattık.
Fakat uykumuz fazla uzun sürmedi. Tabir-i cazise 'cadı avı' bizim eve de uğradı. Sabaha karşı 5 buçukta kapının yumruklanmasıyla uyandık. Odamın kapısını açtığımda, evin içine girmiş 10'dan fazla polisle karşılaştım. Üstelik, sadece gladyatör filmlerinde gördüğüm başlıklarla, bellerinde coplar, ellerinde silahlarla, adeta savaşmaya gelmiş olan bu polisler, fiziksel olarak küçücük bir kadını, ev arkadaşımız A.’yı almaya gelmişlerdi.
A., Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Yüksek Lisans programında okuyor, aynı zamanda üniversitenin akademik kadrosunda, başarılı bir araştırma görevlisi.
Ev arkadaşlarım panik dolu gözlerle bakıyordu, uyku sersemliği ve korkunun verdiği telaşla polise karşı koyamadan mutfağa doluştuk. A., evde yoktu, bahar tatilini fırsat bilerek ailesini görmek için memleketine gitmişti. A.’nın evde olmadığından emin olduklarında, polislerden bir kısmı dışarı çıktı, onların yerine daha ‘kibar’ ve gladyatör gibi giyinmiş olmayan polisler girdi eve. Kimliklerini sorduk ve gördük ki gece yarısı evimizi basan bu adamlar gerçekten polisti. ‘Evinizi arayacağız’ dediklerinde arama iznini istedik. ‘Devletin polisine güvenmiyor musunuz?’ yanıtı, başka bir zaman ve yerde olsa güldürürdü bizi… Arama iznini ayrıntılarıyla okuduktan sonra kenara çekildik ve evimizi dağıtmalarını izledik.
Evde aradıkları hiçbir şeyi bulamayan, yasadışı bir belgeyle karşılaşmayan polis, A.’nın odasındaki ders kitaplarını, ders notlarını, makaleleri, bölümünü birincilikle bitirdiğinde verilen ödülü gördüğünde ‘çok da çalışkan kızmış, yazık ediyor kendisine, akıllı olmak lazım’ gibi öğütler verdi bize. Sustuk. Neyse ki akıllı bir kadındı A., her duyarlı insanın olacağı kadar politik ve muhalif, korkusuz ve insan olmanın verdiği tüm sorumluluklarının farkında… ‘Annesine babasına yazık, o kadar göndermişler çocuklarını, ne olacağı belli değil bu çocukların’ dediler.
8 Mart’tan kalma, duvarımızda asılı duran ‘kadın, yaşam, özgürlük’ afişine baktı bir tanesi, ‘peh’ dedi ve gülüp geçti. ‘Siz kim, kadınlar için özgür bir yaşam aramak kim’ der gibiydi. Sustuk. ‘Ev dağıldı, kirlendi’ diye söylendi bir ev arkadaşım, ‘o kadar bayansınız, işiniz ne, temizlersiniz’ dediler. Sustuk. ‘Siz bu evde ne arıyorsunuz?’ diye sordum, ‘herhangi bir madde, ne olursa’ dediler. ‘A.’nın terör örgütü üyesi olduğunu kanıtlamaya yönelik bir şey arıyorlardı. Hayali bir senaryoları vardı ellerinde, hiçbir dayanakları olmadan, düşünen ve düşündüklerini yasal zeminlerde paylaşmaktan hiçbir zaman çekinmemiş olan bu Kürt kadınını korkutmaya çalışıyorlardı muhtemelen. Onunla birlikte bizleri de…
İki saat süren arama bittiğinde, kimlik bilgilerimizi bir yere not ettiler. Bu işlemi yapan polis, doğum yerlerimizi görünce ‘hepiniz de ayrı ayrı illerden gelmişsiniz, nasıl aynı evde kalıyorsunuz?’ diye sordu bize şaşkınlığını gizlemeyerek.
‘Kardeşçe yaşamı savunan’ devletin polisinin, hemşeri olmayanların aynı evde yaşamasını bile anlayamadığını kanıtlıyordu bize bu. Sustuk, birbirimize baktık… Elleri boş gitmeden önce bize bir kağıt imzalattılar. Yazıların üstünü bir defterle kapatarak, imza atmamız gereken yeri işaret ediyorlardı. Okumak istedik, ‘tabi okuyun, devletin polisiyiz biz zararımız yok’ dediler. Kağıtta, A.’nın ‘terör örgütüne üye olduğu iddiasıyla ifadesi alınmak üzere arandığı’ yazıyordu. A., gündüzünü üniversitede çalışarak, akşamını da evde makale okuyarak, sunumlar hazırlayarak geçiren genç bir kadın. İki haftada bir film izlemeye belki vakit bulabiliyor. Üniversitede görevli, çocuğunu dershaneye göndermeye gücü yetmeyen personelin çocuğuna gönüllü ders veriyor. Daha sık evde olduğu için hemen hemen her gün bize yemek yapıyor, akşamları dertlerimizi dinliyor. Ne insani, ne politik yerden tutulabilir bir tarafı yok bu baskının, içimizde isyanlar kopuyor, susuyoruz…
Baskından sonra öğrendik ki, tüm apartmanın kapısını çalmışlar o gece. Sonra üç gün evin önünde, alenen dolaştılar. Amaç politik baskı kadar, ‘mahalle baskısı’ da oluşturmak, bizi tüm mahalleye teşhir edip oradan uzaklaştırmak belki.
‘Demokrasi’ zeminine oturtulmaya çalıştığı iddia edilen bir devletin polisi gece yarısı kapınızı çalabilir. Sizden ona güvenmenizi isteyip, hiç olmadık, yapmadığınız şeylerle suçlamak için evinizi arayabilir. Tıpkı Nejat Ağırnaslı’nın dediği gibi, “Türkiye'de bazı toplumsal meselelere ister entelektüel anlamda olsun ister siyasi anlamda olsun, yakınlık duyuyorsanız size böyle davranılır.”