Mine Şenocaklı (Vatan, 30 Nisan 2012)
Yanlış tarım politikalarıyla 60 yılda erozyona topraklarımızın yarısını verdik. Küresel ısınmanın etkileri ortaya çıkmadan heba edilen bu. Şimdi bir de çölleşmeyle karşı karşıyayız. Zira Akdeniz havzası, küresel ısınmanın en büyük kurbanı olacak. TEMA Bilim Vakfı Üyesi Prof. Kenan Demirkol, kabusa sadece 40 yıl kaldığını söylüyor. Ama kabus senaryosu bununla da sınırlı değil, bir de yaşanamayacak hale gelen Afrika’dan göç edecek milyonlarca aç var ki, onlar da sınırlarımıza dayanacak. Şimdi size bir soru “Maydanozu olmayan bir millet, aç Afrikalılar ile neyi paylaşacak?”
Öyle bir gelecek çiziyor ki, izlediğimiz en ürkütücü bilim kurgu filmden beter. Kuraklık, açlık, göç, ölüm üzerine... Sebebi, hepimizin suçu olacak bir senaryo! Başrolü küresel ısınma oynuyor. Ona başrolü veren ise kar peşinde koşan büyük küresel şirketler. Bilinçsizce tüketen ise hepimiz.
Ben de bir hatırlayıp bir unutanlardanım insanlığın geleceğini karartacak bu meseleyi. Hatırlatan o oldu! Dr. Yavuz Dizdar’la yaptığım beslenme ve kanser ilişkisi üzerine söyleşinin hemen ardından aradı beni; “Hayrettin Karaca’nın da katılacağı bir sunum yapacağım İTÜ Taşkışla binasında... Mutlaka gelmelisin” diye Prof. Dr. Kenan Demirkol.
Ne zamandır söyleşi yapmak istiyordum zaten, uzmanlık konusu olan bağırsak hastalıkları cerrahisi üzerine... Ama çağırdığı toplantıya gidince, ikinci plana attım bu konuyu. Zira çok daha önemliydi bu sunumun konusu... TEMA Bilim Vakfı Üyesi sıfatıyla yapıyordu sunumu, küresel ısınma üzerine... Bir kabus senaryosuydu ortaya çıkan, eğer ki hemen çözüm geliştirmezsek. Yazının girişinde söz ettiğim senaryo, özeti bunun...
NASA’ya göre Türkiye 2040’da Sahra Çölü’ne dönecek
Söze “Buzulların eridiği de görüldükten sonra Birleşmiş Milletler de pes etti ve küresel ısınmanın bir gerçek olduğunu kabul etmek zorunda kaldı” diye başladı. Sonra bir tarih yolculuğuna çıktık. Bundan 12 bin yıl öncesine gittik, dünyada ilk tarımsal faaliyetlerin başladığı Mezopotamya’ya... Ve kötü haberleri sıralamaya başladı ardı ardına; “Son 40 yılda Anadolu’da Van Gölü’nün üç katı büyüklüğünde, 1 milyon 250 bin hektarlık bir alan çölleşti. Türkiye’nin en büyük tatlı su gölü olan Beyşehir’in 25 katı büyüklüğünde sulak alan yok oldu. Eğer böyle giderse 2055 yılında Anadolu’da tarım yapılamayacak.”
Sunumdan aldığım notları paylaşayım öncelikle... Her bir rakam iç acıtan cinsten ne yazık ki: “Hayrettin Karaca’nın ömrünü vakfettiği tarım toprağının 1 santimetresinin oluşması tam 500 yıl sürüyor. Tarım yapabilmek için en az 40 santim kalınlığında toprağa ihtiyaç var. Bu toprak 20 bin yılda oluşuyor. Ve maalesef bugün erozyon sonucu Anadolu’nun tarım toprak katmanı artık sadece 20 santim. Bu 1950’den bu yana uygulanan hatalı tarım ve vahşi sulama politikalarının bir sonucu. 12 bin yıldır tarım yapılan bu topraklarda 11 bin 940 yıl toprak kaybedilmemiş, ama son 60 yıl içinde endüstriyel tarım sebebiyle tarım toprağımızın yarısını kaybettik. Böyle devam edersek 2055’te Anadolu’da bir sap maydanoz bile yetiştiremeyeceğiz.”
Bu tablo sadece hatalı sulama ve üretimin sonucu. Bir de küresel ısınmanın getirdiği olumsuzluklar var. Diyeceksiniz ki TEMA abartıyor. Onun da cevabını veriyor Demirkol: “Bırakın TEMA’yı, NASA’nın yaptığı bir araştırmaya göre erozyon bu hızla devam ederse Türkiye 2040 yılında Sahra Çölü’ne dönmüş olacak.”
Peki Türkiye çöl olursa Afrika’ya ne olur? Cevabı net; “Yaşanmaz olur!” Bu sebeple kitlesel bir göç dalgası yaşanacak güneyden kuzeye... Ve geçiş noktası da yine Türkiye olacak. Yani sadece kuraklık ve kıtlıkla değil, bir de göçle mücadele etmek zorunda kalacağız. Avrupa Birliği sınırlara duvar çekmeye başlamış bile. Frontex adında bir örgüt kurulmuş. Bu örgüt göçe karşı dış sınırlarını korumak için Avrupa Birliği’nin ordularını kullanma yetkisine sahip. “Bu örgütün emriyle her gece İspanya donanmasına ait bir gemi Atlantik Okyanusu’na, bir gemi de Akdeniz’e açılıyor ve Afrika’dan gelen göçmen kayıklarını kovalıyor. Buldu mu ne yapıyor? Buldu mu ne yapıyor tartışmasına 2005 yılında İngiltere ‘Batırsın’ yanıtını veriyor... Bizim için daha da önemlisi şimdiden Yunanistan-Türkiye sınırına çelikten duvar örüyorlar. Her gün 245 kaçak göçmen sınırı aşmaya çalışırken yakalanıyor Türkiye’den Yunanistan’a geçmeye çalışırken. İşte bunu engellemek için 4 milyar dolarlık bir proje hayata geçiyor. Yunanistan, Dünya Bankası’ndan her ayın 12’sinde 120 milyon dolar alıp bu parayı duvara yatırıyor. Bu duvarın bizim için iki anlamı var; Türkiye’yi AB’ye kesinlikle almayacaklar ve ülkemizi Afrika’dan gelecek göç dalgasına karşı tampon bölge olarak kullanacaklar. O zaman bu göçmenleri de bizim barındırmamız ve beslememiz gerekecek, zira Cenevre Anlaşması’na göre en az altı ay bu göçmenlere bakmak zorundayız!”
Düşünün maydanoz yetiştiremeyecek bir ülke göçmenlere nasıl kucak açsın? Tek çare kalıyor benzer bir duvar çekmek, insanlığa sığmasa da! Peki becerebilir miyiz? Sunumunu bir soruyla bitiriyor Demirkol; “Güney sınırını PKK’ya karşı koruyamayan bir ülke, milyonlarca aç insanın göçüne karşı nasıl koruyabilir?”
Bu sunumu tüm bu sorunlara birlikte bir cevap bulmak için yapmış Demirkol. Ben çıktığımda kara kara düşünüyordum. Çevre için herkes yapacağını yapmalı, ama bu sadece bir yere kadar. Eğer ki devlet, tarımdan sağlığa, enerjiden ulaşıma her konuda çevreyi gözetmezse halimiz harap! Bu da yetmiyor aslında, bu mesele dünyanın meselesi ve kar hırsıyla değil geleceği kurtarmak için bir formül gerek. Ve ne yazık ki henüz böyle bir vicdan ve bilinç yok, ne dev tarım tekellerinde ne de hükümetlerde!
Sunum bilgi yüklüydü, öylesine yüklüydü ve kötü haberlerle doluydu ki, bir kasvetle çıktım toplantıdan. Zaten grip ilk işaretlerini veriyordu, halsizlik iyiyden iyiye çöktü üzerime. Yine de Demirkol’u kaçırmadan daha uzun bir söyleşi için randevu aldım. Ama o da grip oldu. İki hasta aksıra tıksıra konuştuk bu meseleyi... O hafta yetiştirmek mümkün olmadı yine sağlık sebebiyle, zira ben tükendim. Bu arada hayatını toprağa adayan Hayrettin Karaca da katılamamıştı sunuma, o da grip olmuştu. Küresel ısınmadan mıdır bilemem ama bizi bu havalar mahvetti! Ama bizi mahveden her şeyi konuştuk Demirkol’la onu söyleyeyim. Tarım ilacından hormonlara, sağlıksız beslenmeden kansere...
- Öyle soğuk bir kış geçirdik ki, sizin dinleyene kadar neredeyse küresel ısınmayı unutmuştum...
Küresel ısınma hakkında çok spekülasyon var. Ne yazık ki Birleşmiş Milletler’in iklimle ilgili bölümü yıllarca yok saydı küresel ısınmayı. Ama ne zaman ki biyoyakıt kavramı ortaya çıktı ve birileri bundan para kazanabilecek hale geldi, özellikle de bunu Amerika kökenli yatırımcılar en başta kendi çıkarları için kullanabilir noktaya geldi, BM de küresel ısınmayı kabul etti. Oysa küresel ısınma zaten bir gerçekti ve vardı. Ve gelecekte de çok büyük göçlere yol açabilecek, çok büyük bir sıkıntı aslında ve bu meseleyi sadece “Tarımsal alanlarda daralma olacak, sular geri çekilecek” boyutunda değil, sosyal ve siyasi boyutlarıyla konuşmak gerekir. Çünkü bu meselenin bir iç bir de dış tehdit boyutu var. İç tehdit tarım alanlarımızın kaybolması...
- Diyorsunuz ki, “Böyle giderse 2055’te Anadolu’da tek sap maydanoz yetiştiremeyeceğiz!”
Evet. Burada da iki faktör var. Birincisi, yıllardır Türkiye’de uygulanan hatalı tarım politikaları. 1950’den sonra endüstriyel tarımla birlikte toprak erozyonu çok ciddi boyutlara ulaştı. Hatalı sulama ve vahşi sulama diye adlandırdığımız teknikler de buna yol açtı. Bunun üzerine bir de küresel ısınma devreye girince, ki Türkiye’nin tümünde ortalama 1.5-2 derecelik bir ısı artışı bekleniyor 2055’e kadar, Marmara ve Karadeniz kıyıları dışında tarım yapmak mümkün olmayacak. Türkiye zaten tarım arazilerinin yüzde 50’sini kaybetti. Erozyon bu hızla sürerse, küresel ısınmanın da etkisiyle 40 yıl sonra Türkiye’de tarım toprağı kalmayacak. Çünkü ortalama 2 derecelik bir ısı artışıyla tahıl üretimi ortadan kalkar. Ama bakın bu arada Sibirya’da da iklimde 2 ile 4 derece artış olacak. Yani bugünkü Sibirya stepleri geleceğin tarım alanları olacak. 2065’te Afrika hiç yaşanamayacak bir kıta gibi görünüyor. 2095’te ise Afrika tümüyle terk edilmiş bir kıta olmak zorunda kalacak. Dünya genelinde insan müdahalesi sonucu 48 milyon kilometrekare tarım arazisi çölleşti. 110 ülke çölleşme tehlikesiyle karşı karşıya.
- Tüm bunlar küresel ısınmanın etkisiyle mi olacak?
Evet. Birleşmiş Milletler İklim Paneli’nin hazırladığı 2025 ve 2035 yılı ısınma haritalarına Afrika açısından bakarsak aşağı yukarı 1.5-2 derecelik bir ısı artışı olacak. Bugün hâlâ Sudan’da Güney Darfur’da ve Batı Afrika’da bazı bölgelerde tarım yapılabilmektedir. Ama çok kısa bir zaman sonra 2035’te artık ona imkan kalmayacak.
- Sadece 1.5-2 derecelik bir ısı artışı mı sebep olacak buna?
Evet. Şu anda dünyanın yaz-kış, gece-gündüz ısı ortalaması 16 derece... 1.5 derecelik bir ısı artışı dendiğinde, bu ortalama ısının 1.5 derece artacağı anlamına gelir. Orta yaz ısısı olarak ele alındığında gündüz 8-10 derecelik bir artış anlamına gelir ki, bu da kavurucu, çöl sıcakları demektir. Yani Suudi Arabistan sıcaklarını biz burada yaşayacağız. Bu da Türkiye’nin güneyinde artık tarım yapılamayacağı anlamına gelir. Türkiye’de Akdeniz kıyılarında yaşanan sıcaklıklar ise Karadeniz kıyılarına kayacak. Ve dediğim gibi dünyanın yeni tarım alanları Sibirya stepleri olacak.
Dünyada 1 milyar aç insan var. Hepimizin bildiği gibi bunların 950 milyonu Afrika ve Asya’da yaşıyor. Küresel ısınma sonucu açlık daha da artarsa buradaki insanlar göç edecektir. Nereye? Zengin Batı’ya! Zengin Batı’ya göç etmenin ise iki yolu var; ya Türkiye üzerinden karayolu ya da Akdeniz üzerinden kayıklarla. Fakat şöyle bir sorunla karşı karşıya dünya; Cenevre Konvansiyonu’na göre göç eden bir mülteci en az 6 ay süreyle beslenmek, barındırılmak zorunda ve bu 6 ayın sonunda geldiği ülkedeki yaşam koşulları elverişli değilse asla geri gönderme şansınız yok. Yani açlık dolayısıyla bir insan göç etmiş, mülteci olmuşsa kesinlikle sınır dışı edemezsiniz. Cenevre Protokolü bunu emrediyor. Bu, AB ülkeleri için de geçerli.
Örneğin Afrika’dan İtalya’ya bir mülteci gelmişse, onu sadece İtalya değil, tüm AB ülkeleri beslemek ve barındırmakla yükümlüdür. En azından kuru bir yatak ve yemek sunmak zorundadır. Euro Asia’nın 2011 raporuna göre, önümüzdeki birkaç yıl içinde Kuzey Afrika’dan Avrupa’ya 1 milyon insanın göç etmesi bekleniyor. İşte bunu bilen Avrupa bu göçü engellemek için Frontex adında bir para militer örgüt kurdu. Frontex idari merkezi Varşova’da olan, AB’nin dış sınırlarını göçe karşı korumak için yükümlü olan bir örgüt. Bu örgütün AB’nin dış sınırlarındaki tüm ülkelerin silahlı gücünü kullanma yetkisi var.
Ve 2005 yılında bu örgüt kurulduğunda, Strasbourg’ta yapılan toplantıda Frontex polisleri, “Biz göçmen kayıklarıyla karşı karşıya gelirsek ne yapalım” diye sorduğunda İngiltere “Batıralım” yanıtını vermiştir. İşte bu AB, bu medeni birlik göçlere bu gözle bakıyor. Ha, bugün Afrika’da küresel ısınmaya bağlı açlık olmasının sebebi ne? Son 200 yıldır kuzey yarıkürenin yani Amerika’nın ve Avrupa’nın endüstrileşmesi. Yani bugün göçmen kayıklarını batıralım kararını alanlar o insanların zaten göçmesine neden olmuş ülkelerdir. Eğer endüstrileşme sonucu küresel ısınmanın etkisi bu kadar olmasa Afrikalılar da kendi topraklarını terk etmek zorunda kalmayacaktı. Sanayileşmeyle birlikte 19. yüzyılda ağırlıklı olarak kömür kullanıldı. Daha sonra da yine bir fosil yakıt olan petrolün kullanılmasıyla atmosfere salınan karbondioksit miktarı giderek arttı. Biliyorsunuz küresel ısınmanın başlıca nedeni karbondioksit salınımı.
- Etkisinin yaklaşık yüzde 50 olduğu söyleniyor?
Öyle. Hatta yüzde 60! Ayrıca hayvan besiciliği, pirinç üretimi ve yapay gübre kullanımı da küresel ısınmayı artırıyor.
- Pirinç üretimini de konuşalım istiyorum ama anlaşılan o ki küresel ısınmayla tek başına mücadele mümkün değil?
Maalesef! Dünya çapında bir bütün olarak ciddi tedbir alınması gerekiyor. Ve küresel ısınmanın sadece bir karbondioksit emisyon artışı olmadığını, hatalı tarımsal uygulamaların da küresel ısınmaya yol açtığını vurgulamak gerekiyor.
- Önümüzdeki yıllarda Türkiye’ye Afrika’dan çok büyük bir göç dalgası olacağını söylüyorsunuz...
2010 yılında 10 aylık bir süre içinde Türk-Yunan sınırını geçmeye çalışırken yakalanan göçmenlerin sayısı 32 bin. Bunlar Afganistan, Somali ve Irak uyruklu insanlar. İşte bu nedenle Meksika ile Amerika arasında bulunan göç engelleme duvarının aynısının Türkiye-Yunanistan arasına örülmesi kararı alındı. 4 milyar dolarlık bir proje bu. Ekmeği olmayan Yunanistan her ay ayın 12’sinde Dünya Bankası’ndan 120 milyon dolar alarak bu duvarı örüyor. O zavallı ikili Merkel ve Sarkozy Türkiye’nin AB’ye üyeliğini asla istemiyor, özel statü istiyor. Niçin? Çünkü Türkiye AB önünde göçleri tutacak bir tampon bölge olma göreviyle görevlendirilmiştir. Türkiye, AB üyesi olursa Türkiye’ye göç eden insanları da AB beslemek zorunda olacak. O yüzden Türkiye asla bir AB ülkesi olmayacak. Çünkü Afrika’dan milyonlarca insanın Anadolu’ya üşüşeceğini Avrupa çoktan fark etti ve önlemini alıyor. Ne yazık ki bir tek biz bilmiyoruz. Peki Türkiye PKK’ya karşı koruyamadığı Güneydoğu sınırını göçe karşı nasıl koruyacak? Koruyamazsa milyonlarca göçmeni ne yapacak?
- Kyoto Protokolü’nün de yeterli etkiye sahip olmadığını söylüyorsunuz...
Evet. BM bütün bu küresel ısınma karşısında sadece karbondioksit ve fosil yakıtı ele alıyor. Diyor ki, “Biz karbondioksit emisyonunu biyoyakıtla azaltırız.” Kapitalizmde bir model var. Bir küresel gerçeği ele alırsın, sonra birtakım şirketlerin zengin olabileceği tarzda bir çözüm önerisinde bulunursun. 1960’larda yeşil devrim döneminde, “Dünyada bir milyar aç var. O halde biz yüksek verimli hibrit tohum kullanmalıyız” denmişti. Sonra, “Dünyada bir milyar aç var. Biz yüksek verimli GDO tohumları kullanmalıyız” dendi. Hep çözümler bazı şirketlerin zengin olmasına yönelikti. Şimdi de yine BM, “Evet küresel ısınma var. Çare biyoyakıt” diyor. Acaba çare o mu? BBC’de yayınlanan bir çalışmada en az 12 biyoyakıtın çevreye fosil yakıtlardan daha zararlı olduğu ortaya çıktı. Yani biz yine kandırılıyoruz. Ama ne oldu? Soros, Amerika’da 30 milyar dolarlık biyoyakıt tesisi kurdu. Başkaları keza öyle. Yani aslında küresel ısınma gerçeği dünyadaki enerjiye sahip olma dengelerini değiştirmek çabası olarak kullanılıyor. Küresel ısınma kimsenin umurunda değil. Yeter ki enerji kaynağına ben sahip olayım yarışı bu. Bir biyodizel yandığında da son ürün karbondiokist ve sudur. Benzin yandığında da son ürün karbondioksit ve sudur. Yine aldatılıyoruz.
- Peki ya pirinç üretimi?
Bir pirinç tanesini ektiğiniz zaman 3 bin pirinç tanesi elde edersiniz. Bu kadar ucuzdur pirinç üretimi. Ama çamurda yetişir pirinç. Ve oradaki bakterilerin yarattığı metan gazının küresel ısınmaya katkısı yüzde 7 civarındadır. Ama beş para etmez pirinç tahılı, protein değeri en düşük, glisemik endeksi en yüksek, yani en kolay şişmanlatan en az protein veren pirinç, bire 3 bin verdiği için, birilerini kolay zengin ettiği için hiç kimse ondan vazgeçemiyor. Üstelik küresel ısınmaya yol açtığı halde kimse ağzını açmıyor. “Aman mısırdan biyoyakıt yakalım!” diyor. Tabii bu arada mısır fiyatları yükseldiği için, ana gıda olarak mısırı kullanan Afrika’da daha çok çocuk açlıktan ölsün! İşte küresel ısınmaya karşı oluşturulan Kyoto Protokolü bu!