Son dönemde Türkiye'de gazetecilere yönelik baskılar yeniden artış göstermeye başladı. Resmi rakamlara göre şu an 33 gazeteci cezaevinde bulunuyor. Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül'ün yaptıkları haberler nedeni ile 'terör örgütüne yardım ve casusluk' suçlaması ile tutuklanması dünya genelinde yankı uyandırırken, 90'lardan kalma kitap toplatma kararları da Hasan Cemal ve Tuğçe Tatari'nin kitaplarının toplatılması ile yeniden Türkiye'nin gündeme geldi. Doğu'daki çatışma bölgelerinde görev yapan gazeteciler ise sıklıklar gözaltı, darp ve engelleme ile karşılaşıyor.
Öte yandan iktidara muhalif gazetecilerin üniversitelerdeki panellere katılması veya AVM'lerde imza günü düzenlenmesi bile yasaklanabiliyor. En son Radikal muhabiri İsmail Saymaz'ın Erzurum Atatürk Üniversitesi'ne girişi 'bölücü' olduğu gerekçesi ile yasaklanırken, gazeteci-yazar Levent Gültekin'in de Kocaeli ve Şanlıurfa'daki imza günü etkinliğine izin verilmedi. Tüm bu gelişmeler nedeniyle, gazeteci örgütlerinin oluşturduğu G-9 Gazeteci Örgütleri Platformu, her yıl 10 Ocak'ta kutlanan Çalışan Gazeteciler Günü'nü kutlamama kararı aldı. Bu kararın nedenlerini ve Türkiye’de gazetecilik yapma koşullarını G-9 Gazeteci Örgütleri Platformu bileşenlerinden Parlamento Muhabirleri Derneği Başkanı Göksel Bozkurt ile konuştuk.
DW: Bugün 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü. Türkiye basını açısından bugünün anlamı nedir?
Göksel Bozkurt: ‘Çalışan Gazeteciler Günü’ 1961 yılında ilan edildi. O tarihte gazetecilerin çalışma haklarında önemli iyileştirmeler getiren 212 sayılı yasanın yürürlüğe girmesi üzerine, 9 gazete sahibi, yasayı protesto etmek için 3 gün boyunca gazeteleri yayımlamama kararı aldılar. Bu gelişme karşısında, gazeteciler 10 Ocak 1961 günü haklarına ve basın özgürlüğüne sahip çıkmak amacıyla, Cağaloğlu’ndaki sendika binası önünde toplanarak Vilayete kadar yürüyüş yaptılar. Gazeteciler, patronların boykot kararı karşısında Sendika'nın öncülüğünde, ''Basın'' adıyla kendi gazetelerini 11–12–13 Ocak 1961 tarihlerinde yayımladılar. O tarihten sonra 10 Ocak, "Çalışan Gazeteciler Bayramı" olarak kutlandı. 1971 yılındaki 12 Mart müdahalesinden sonra çalışanların hakları ve basın özgürlüğüne getirilen kısıtlamalara tepki olarak 10 Ocak, "Bayram" olmaktan çıkarıldı ve "Çalışan Gazeteciler Günü" olarak anılmaya başlandı.
DW: Gazeteci örgütleri olarak 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü'nü neden kutlamama kararı aldınız?
Göksel Bozkurt: Bugün “Gazeteciler Günü” kutlamamızı gerektirecek atmosferden çok uzağız. Bunun başlıca nedeni 13 yıldır iş başında olan iktidarın gazetecilere ve basın özgürlüğüne bakış açısından kaynaklanıyor. 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü'nü kutlamıyoruz. Çünkü; meslektaşlarımız işsiz, iş güvenceleri patronların ve iktidarın iki dudağı arasında. Artık adliyelere haber için değil ifade vermek için gidiyorlar, haber yaptıkları için gazeteciler gözaltına alınıyor, hapsediliyor, cezaevine konuluyor. Tutuklu yargılama bir cezalandırma ve baskılama aracına dönüştürüldü. Gazeteciler dövülüyor, tartaklanıyor, kafalarına silah dayanıyor, gazete büroları basılıyor. Sendikalaşma, örgütlenme, toplu sözleşme yapma hakkımız elimizden alınıyor. İnternet siteleri yasaklanıyor, baskılar sansürü oto sansürü hortlatıyor. Gazetecilerin özgürce çalıştırılmadığı, baskılanıp sansürlendiği bu ortamda “Gazeteciler Günü” kutlamanın olanağı var mı?
DW: Kasım seçimlerinden sonra, Türkiye'de basın özgürlüğü yine çok tartışılır bir hal aldı. Neden böyle oldu?
Göksel Bozkurt: Bunda AKP Hükümeti’nin giderek içeride ve dışarıda sertleşen politikalarının etkisi büyük. Toplum gerildikçe, sorun alanları arttıkça, iç savaş görüntüleri ortaya çıktıkça gerçek gazeteciler, sorumlu basın bunların üzerine gittikçe hoşnutsuzluk da artıyor. İktidar ve yanlıları gerçeklerin halka duyurulmasından belli ki tedirgin oluyorlar. İktidarın bizzat yarattığı sorun alanlarına ilişkin yapılan haberlerden rahatsızlık duyuyorlar. Çünkü medyadan beklentileri yanlarında durmaları, her koşulda AKP politikalarına destek sunmaları. Bol bol övgü istiyorlar. Herkesten iliştirilmiş gazetecilik tutumu bekliyorlar. İktidar destekçisi büyük havuz medyası hayal ediyorlar. Beklentilerine uymayan yayın organları ve gazetecileri de hedeflerine koyuyorlar. Muhalif basını engellemenin yolu olarak da yasaklamayı, baskılamayı, susturmayı, işsizleştirmeyi görüyorlar.
DW: Şu anda Türkiye’de basın özgürlüğü karnesi açısından nasıl bir tablo var?
Göksel Bozkurt: Gazeteci kökenli CHP İzmir Milletvekili Atilla Sertel’in 2015 yılı raporuna da yansıyan bazı rakamları vereyim. Basındaki işsizlik oranı Türkiye ortalamasının üç katına çıktı. Geçen yıl 774 gazeteci işten çıkarıldı. Gazeteciler hakkında 484 adli işlem yapılırken, 200 basın mensubu ve 7 yayın kuruluşu hakkında soruşturma başlatıldı. 156 gazeteci gözaltına alındı. 234 gazeteciye dava açıldı. Aralarında Sevgili Erdem ve Can’ın da olduğu 32 gazeteci tutuklandı. 70 gazeteci saldırıya uğradı. 128 yayın engellendi, 877 siteye erişim engeli konuldu. 24’ü kadın 137 gazeteci görevi başında şiddet gördü. 15 televizyon kanalı kapatıldı. İki gazeteye el konuldu. RTÜK cezaları tarihe geçti. 56 farklı olayda gazetecilere akreditasyon engeli getirildi. Aralarında 8’i uluslararası medyadan olmak üzere 100 gazeteci ve medya çalışanı gözaltına alındı. Bu rakamlar tartışmaların yoğunlaşmasının nedenini açıklıyor olmalı.
DW: Türkiye'de iktidarı eleştiren ya da iktidarın hoşlanmadığı haberler yapan gazeteciler bu dönemde nasıl yaptırımlara maruz kalıyor?
Göksel Bozkurt: İktidarın en temel baskı aracı işsiz bırakmak, kalem kırmak. Hoşlanmadığı gazeteciyi patronuna şikayet edip kapının önüne konulmasını sağlıyorlar. Güçlerinin yetmediği gazetecileri de ağır tazminat davaları ile karşı karşıya bırakıyorlar. Bir diğer yol da Can Dündar-Erdem Gül davasındaki gibi masa başında üretilen temelsiz iddialar ile gazetecileri cezaevine gönderip, tutuklu yargılayarak cezalandırmak, susturmaya çalışmak.
DW: İktidara yakın basın mensupları ile muhalif gazetecilerin sahadaki ilişkileri bu süreçten nasıl etkileniyor?
Göksel Bozkurt: İktidar kendi gazetecisini koruyup kolluyor. Günümüz deyimi ile “yandaş medyaya” iktidarın her kapısı açık. Eleştiren, sorgulayan, gerçeği arayan gazetecilere ise tüm kapılar kapalı. Ağır bir akreditasyon engeli uygulanıyor muhalif medyaya. 20’ye yakın gazete/televizyon/ajans/dergi bugün Saray’a, Başbakanlığa, bakanlıklara yani kamu binalarına alınmıyor. AKP Genel Merkezi ve kongrelerinde de bu yasaklar geçerli.
DW: Siz kıdemli bir Ankara gazetecisi olarak, 2016'ya girerken Türkiye'deki gazetecilik yapma koşullarını geçmiş dönemlerle kıyaslarsanız neler söylersiniz?
Göksel Bozkurt: Türkiye’de basın her dönemde ağır baskı altındaydı. Menderes, Demirel, Özal, Çiller iktidarlarında da gerçek gazeteciler büyük bedeller ödediler. Nazım Hikmet’ler, İlhan Selçukl’lar, Uğur Mumcular… Türkiye’nin cezaevlerinde gazetecisi hiç eksik olmadı. Her dönem üzerlerine gidildi, hapsedildiler, işkencelerden geçtiler, öldürüldüler. Bugünün farkı gazeteciler cezaevinde işkence görmüyor, öldürülmüyorlar. Ama ağır baskı altındalar. İçeride ya da dışarıda tutsaklar. Kalemleri kırılıyor. İşsizliğe mahkum ediliyorlar. Yasaklanıyorlar. Düşünce ve ifade özgürlüklerini kullanmaları engelleniyor. Hiçbir iktidar gerçek gazeteciyi sevmez. Dünyada da bu böyledir Türkiye’de de… Ama yazdıklarından hoşlanmıyor diye gerçek demokrasilerde gazeteciler susturulmaz. Bizde çeşitli yöntemlerle sindirilmeye ve susturulmaya çalışılıyor. Başaramadıklarını da bir cezalandırma yöntemi olarak hapse atıyorlar.
DW: Türkiye'nin AB ile yeniden yakınlaşmaya başladığı bir dönemin başlaması, medya üzerindeki baskıların hafiflemesi anlamında sizi umutlandırıyor mu?
Göksel Bozkurt: AKP iktidarı uzun süredir AB ile ilişkileri askıya almıştı. 1 Kasım’ın ardından Davutoğlu hükümeti bir atak hazırlığı içinde olduğunu gösteren eylemlere ve temaslara imza attı. Zamanla neler olacak göreceğiz ancak AB sürecinin canlanması baskıları hafifletir mi çok emin değilim. Nihayetinde AKP 13 yıldır iktidarda ve AB ile ilişkilerinin çok canlı olduğu dönemleri de yaşadık. Ama bu iktidarın basına dönük bakışını fazlaca değiştirmedi. Umutlu olduğumu söyleyemeyeceğim.
DW: İktidar, muhalif basının örneğin 90'lara nazaran istediğini yazıp çizebildiğini, yalnızca suç kapsamına giren eylemlerin cezalandırdığını ifade ediyor. Siz bu görüşe katılıyor musunuz?
Göksel Bozkurt: Ne yazık ki katılamıyorum. Suçu üretirsen ceza da verirsin. Bugün Türkiye’nin medya pratiği ortada ve muhalif basına yönelik baskıların doğurduğu ağır sonuçları da hep birlikte yaşıyoruz. Gerçeği yazmak ne zamandan beri suç oldu? Neymiş suç kapsamına giren eylemler? Can Dündar ve Erdem Gül neyle suçlanıyor? “Casuslukla.” İktidar sözcüleri “Onlar gazetecilikten içeride değil” diyorlar. Peki ama aldığı bilgiyi gazete manşetine taşıyan kaç casus tanıyorsunuz? Onlar gazetecilik yaptıkları için tutuklu yargılanıyorlar. Sanırım gerçeklere gözünü kapatmayı, algı yönetimi ile basına baskı yapıldığı gerçeğini değiştirmeyi tercih eden iktidar anlayışının ürünü bu yaklaşım.
DW: Sizce yeni anayasa çalışmalarının hız kazandığı bu dönemde, basın özgürlüğü konusunda hangi adımların atılması gerekiyor?
Göksel Bozkurt: Türkiye’de medyaya baskılar vahim boyutlara tırmandı. İktidarı ve muhalefeti ile basın özgürlüğünden dem vuranların, demokrasiden söz edenlerin bu tabloyu iyi irdelemesinde yarar var. Yeni Anayasa masasının kurulduğu,12 Eylül faşizminin günümüze taşınan hukukunun ortadan kaldırılmak istendiği ortamda yakıcı bir soruna dönüşen basın özgürlüğünün yeterince konuşulmuyor olması aslında düşündürücü. 2016 Türkiye’sinde özgürlüklerin eksiksiz, yasaksız, sansürsüz yaşama geçirilmesi için demokrasi isteminde samimi iktidar ve Meclisteki siyasi partilere büyük görevler düşüyor. Bu bağlamda gerçek anlamda basın ve ifade özgürlüğü için, halkın haber alma hakkının önündeki engellerin kaldırılması için yeni anayasa süreci bir fırsat yaratabilir. Anayasa’dan yasalara basın özgürlüğünün önünde fazlası ile engel var. İşe bu engelleri kaldırmakla başlayabilirler. Özellikle de olağanüstü dönemlerin hukukunu düzenleyen ve gerçek gazetecilerin başında “Demokles’in kılıcına” dönüşen Terörle Mücadele Yasasındaki basını sınırlayan maddeleri ele alıp, özgür basının dolayısı ile demokrasinin önünü açabilirler.