Boğaziçi’nden bir Avrupalı

Boğaziçi’nden bir Avrupalı

Fulya Canşen - T24Zülfü Livaneli’nin Sevdalım Hayat adlı kitabı Almanca’ya çevrildi. Kitaba bir de “Boğaziçi’nden bir Avrupalı” alt başlığı atılmış. Ancak bir yere kadar yazarın ne kadar Avrupalı olduğunu anlatan kitap bir yerden sonra nasıl Türkleştiğine işaret ediyor. Uzmanlaşmaya kıymet veren Alman okuyucu bu kadar çok yönlülüğü anlar mı bilmiyorum

Türkçe yazılmış kitapların Almanca çevirisini okumak hiç âdetim değildir. Ama bazen kitabı öyle merak ediyorum ki, Türkiye’ye gidip almayı bekleyemiyorum. Ya da bazen Zülfü Livaneli’nin “Sevdalım Hayat”ında olduğu gibi yayınevi bir hoşluk yapıp bana bir basın kopyası yolluyor, ben de okuyorum. Klett-Cotta yayınevi, bu yılın başında Sevdalım Hayat’ı Almancaya çevirerek “Roman meines Lebens” başlığı altında yayınladı. Aynı yayınevi daha önce de Zülfü Livaneli’nin “Mutluluk” kitabını Almancaya kazandırmıştı. Yayınevinin sayfasına baktığınızda “Mutluluk”a gösterilen ilginin “Sevdalım Hayat”dan çok daha fazla olduğunu görüyorsunuz. Tabii bunun en önemli nedeni “Mutluluk”un Türkiye’nin Uluslararası Frankfurt Kitap Fuarı’nda Türkiye’nin konuk ülke olduğu yıl, yani 2008’de basılmış olması. Fuar çerçevesinde Almanya’nın her köşesinde Türk edebiyatı ve kültürünü tanıtan çok sayıda etkinlik yapılmış, okumalar düzenlenmiş, kitapçılarda özel Türkiye bölümleri açılmıştı. Bu kez Klett-Cotta yayınevi kitabın daha çok satılabilmesi için Türkiye ile Avrupa ilişkisine vurgu yapıyor. Kitabın alt başlığı “Ein Europaer vom Bosporus - Boğaziçi’nden bir Avrupalı” şeklinde.

İtiraf etmeliyim ki, bu benim Zülfü Livaneli’den okuduğum ilk kitap oldu. Köşe yazılarından birinde herkesin gazeteci olduğundan şikâyet ettiğinden beri bilinçaltım Zülfü Livaneli’yi okumayı reddediyordu. Oysa ben Ankara’da Siyasal Bilgiler’de Livaneli’nin şarkıları ile okudum. Çok sevdiğim şarkılarının pek çoğu ve filmleri hala hatırımda. Hatırımda olan bir şey de Livaneli’nin siyasete atıldığı yıllarda haftalık Express gazetesinin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday olması hakkında yazdığı “oy topla bizim için” sözleriyle biten eleştirel makaleydi. Uzun lafın kısası, Gerhard Meier’in ustalıkla Almancaya çevirdiği Sevdalım Hayat’ı, beynimin bir tarafıyla Almanların bu kitapta neler bulacağını düşünerek okudum. Kitap Alman okuyucuya Türkiye’nin yakın tarihine ışık tutarken Türkiye’de aydın olmanın güçlüklerini de çok güzel anlatıyor. Livaneli’nin çocukluğu, ilk gençlik yılları, sürgün hayatı bir noktaya gelene kadar gerçekten sürükleyici ve ilgi çekici. Ama o noktada, benim açımdan Zülfü Livaneli kırgınlığını saklayamayacak kadar duygusal davranıp, aydın kıskançlıklarına serzenişlerde bulunarak objektifliğini kaybediyor ve kitabı sıkıcı bir hal alıyor. Alman okuyucu açısındansa "Sevdalım Hayat" o aynı noktadan sonra kafa karıştırıcı. Almanca tabiriyle; das Buch verliert den Faden, yani ipin ucu kaçıyor. Bana kalırsa hiçbir Alman bundan yazarın da sık sık vurguladığı gibi "bir Aydın çok yönlü olmalıdır" yargısını çıkarmaz. Aksine "gerçek bir aydın nasıl olur da bu kadar çok karpuzu bir koltuğa sığdırır?" diye düşünür. Çünkü Alman halkı bir alanda uzmanlaşmanın ve bu uzmanlığı sürdürmenin gerekliliğine yürekten inanır. Ben de.

"Sevdalım Hayat"ı okurken nedendir bilmiyorum kendimi sık sık Zülfü Livaneli’nin eşi ve kızının yerine koydum. Açıkçası bir kocanın ve babanın ardından sürüklenen  bir eş ve kız hayarını anlattığı kitapta biraz daha fazla yer almayı hak ediyordu. Kitapta yer almayı hak edenler arasında Zülfü Livaneli’ye Avrupa’da kol kanat gerip, albümleri, sinema filmleri ve şimdi de kitaplarını tanıtmak ve gerek İsveç, Almanya ve gerekse Fransa’daki hayatını kolaylaştıran Abidin Dino gibi pek fazla ünlü olmamış Türk kökenli Aydınlar. Ben bunlardan ikisini çok yakından tanıyorum mesela. Biri Almanya’da şimdilerde belgesel filmler çeken gazeteci Osman Okkan, diğeri ise Fransa’da geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz, Profesör Altan Gökalp. Ve daha nice isimsiz diğer kültür elçileri. Aklıma yine Express gazetesinde okuduğum, yazarının ismini ve metninin tamamını hatırlayamadığım feminist bir yazı geldi. Yazar kadınlara seslenerek, "size nasıl davranacağını bilen bir erkek ile karşılaşırsanız, lütfen onun ardında kaç kadının emeği olduğunu düşünün" demişti. Ben de diyorum ki, Zülfü Livaneli gibi Avrupa’da isim yapmış bir sanatçıyla karşılaşırsanız, ardında Avrupa’da yaşayan ne kadar çok isimsiz kültür elçisi bulunduğunu ve O’nun ne kadar şanslı olduğunu düşünün!

Sevdalım Hayat’ın bana en büyük katkısı, Zülfü Livaneli’nin yazma tutkusunun farkına varıp yazılarıyla barışmak oldu. Almanca’ya çevrilir mi, Almanların ilgisini ne kadar çeker ya da başka bir deyişle tereciye tere satmak olur mu bilmem ama ben Livaneli’nin son kitabı Serenad’ı bir solukta okudum ve bu konuyu gündeme getirme cesaretine saygı duydum. Sanırım bu da bir başka yazının konusu!