Murat Belge: Böylesini hiç görmemiştik

Murat Belge: Böylesini hiç görmemiştik

Murat Belge / Taraf

“Böylesini hiç görmemiştik” diye bir söz vardır. Bizim memlekette oldukça sık söylenir ki bu da başlı başına paradoksal bir durumdur: habire “böylesini görmemiştik” diye dolaşan bunca insan olduğuna göre bayağı “görmüş geçirmiş” bir toplumdan söz ediyor olmalıyız. Öyleyiz zaten.

Gene de “böylesini hiç görmemiştik” diyeceğim.

Şu günlerin bir numaralı sorunu çeşitli yolsuzluk iddiaları, değil mi? Yolsuzluk iddiaları var, bir de yolsuzluk olduğuna dair bayağı ciddi karineler veren konuşma kayıtları, kasetler. Akşama doğru “kaset saati”miz geliyor; TV karşısına oturup “Günün Kaseti”ni dinliyoruz, filan falan.

Yolsuzluk bu ülkede ilk kez mi oluyor? Ben yolsuzluk olmayan bir evre, bir dönem bilmiyorum. “Küpünü dolduran vali” fıkrası gibi anekdotlarla Osmanlı dönemine inen, oradan da gerilere, Fuzulî’nin “rüşvet değildir deyû” alınmayan selâmına uzanan, köklü bir gelenek.

Gene de, şu sıra dönen yolsuzluk hikâyelerinde, “böylesini hiç görmemiştik” dedirten bir şey var. Nedir bu? Miktarların çok büyümesi mi? Sanmıyorum.

“Kaset yağmuru”na karşı tedbir almaya çalışan, çırpınan bir hükümet var. Çırpınıp da ne yapıyor? Daha ilk gününden başlayarak, bir “savcı- polis sürgünü”nün startını veren. Bugüne kadar “bin”lerle ifade edilen sayılarla, bu faaliyet devam ediyor. Belki “nakliyat firmaları”nın servet kazanacağı bir çığır açıldı.

Peki, bu, hiç bilmediğimiz bir şey mi? Aslında değil. Tepede istenen şekilde davranmayan bürokratlara işten el çektirme, tayin, sürgün, işten atma, bütün dereceleriyle, bildiğimiz şeyler. Gene, ölçek büyüdü. Ama benim hissettiğim “böylesini hiç görmemiştik” yalnız ölçekle sınırlı bir şey değil.

Hükümet bir de yasa çıkarıyor --“tedbir” olarak: MİT yasası, İnternet yasası, HSYK yasası ilâh. Bunlar, hepsi de, varolan mevzuatı geriye götüren, daha merkezî, daha otoriter bir yasal düzenin yolunu açan, baskıcı yasalar. İyi, böyle betimlenen bir yasa çıkarma üslûbu çok mu yeni bir durum, bizim hayatımızda? O da değil. Bu da, oldum olası bildiğimiz, tanıdığımız bir durum.

Nedir o halde, “yeni” olan? Dediğim gibi, kısmen “miktarlar” olabilir. Türkiye’nin ekonomisi büyüdü (buna AKP’nin katkısı var); miktarlar, ölçekler büyüdü. Bu bir “şaşırtma” etkeni olabilir. Ama bundan daha belirleyici olan, yukarıda saydığım ögelerin biraraya geliş biçimi, sanırım. Bütün bu “ileri teknoloji” savaşı; telefonun “kriptolu” olanı; derken, telefonun “kriptolu” olanını dinleyebilen âlet... “Paralel yapı” kelimeleriyle açıklanan bir yapılanma... “Derin”ine alışmışken bir de “paralel”inin çıkması. Ama hepsinden önce, hepsinin üstünde, Başbakan’ın ve hükümetinin kendilerini savunma üslûpları...

“Üslûp”, evet, aradığım kelime bu. Farklılık, “yeni”lik bu üslûpta. Ölçeklerle ilgili bir “nicelik” konusu var; ama davranışlarla ilgili bir de “nitelik” konusu var.

Biz, birkaç kuşağın ömrünü kapsayan bir “Batılılaşma” serüvenine girmiş --ve henüz oradan çıkmamış-- bir toplumuz. Bu demektir ki, kendimize mal edemediğimiz, üstümüze uyduramadığımız bir şeylere erişmeye çabalıyoruz. Bu da demektir ki, birilerini taklit ediyoruz. Bazı bazı, bunu belirli bir başarıyla götürdüğümüz oldu. Ama çok zaman pek iyi beceremedik, kıvıramadık. Gene de, “başarı” derecesi bir yana, o “niyet” hep oradaydı. Bu da, zamanla, bir “üslûp” haline geldi.

Ama şu anda iktidar olan kadrolar ve en başta Başbakan kendisi bununla ilgisi olmayan bir iklimden geliyor. Bunların zaten sevilmediği bir iklim orası ya, bu alanda bilinçli bir mücadele veriyor değil. Verdiği mücadele, kendi bildiği, genetiğine sinmiş yöntemlere dayanan bir varkalma savaşı. Herhangi bir muhafazakâr “aile babası”nın evinde sahip olduğuna inandığı bir “otorite” ile, “doğrusu benden sorulur” tavrıyla dövüşüyor; koca bir topluma karşı böyle bir manevi donanımla sahneye çıkıyor. “Yeni” olan, aslında bu “çok eski” şey. Çok eski olduğu için, toplumun bir kesiminin de hemen tanıdığı, hiç yadırgamadığı, öylece uyuverdiği bir üslûp.