Ahmet Küçük [email protected] www.twitter.com/kucukxahmet
“Oysa herkes öldürür sevdiğini,
Kulak verin bu dediklerime…”
“Türkiye’de kutuplaşma” üzerine uzun yıllardan bu yana çeşitli araştırmalar yapıldı. Birçok araştırma şirketinden, üniversitelerde tez konusu olan “kutuplaşma”yı anlamak için, Türkiye çerçevesinden bakmak yerine, daha dar bir alandan, statlardan bakmak net bir fikir verebilir.
Ege Üniversitesi (EÜ) Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Ahmet Talimciler’in Taraf gazetesinden Neşe Düzel’e verdiği röportajda (21 Mayıs 2012) kullandığı şu ifadeler dikkat çekici:
“Futbol, insanları birleştiren değil bir bölen haline geldi bu ülkede. Futbol üzerinden toplumu ayrıştırmaya, bölmeye başladık biz. Çünkü biz sadece kendimizi haklı gören bir psikoloji içindeyiz. Başkasının haklı olabileceğini, başarılı olabileceğini asla kabul etmiyoruz. Eskiden yenilenin gayreti küçümsenmezdi, mağlup olan taraf da kazananı tebrik ederdi. Artık böyle yaklaşımlar yok. Rakip, ‘hasım-düşman’ olarak ilan ediliyor.”
Doç. Talimciler’in bu tespitinin, 2012-2013 sezonunun ilk yarısında yaşanan olaylarla haklılığı ortaya çıkıyor.
Tarih: 12 Ağustos
Maç: Galatasaray – Fenerbahçe (Süper Kupa)
2011-2012 sezonu lig şampiyonu ile Türkiye Kupası finalistinin karşılaştığı bu maçta, Türk sporseverlerin Hagi’nin hakem Erol Ersoy’a tükürmesi ve ayağına basmasından sonra belki de en ciddi olay yaşandı.
Erzurum’daki maçta Galatasaraylı Engin Baytar, Türk hakemliğini dünyada temsil eden Cüneyt Çakır’ın kararına itiraz etmiş, gördüğü kırmızı kartın ardından da Çakır’a “saldırmış”tı. Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu (PFDK), Türkiye rekor bir cezaya imza atarak Baytar’a 11 maç men cezası vermiş, Galatasaray da yaklaşık 500 bin Euro para cezası kesmiş ve verilen bu cezayı Tahkim Kurulu’na götürmeyerek, itiraz etmemişti.
O dönemde uzun süre tartışılan bu olayla, hakemlerin “dokunulmazlığı”nın ne kadar kıymetli olduğu gerçeği ortaya çıkmıştı.
Tarih: 16 Aralık
Maç: Galatasaray – Fenerbahçe (Süper Lig)
Fenerbahçe’nin Portekizli oyuncusu Raul Meireles hakem Halis Özkahya ile arasında geçen diyalog sonrasında kırmızı kart görmüştü. Özkahya, raporunda oyuncunun kendisine hakaret ettiğini, el hareketi yaptığını ve tükürdüğünü yazmıştı. Maçtan bir gün sonra Aziz Yıldırım, Türkiye Futbol Federasyonu binasına giderek Yıldırım Demirören'le görüşmüş, Portekizli oyuncu da birkaç gün sonra Disiplin Kurulu karşısında görüntülü savunma vermişti. Kararı değerlendiren Tahkim Kurulu, Engin Baytar gibi 11 maç ceza alan Meireles’in cezasını 4 maça düşürmüştü.
Aynı takım arasında oynanan iki maçta da benzer olaylar yaşandığını söylemeyeceğim. Ancak yaşananların ortak noktası olan “hakeme hakaret”, en üst seviyeye ulaştı.
Tarih: 8 Aralık 2012
Maç: Galatasaray – Beşiktaş (Basketbol 1. Lig)
Tekerlekli Sandalye Basketbol Ligi’nde oynanan karşılaşma öncesi, Beşiktaşlı taraftarların sahaya girmesi nedeniyle yaklaşık 20 dakika geç başlamıştı. Maçın başlamasıyla birlikte taraftarlar arasında başlayan karşılıklı küfürleşmelerle ikinci periyodun ortasında taraftarların birbirlerine ve sahaya attığı yabancı maddeler nedeniyle hakemler oyunu durdurmuştu.
Olaylara biber gazı ile müdahale eden güvenlik kuvvetleri tribünleri boşaltmış, olaylar sırasında sporcuların tekerlekli sandalyeleri kırılmıştı.
Tarih: 22 Aralık 2012
Maç: Ankaragücü – Konya Torkuspor (PTT 1. Lig)
Ankara 19 Mayıs Stadı’nda oynanan karşılaşmada, bir Ankaragücülü taraftar, oyuncular arasındaki tartışmaya “müdahale” etmek için saha içine girmişti. Taraftarın gözaltına alınmasına tepki gösteren diğer Ankaragücülü taraftarlar da sahaya girmiş, ardından Konya Torkuspor taraflarına saldırmıştı.
Olaylara müdahale etmekte yetersiz kalan polis, taraftarları güçlükle ayırmış ve 10 kişiyi gözaltına almıştı. Maçın hakemi Mevlüt Sezer de maçı tatil etme kararı almıştı.
Tarih: 24 Aralık 2012
Maç: Trabzonspor - Galatasaray (Süper Lig)
Trabzon Avni Aker Stadı’nda oynan maçta, geçen sezonun Süper Lig gol kralı Burak Yılmaz’ın Galatasaray’a transfer olmasını kabullenemeyen taraftarlar, oyuncuya maç içerisinde birçok yabancı cisim atmıştı. Başına, boynuna, bacaklarına isabet eden yaralayıcı maddelerin ardından açıklama yapan Yılmaz’ın şu sözleri dikkat çekmişti:
“Türkiye Kupası aldık, eşantiyon geldiğim yere 5 milyon Euro kazandırdım. Efsane dedikleri oyunculardan daha çok şey verdim. Demek ki onlarda vefa, kadir kıymet bu kadarmış. Söyleyecek bir şey yok.”
***
İngiltere’de Tudor hanedanı zamanında spor yapmanın yasaklanmasının nedeni olarak, erkeklerin içindeki “barbarca” duygularını sahalarda değil, savaş arenalarına boşaltması esprisi yapılmıştır ya da Sparta’da bazı erkeklerin spor karşılaşmalarında yer almasının engellenmesi gibi…
Freud’un öğrencisi Helene Deutch da erkeklerin ergenlik dönemindeki “sertleşmesi” ve “dikleşmesi”nin (=libido) sonucu olarak bilinçaltında yer eden sertliğin (=destrüdo) ilerideki yaşamlarını etkilediğine işaret eder.
Herkes, şiddete başvuranların bir güç gösterisinde bulunduğunu bilir. “Deşarj olmak” deyiminin altında yatan şiddete yönelme, baskın iki grubun, taraftarın ve takımın karşı karşıya gelmesiyle daha da büyüyor. Şiddeti ve küfrü önlemek için kadın ve çocukların “ikinci sınıf” taraftar olarak görülmesi bile taraftarların statlarda “boşalma”nın önüne geçemedi.
Türkiye’de futbolun hızla endüstrileşmesi kulüpler ve taraftarlar arasında yaşanan çekişmeyi artırdı. Futbolun hızına ayak uyduramayan tribünler, sahadaki mücadeleyi şiddete dönüştürmeyi başardı. Karşılıklı olarak, tribünlerden etkilenen oyuncular da ve oyunculardan etkilenen tribünler de şiddetin artmasına vesile oldu.
Ve bizler de gözümüzün önünde ölen, başta futbol olmak üzere, birçok spor faaliyetlerine seyirci kalmaya devam ediyoruz.
Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın, sporda şiddeti önlemeye yönelik çalışma üzerinde anlaşamayan kulüplere “ne haliniz varsa görün” demesi ne kadar kutuplaştığımızın bir göstergesi değil mi?
Yazıya Oscar Wilde ile başlamıştım. Onunla da bitiriyorum:
“(…)
Çünkü herkes öldürür sevdiğini.
Ama herkes öldürdü diye ölmez.”