“Ben iki alfabesi, üç dili, dört dini, beş milliyeti, altı cumhuriyeti olan; çevresinde yedi komşusu bulunan, içinde sekiz etnik azınlık bulunan bir ülkenin lideriyim”
Yukarıdaki sözlerin de sahibi olan Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin en güçlü figürü, Mareşal Josip Broz Tito 1980 yılında öldü. Onun ölümü sonrası, sallantılı temeller üzerine kurulmuş federal devletin gücü zayıflamış; Yugoslav halkını oluşturan farklı etnik grupların daha da milliyetçileşmesi için uygun bir ortam oluşmuştu. Uzun zamandır süregelen, hatta belki bastırılan birçok farklılıklar, krizler, düşmanlıklar sonraki yıllarda iyice ortaya çıktı. Yugoslavya sadece farklı etnik kimlikler değil; farklı dinler de barındırıyordu Balkanlar’daki geniş topraklarında. Soğuk Savaş rüzgarlarının güçlü esmeye devam ettiği 80’lerde dengesiz Avrupa ve ülkenin yaşadığı ekonomik sorunlar, krizlerin ateşini daha da körüklüyordu.
1990’lı yılların başında Yugoslavya’yı oluşturan devletler teker teker bağımsızlık ilan etmeye başladı. Mihail Gorbaçov’un Glastnost ve Perestroyka politikalarının etkisi ile delinen Demir Perde sonunda tamamen çökmüş, Doğu Bloku çözülmüş, ardından Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dağılmıştı. Kendini ne Batı’ya ne de Doğu’ya yakın gören Yugoslavya’da da bağımsızlık rüzgarı güçlü esmeye başladı. Hırvatistan ve Slovenya’nın ardından Bosna bağımsızlığını istedi. Aliya İzzetbegoviç önderliğinde alınan kararı yakın tarihin en kanlı savaşlarından biri izledi. Boşnak ordusu ve Sırp ordusunun liderliğindeki güçlerin savaşında 100 binden fazla insan öldürüldü, 2 milyondan fazlası yerinden oldu. Sırp ordusu, Srebrenitsa’da 8 bin Bosnalıyı öldürerek, Avrupa topraklarında, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra görülen tek soykırımı yaptı. 1 Mart 1992’de başlayan savaş, 14 Aralık 1995’te Dayton Anlaşması’yla son buldu.
Kanlı savaşın bitişinin üzerinde 26 yıl geçerken, Bosna’da şimdi yeni bir iç savaş olasılığından bahsediliyor. Yine kökünde etnik ayrımlar olan bir kriz, Balkanlar’ın ortasında, Avrupa kıtasında yaşanacak bir savaşın tüm dünya için büyük etkileri olabilir. Tabii, özellikle Bosna ile çok yakın bağları olan Türkiye için.
Mevcut krizi iyi anlamak için önce Hırvatistan ve Bosna savaşlarını bitiren Dayton Anlaşması’na bakmak gerekiyor. Adını paraf edildiği ABD’nin Ohio kentindeki Dayton kentinden alan anlaşma, günümüzdeki Bosna Hersek devlet yapısını şekillendirdi. Anlaşma, 14 Aralık 1995’te Fransa’nın başkenti Paris’te Bosna Hersek Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç, Sırbistan Cumhurbaşkanı Slobodan Milosevic ve Hırvatistan Cumhurbaşkanı Franjo Tudjman tarafından imzalandı. Savaşa, dünyanın gördüğü en karmaşık siyasi sistemlerinden birinin kurulması son vermişti.
Anlaşma kapsamında Boşnaklar, Hırvatlar ve Sırplar, Bosna Hersek’in kurucu halkları kabul edildi. İmzalar, ülkeyi kantonlara böldü; yüzde 51’i Bosna Hersek Federasyonu’nun (FBIH) kontrolüne, yüzde 49’u ise Sırp Cumhuriyeti’nin kontrolüne verildi. FBIH’nin içindeki 10 kantonun her birinin kendi meclisi ve hükümetleri bulunuyor.
Devlet yapısının tepesinde Devlet Başkanlığı Konseyi bulunuyor. Bu konsey; Boşnak, Sırp ve Hırvat üç üyeden oluşuyor. Üyeler, konsey başkanlığını 8 ayda bir sırayla değişiyor. Konseyin şu anki Boşnak üyesi Šefik Džaferović, Hırvat Üyesi Željko Komšić ve Sırp üyesi Milorad Dodik.
Anlaşma ile birlikte Bosna-Hersek Yüksek Temsilciliği pozisyonu oluşturuldu. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından seçilen yetkilinin ana sorumluluğu anlaşmanın uygulanması. Ancak Yüksek Temsilci’nin çok fazla veto gücü ve hatta devlet başkanını görevden alma yetkisi bulunuyor. Pozisyona verilen yetkiler, günümüzde bazı çevrelerde rahatsızlık yaratıyor. Yüksek Temsilci, 1 Ağustos 2021 itibariyle Angela Merkel’in de partisinin bir üyesi olan Alman Christian Schmidt oldu.
Ekim ayında ülkedeki iki entiteden Sırpların lideri Dodik, Sırp üyeleri adli, idari ve mali devlet kurumlarından çekme kararı aldı. 12 Ekim’de Dodik, Bosna yargısı, güvenlik ve istihbarat birimlerinin Sırp Cumhuriyeti’nde faaliyet göstermesini yasakladı; Kasım ayının sonuna kadar bunların yerini sadece Sırplardan oluşan kurumların alacağı belirtildi.
Dodik ayrıca, Bosnalı Sırpların ayrı bir ordu istediğini, bunun için planlamalar yaptıklarını ifade etti.
Uluslararası toplumun Bosna Yüksek Temsilcisi Christian Schmidt, alarm çanlarını çalarak Birleşmiş Milletler’e ülkenin bölünme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu belirten, tekrar çatışma riski olduğunu bildiren bir rapor gönderdi.
Schmidt, Bosnalı Sırpların kendi ordularını tekrar kurması ve Bosna Hersek silahlı kuvvetlerinin ikiye ayrılması durumunda yeni bir savaşı önlemek için bölgeye daha çok Barış Gücü mensubu gönderilmesi gerekeceğini belirtti.
Krizi tek bir şeyin tetiklediğini söylemek pek doğru olmayabilir. Daha önce de belirttiğimiz gibi ülkede etnik çekişmeler uzun süredir mevcuttu.Ancak mevcut süreçte çarkları hızla döndürmeye başlayan olay, eski yüksek temsilci Valentin Inzko’nun Srebrenitsa Soykırımı’nı ve Bosna’da işlenen diğer savaş suçlarının inkarını yasaklaması oldu. Bosnalı Sırplar ve Sırbistan bu kararı kabul etmedi.
Kararın ardından Sırp temsilciler merkezi kurumları boykot etmeye başladı.
Balkanlar üzerine çalışan siyasi analist ve gazeteci Hamdi Fırat Büyük’e göre hayır.
Bu dosya için T24’e değerlendirmelerde bulunan Büyük, şu ifadeleri kullandı:
“Sırplar uzun zamandır bağımsızlık yanlısı politikalarına devam ediyorlardı. Dodik bunun en büyük bayrak tutan kişisi. Esasında pandemiden önce bir kampanya başlatmıştı Dodik. Hatta ‘Elveda BH, selam Sırp Cumhuriyeti’ diye bir açıklama yapıp kampanyaya başlamıştı. Hatta sosyal medya sayfaları hazırlanmış, anlaşılan siyasal iletişimcilerle, tasarımcılarla görüşülmüş. Bayağı hazırlıklı bir kampanyaydı ama araya pandemi girdi. Pandemi başlayınca bunların hepsi durdu. Ne zaman bunlar tekrar gündeme gelecek diye ben de çok merak ediyordum”
Dodik’in son seçimlerde Sırp Cumhuriyeti’ndeki büyük şehirleri kaybettiğine ve Sırp Cumhuriyeti Parlamentosu’nda zayıfladığına dikkat çeken Büyük, “Soykırım inkar yasası geçince Sırpları yeniden bir araya toplayabilme fırsatı elde etti, bunu da çok iyi kullandı. Yasa geçer geçmez devlet kurumlarını boykot kararı aldılar” dedi.
Bosna Hersek’in devlet yapısının karmaşıklığı, işleyebilmesi için belli bir seviyede uyum gerektiriyor.
Büyük, Sırpların boykotunun devlet kurumlarını felç ettiğini belirtti.
“Yargı, idari ve mali konularda şu an çalışamaz hale geldiler” diyen Büyük, “ Bütçenin onaylanıp onaylanmayacağı bile belli değil. Bütçe onaylanmazsa ne olacak bunlar belli değil. Çok ciddi sorunlar bunlar devlet kademesinde” değerlendirmesinde bulundu.
Türkiye, AKP döneminde Suriye ve Libya’daki iç savaşlara müdahil oldu. Bosna gibi Türkiye’nin hem tarihi hem de siyasi bağlarının çok güçlü olduğu bir ülkede savaş olasılığı, Ankara’nın potansiyel bir çatışmada ne yapacağı sorusunu akıllara getiriyor.
Büyük’e göre, “Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin, Bosna’da çıkacak olası bir çatışmada Saraybosna’ya yardım etmeme gibi bir durumu söz konusu olamaz”;
“O kadar fazla iç politika meselesi haline geldi ki Bosna ve Boşnaklar... Boşnakların da bu yönde bir algısı var, dış politikasını da buna göre kuran Erdoğan’ın buraya yardım etmemesi söz konusu olamaz. Burada olacak olan bir şey, Libya’daki bir krize müdahale ya da Ukrayna’da ki bir krize müdahil olma ya da parçası olmak gibi değil, belki Azerbaycan ve Ermenistan Karabağ arasındaki çatışmaya müdahil olmak gibi görülebilir. Bir zorunluluğa dönüşebilir. Bence tam da bu yüzden Erdoğan bunun farkında olarak belli bir süre bekledi, Erdoğan çok geç açıklama yaptı Bosna konusunda. Belirli bir süre bekledi, herkesin ne diyeceğini görmek istedi ve olayların nereye doğru evrileceğini de anlamak istedi. Geçen hafta Türkiye’de ki Boşnak ve Balkan STK’lar ortak bir mektup yayınlayana kadar Türk hükümetinden ya da Türkiye’den kimse bir açıklama yapmıyordu”.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, salı günü Ankara’da Devlet Başkanları Konseyi’nin Sırp Üyesi Dodik ile mevcut durumu görüştü.
Ondan bir hafta önce Bosna’nın en güçlü partisinin lideri ve Aliya’nın oğlu Bakir İzzetbegoviç ile Erdoğan görüşmüştü. Cumhurbaşkanı, Bosna’daki krizin diplomatik yollarla çözülmesi durumunda, arabuluculuk rolünü üstlenmeye hazır görüntüsü veriyor.
Erdoğan, Türkiye'deki Boşnak sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerini kabulünde de, “Merhum Aliya İzetbegoviç'in emanetine halel getirmeyiz” dedi.
Bosna İslam Birliği Başkanı da Ankara’yı ziyaret ederken, Devlet Başkanlığı Konseyi’nin Boşnak üyesi de Azerbaycan’daydı.
Hamdi Fırat Büyük, aldığı duyumlara göre “Türkiye’nin üçlü bir mekanizma üzerinde çalıştığını” belirtti; “Buna göre Ankara; Sırbistan, Hırvatistan Cumhurbaşkanları ve Bosna’daki halkların temsilcileri, buradaki en büyük etnik partilerin liderlerinin dahil olacağı üçlü bir zirve yapmak istiyor”.
“Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti’nin koordinasyonunda tarafları aynı masaya oturtmak istiyor” diyen Büyük, “Bu büyük bir olay, çok ses getirir ve ben bunu batı ile olan ilişkileri tamir etme açısından da bir fırsat penceresi olarak görüyorum” değerlendirmesinde bulundu.
Büyük, “Nihayetinde baktığımız zaman, Hırvatlar nasıl Hırvatistan’a bakıyorsa, Sırplar nasıl Sırbistan’a bakıyorsa bir anlamda Boşnaklar, Türkiye’ye ve Türkiye’nin ne diyeceğine bakıyor” derken İzzetbegoviç’in Türkiye liderliğinde masaya oturmaya açıkken, bunun üç büyük ağabeyin hamiliğinde olmasını istemediğini aktardı.
Saraybosna’da yaşayan Büyük’ün bu dosya için yaptığımız söyleşide dile getirdiği en ilginç yorumlardan biri, “Türkiye’nin Bosna ve Balkan siyasetine bakacak olursak bir anlamda Erdoğan’ın siyasal İslamcı dış politika açıklamalarında Bosna ve Balkan Müslümanları bir laboratuvara, uygulama alanına dönüştü” oldu:
“Baktığınız zaman Türkiye’nin bütün bu yumuşak güç kurumları; Anadolu Ajansı olsun, Yunus Emre olsun, TİKA olsun, Kızılay olsun, TRT olsun birçok kurum Saraybosna merkezli. İlk önce Saraybosna’da şubelerini açtılar, ilk değilse de en etkili faaliyet gösterdikleri yerlerden biri Bosna Hersek ve Erdoğan sürekli olarak Bosna’yı ve Boşnakları bir iç siyaset malzemesi olarak da kullandı”
“Aliya, Bosna’yı Erdoğan’a emanet bıraktı” söylemlerine de değinen Büyük, “Erdoğan bunu her zaman iç siyasette de kullandı. Aliya emanet bırakmış mıdır Erdoğan'a bu aslında tartışmalı. Böyle bir açıklama olduğunu kabul edenler de var, etmeyenler de var… “ dedi.
Türkiye’nin Bosna için bir ‘abi’ rolü oynadığını konuştuk. Peki Erdoğan Sırpları nasıl masaya oturmaya ikna edebiliyor? Büyük şu cevabı verdi:
“Türkiye’nin güncel Balkan siyasetine bakarsak, diğer bölgelerde olan siyaseti gibi ve genel anlamda Türk iç politikası, dış politikasında olduğu gibi tek karar alıcı Erdoğan. Erdoğan’ın tercihleri, aldığı kararlar üzerinden Türkiye-Balkan ilişkileri yürüyor. Baktığınızda Erdoğan her zaman ülkelerin liderleriyle ilişkilerini yürütüyor. Nasıl ki ABD-Türkiye ilişkilerinde Erdoğan-Trump baş başa görüşmelerinde meseleler çözülüyorduysa, Erdoğan ve Trump önemli figürlerdiyse, aynı şekilde Balkan ilişkilerinde de böyle.
Türkiye’nin politikalarının çok uzun soluklu olmaktansa, stratejik olmaktansa daha çok tepkisel, kısa süreli ve lider odaklı olduğunu görüyoruz. Sırbistan’da Aleksandar Vučić ile Erdoğan’ın arası çok iyi. Sırbistan ile olan ticaret ve siyasi bağlar son yıllarda çok fazla yükseldi. Buna paralel olarak Bosna Hersek'teki Sırp lider ile de Erdoğan’ın arası iyi. Boşnaklar ile arası iyi olmasına rağmen Sırplarla arasını iyi tutabildi Erdoğan. Boşnaklar eleştiriyor bunu aslında, ama günün sonunda baktığımızda Türkiye’nin Sırplar ile de arasının iyi olması masaya oturduğumuzda bizim işimize gelir diyor Boşnak liderler.”