Sözcü yazarı Can Ataklı, İstanbul'daki ABD Başkonsolosluğu'ndaki bir çalışanın tutuklanmasının ardından ABD'nin Türkiye'ye karşı aldığı 'vize' kararı sonrası Erdoğan'ın kullandığı "Kabiledevleti değiliz" sözlerini hatırlattı. Ataklı, Erdoğan'ın Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nu arayarak, verdiği "Noktası virgülü aynı şekilde bir açıklama ile biz de aynısının yapılsın" talimatını "İşte bu davranış tam bir 'kabile devleti' uygulamasıdır" diyerek yorumladı.
Türkiye'nin dış politikasının “bir kişinin” talimatı ile yönlendirilemeyeceğini söyleyen Ataklı, "Ancak 'kabile devletlerinde' bir kişi, emrindeki yöneticilere emirler yağdırarak dış politikayı yönlendirir" ifadesini kullandı.
i Mevlüt Çavuşoğlu'nu aramış ve “noktası virgülü aynı şekilde bir açıklama ile biz de aynısının yapılması talimatı verdim” demiş.
Can Ataklı'nın "Eski sol, Erdoğan'ın çöplüğünde altın aramaya başladı" başlığıyla (14 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
Solun en büyük hastalığı emperyalizmden fena halde korkmasıdır. Bu korku her şeyin emperyalizm tarafından tezgâhlandığı paranoyasını da yaratır. Bu paranoya sonunda ülkede ne oluyorsa olsun her şeyin sorumlusu emperyalizm olarak görülür. Sonucunda emperyalizmle mücadele yerini çaresizliğe bırakır. Körelen gözler karşı devrimi emperyalizm karşıtı sanmaya başlar. Şu anda Türkiye'de yaşadığımız da bu. Her taşın altından emperyalizmin, Türkiye'deki somut algıyla, Amerika'nın çıktığını düşünen bu sol zihniyet, çare üretememenin çaresizliği içinde Erdoğan'a sarılmaya ve adeta onun çöpünde altın aramaya çalışıyor. 15 yıllık karşı devrim operasyonunu, buna yine sol içinden çıkmış hainlerin verdiği olağanüstü desteği, Amerika'nın tüm taleplerinin emir kabul edilerek Türkiye'nin bölge jandarması yapılmak istenmesini, bunun sonucunda ülkenin bir batağa saplandığını, buradan kurtulmak için çırpındıkça daha da battığını ve can havliyle varlıklarını borçlu oldukları güçlere de saldırdığını görmeyenler Erdoğan'ı neredeyse emperyalizme direnen kahraman tahtına oturtacak.
Çaresizlik içinde kıvranan karşı devrimci AKP lideri “kaba ve ilkel milliyetçiliğe” sarılırken, eski sol zihniyetli muhalefet “emperyalizme karşı Türkiye'nin bekası söz konusuysa iktidarda kimin olduğuna bakılmaz” klişesini kendine bayrak yapmaya çalışıyor.
Türkiye bir uçurumun kenarına getirildi. Ülkeyi bu hale getirenler çare bulamıyor ve çırpınıyor. Amaçları ülkeyi değil kendilerini kurtarmak. Buna karşı muhalefet de bir çare bulamıyor. Bunun için yeterli ve nitelikli kadrosu yok. Üstelik bir de “iktidar bize düşerse ne yaparız” paniği içinde. Aynı panik iktidar kanadında da “Erdoğan giderse ne yaparız” biçiminde yaşanıyor. Sonuçta iktidarla muhalefetin dramı aynı noktada kesişiyor bir anlamda.
Kendini daha akıllı ve nitelikli gören eski sol zihniyet yine geçmişteki hatasına kapılıyor ve sekterlikten medet umuyor. Çaresizlik girdabındaki sol zihniyet “Erdoğan devrilirse biz de altında kalırız” korkusu ile iktidara yönelik eleştirilere “Amerikancı olmak, emperyalizmin oyununa gelmek” diyerek karşı çıkıyor.
Şunu söylemekten asla çekinmemeliyiz; Amerika'nın açık baskılarına rağmen iktidarı eleştirmek Amerikancı olmak değildir. Türkiye'yi uçurumun kenarına getiren bu iktidar eleştirmek emperyalizmin ekmeğine yağ sürmek anlamına gelmez. İktidara geldiği günden bu yana Amerika ve Batı'nın her isteğine boyun eğen bir siyasi isimden, sırf kendi şahsi çıkarını korumak için Amerika'ya kafa tutar görünmesinden emperyalizme karşı savaşan bir kahraman yaratılamaz.
Eski sol “çocukluk hastalığından” kurtulmalı ve bozgunculuk yapmaktan vazgeçmelidir.
Şunu çok iyi anlıyoruz ki AKP Genel Başkanı Erdoğan'ın hiç danışmanı yok. Var denilen danışmanlar hiçbir işe yaramadan on binlerce lira maaş alıyorlar. Danışmanların hiçbir işe yaramadığını nereden anlıyoruz. Erdoğan'ın sürekli “fahiş” hatalar yapmasından. Şimdi vize krizi nedeniyle Amerika'ya çok öfkeli ya, kabak Sig Sauer marka tabanca üreten firmanın başına patladı. Erdoğan vizeye duyduğu öfkeyi anlatırken “parasıyla bize silah vermiyorlar, teröristlere bedava veriyorlar” dedi yine ve ekledi “Kimseye muhtaç değiliz. Emir verdim o silahlar polisimizde kullanılmayacak.” İyi de burada en masum olan tabancayı yapan firma. Birincisi bu firma Amerikan değil, Alman İsviçre ortak şirketi. Öncelikle bu silahı bize satmayanlar Almanlar. Zamanında Almanya'dan istenmiş, tıpkı Trump gibi Almanlar da izin vermemiş. Şirketin Amerika temsilcisi ile pazarlık yapılmış. Amerika'ya ihraç edilen tabancalardan alınması kararlaştırılmış. Bu kez de Trump engel oldu biliyorsunuz. Danışmanları en azından “Sig Sauer Amerikan değil” deseler Erdoğan bu komik açıklamaları yapmayacak. Muhtemelen onlar da farkında değil.
Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek Amerika'ya gitti. Hesapta zaten programlanmış bir ziyaret ama Ankara kulislerine göre Şimşek “görevli” olarak gönderildi.
Ancak Mehmet Şimşek vize konusunu pek ciddiye almıyor. Bu konunun abartıldığını söyledi Amerika'da verdiği demeçte.
İyi de abartan kim? Medya Erdoğan konuşuncaya kadar çok “itidalli” bir tutum almıştı her zaman olduğu gibi. Eğer bir abartma söz konusuysa abartan bizzat AKP Genel Başkanı Erdoğan değil mi? Konuşmalarına bakınca Amerika'ya bir savaş ilan etmediği kalıyor. Amerika için “böyle devlet olmaz” bile dedi.
Bence İngiliz vatandaşı da olan Başbakan Yardımcısı olayı çok hafife alarak kendisi abartıyor.
Amerika'nın “bir gece ansızın” vize işlemlerini askıya almasına haliyle çok öfkelendik. Ancak bizlerin öfkesi ile iktidarın öfkesi biraz farklı galiba. Hesapta aynı gibi görünmesine rağmen, bilmem dikkatinizi çekti mi ama AKP Genel Başkanı da Başbakan da konuşmalarında nedense Reza Zarrab olayına da göndermeler yaptılar. Önce Başbakan konuştu bu konuda. Amerika'ya karşı “aynı biçimde” vize verme işlemlerini askıya almamızı anlatırken “ne olacaktı yani” dedi “Siz bizim bir banka müdürümüzü apar topar hapse atarken bize mi sormuştunuz?” Yıldırım bu sözleri etme ihtiyacını niye duydu ki? Hemen arkasından AKP Genel Başkanı da aynı yönde sözler sarf etti. O da “Bir vatandaşımızı tutuklayıp itirafçı çıkarma çabaları içindeler” dedi.
Allah Allah! Ne oluyor böyle acaba? Amerikan konsolosluğunda çalışanlara yönelik tutuklamalar Zarrab ve bankacı ile takas edilmek için mi yapıldı ki bu açıklamaları duyuyoruz. Erdoğan ve Yıldırım böyle yorumlanacak açıklamaları bilerek mi yaptılar yoksa çok telaşlandıkları için öfke içinde mi söylediler? Vize olayı ile Zarrab'ı yan yana getirmek bana göre çok talihsiz bir durumdur. Bizim halkımızın bir bölümü için hiç önemli olmayabilir ama dünya kamuoyu buna hiç iyi gözle bakmayacaktır.
AKP Genel başkanı vize krizi çıktığı gün önce hiç tepki vermedi. Kendi teamüllerinin aksine yurtdışına giderken hiç konuşmadı. Gittiği Ukrayna'da ancak bir soru üzerine vize konusunda eften püften bir açıklama yaptı. Ancak ertesi gün konuşmaya başladı ve bunun da dozu giderek arttı. Dün itibarıyla geldiği nokta ile neredeyse Amerika'ya savaş ilan edeceğiz, o kadar sertleşti.
Erdoğan'ın konuşmalarını ayrı yazılarla irdeleriz. Benim aklıma takılan noktalardan biri “Biz kabile devleti değiliz” sözleri. Erdoğan herhalde gocunacağı bir şey var ki ikide bir Batı ülkelerine yönelik “Biz kabile devleti değiliz” diyor. Dünyada bu benzetmeyi kullanan başka lider var mıdır bilemiyorum. Tabii Erdoğan “kabile devleti değiliz” diyor demesine de uygulamaları demokratik dünyada başka türlü algılanmaz.
Sayısız örnek var bu konuda, ben birini yazayım. Erdoğan vize haberini aldıktan sonra “Dışişleri Bakanım” dediği Mevlüt Çavuşoğlu'nu aramış ve “noktası virgülü aynı şekilde bir açıklama ile biz de aynısının yapılması talimatı verdim” demiş. İşte bu davranış tam bir “kabile devleti” uygulamasıdır. Ciddi bir devletin her konuda uygulayacağı davranış biçimleri önceden mutlaka düşünülmüş ve protokollere bağlanmıştır. Bir yabancı ülkeye tepki Cumhurbaşkanının bir bakana talimatı ile gösterilmez. Türkiye'nin dış politikası “bir kişinin” talimatı ile yönlendirilemez. Ancak “kabile devletlerinde” bir kişi emrindeki yöneticilere emirler yağdırarak dış politikayı yönlendirir.