"Bu durumun değişmesi için muhalefetin yeniden bir umut iklimi yaratmasına ihtiyaç var”

"Bu durumun değişmesi için muhalefetin yeniden bir umut iklimi yaratmasına ihtiyaç var”

Evrensel yazarı Ceren Sözer, 24 haziran seçimlerinde CHP'nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce'nin 23 Haziran'da Maltepe mitinginde medyaya yönelik söylediği, "sizi canlı yayında yargılayacağız" sözlerini hatırlattı. "Bir hafta sonra Hürriyet’te Ayşe Arman’a nerede hata yaptıklarını anlattı" diyen Sözer, İnce'yi, "Bir tarafın gazetecilik başarısı belki ama siyasetçi için tutarsız bir manzara" diyerek eleştirdi. Sözer, "Durumun değişmesi ancak muhalefetin yeniden bir umut iklimi yaratmasıyla mümkün, toplumu buna ikna etmek için medyaya ihtiyaç var, bir sonraki seçimi bekleyeceklerse bu sefer gerçekten çok geç olacak lakin hiç bunun farkındaymış gibi görünmüyorlar" diye yazdı.

24 Haziran seçimleri'nin ardından yeni rejimin medyayla ilgili planları olduğunu ifade eden Sözer, "Seçim sonuçları farklı olsaydı belki bir iki cesur sermayedar çıkardı ancak bugün hepsi canının derdinde. Seçim yılgınlığının okura yansıması çok olası"dedi.

Sözer'in, "Habertürk'ün sonunu getiren dijital dönüşüm mü siyasi dönüşüm mü?" başlığıyla (8 Temmuz 2018) yayımlanan yazısı şöyle:

Habertürk gazetesi yayın hayatına başladığında ben de doktora tezimin son paragraflarını yazmaktaydım. Gazete ilk sayısını 1 Mart 2009’da yayımladı ancak heyecanı bir yıl öncesinden başlamıştı. Herkesin aklında aynı soru vardı: Turgay Ciner, gazetelerin zarar ettiği bir dönemde dört yeni matbaa kurarak bu derece büyük yatırımı neden yapıyordu? Piyasanın durumuna bakıldığında delilik gibi görünüyordu. Habertürk bilindiği üzere yayın hayatına Ufuk Güldemir’in kurduğu bir haber sitesi olarak başlamıştı. Dijital yayıncılığın ileride gazeteleri tehdit edeceği tartışmaları o zaman da gündemdeydi.

O dönem Gazeteport’un sahibi sonraki yıl gazete yazarları arasına katılacak olan Yavuz Semerci maliyetin okurlara yansıtılmaması durumunda Ciner’in yıllık zararının 50 milyon dolaraulaşabileceğini, pazar payı bulmakta zorlanacağını, bunun yerine halihazırda pazar payı olan bir gazetenin alınmasının daha akılcı olduğunu dahi yazmıştı. 

2009’da Doğan Grubu çok sayıda gazetesiyle piyasanın yüzde 60’ına hakimdi. Zaman’ın abonelerini saymazsak, Hürriyet en çok satan gazeteydi. Onun üzerinde bir fiyatla piyasaya çıkmak, bir başka deyişle maliyetin okura yansıtılması mümkün değildi. Matbaa ve dağıtım bir gazetenin en ağır maliyet kalemleri. Ciner Grubu İcra Kurulu Başkanı Kenan Sönmez, bağımsız olmak için matbaa yatırımı yaptıklarını “başkalarının imkanlarıyla o olanakları sunanlarla rekabet edilemez” sözleriyle açıklamıştı. Sabah yazarı Hıncal Uluç, Fatih Altaylı’nın davetiyle İstanbul’daki matbaayı gezmiş, çok etkilenmiş ancak “Bu matbaa en az 5 gazete çıkarır.. Ancak o zaman yatırımı karşılar” notunu düşmeden edememişti. Sönmez’in açıklamalarından anlaşıldığı üzere Ciner büyük oynuyor, üç yıl içinde medyada rekabeti dengeleyeceklerini vaad ediyordu.

Şimdi biraz daha geriye gidelim. Turgay Ciner’i bu derece hırslandıran neydi? 2012 Yılında Darbeleri Araştırma Komisyonu’na verdiği ifadeden alıntıyla Ciner medyaya gönüllü değil mecburen girmişti. Kendi deyimiyle “1994-2001 arası medya terörüne maruz kalmış bir işadamıydı”. Sabah-ATV grubundan alacaklarına karşılık hisse sahibi olmuş, 2002 yılında batma tehlikesine karşı elini taşın altına koymuştu. “Kurulu düzenin” adamı olmadığı için yönetmekte olduğu medya grubu elinden alınmıştı. Aynı yıl iktidara gelen AKP de kurulu düzenin sevmediklerindendi, o da medya terörüne maruz kalmıştı yani ortak bir düşmanları vardı. Ciner’in haksızlığa uğradığına ikna olmuş olacak ki TMSF elindeki Kanal 1’in lisansını alarak kendi medya grubunu kurmasının önünü açtı. Daha sonra İbrahim Tatlıses’ten ulusal yayın lisansı olan Tempo TV’yi alacak Habertürk’ü ulusal bir haber kanalına dönüştürecekti. Madencilikle büyüyen Turgay Ciner’in adı devlet ihalelerinde geçmedi ancak yine kendi deyimiyle devletin ekonomideki ağırlığı o kadar büyüktü ki ister istemez eli kolu çarpıyordu. Her ne kadar kendini asosyal olarak tanımlayor, ortalarda görünmüyor olsa  da Ferit Şahenk gibi yalnızca televizyon yayıncılığı ile sınırlı kalmayacak kadar hırslıydı ya da çevresindekiler kendisini cesaretlendirdi, bilemiyoruz. 

Ciner’in gazete yayıncılığıyla büyüyeceğinin ortaya çıktığı 2008 yılında iktidarla Doğan Grubu arasında ipler kopmuştu. Hürriyet, 27 Şubat’ta “411 El Kaosa Kalktı” manşetini atmış, Deniz Feneri yolsuzluğunun peşine düşmüştü. Yiğit Bulut Hürriyet’ten Habertürk’e transferine bu manşeti sebep göstermişti. Aydın Doğan’ın gücünü kısıtlayacak her türlü girişim makbuldü. Habertürk gazetesi böyle bir iklimde yayınlanmaya başladı. Kağıt boyutları ve kalitesiyle öne çıktı, dahası her gün beş gazete veriyordu. Klişe deyimle piyasaya yeni bir soluk getirmişti. Kısa sürede iyi bir tiraja ulaştı. Ancak o dönem teğet geçtiği iddia edilen kriz, dövizi yükseltmiş gazetelerin maliyetini arttırmıştı. Tirajı artırmak tek başına yeterli değildi, reklam payında kayda değer bir başarı elde edilemedi, reklamverenlerin alışkanlıkları kolay değişmiyordu. Onu değiştirmek için de iş başa düşecek, Erdoğan o konuya da el atacaktı. Ciner Medya Grubu “Alo Fatih” vakasıyla da ayyuka çıktığı üzere iktidarla tam uyumlu bir yayın politikası izlemeye başladı. Gücünü sloganın iddia ettiği gibi özgürlüğünden değil iktidardan almayı tercih etti. Ancak arada kalmıştı, ne tam yandaş olabiliyor, ne Doğan gibi arada sırada da olsa “kaçaklara” göz yumma, sonradan özür dileyeceği çıkışlar yapma cesareti gösteriyordu. Etkili yazarlarının bir kısmını atmadı ama uzaklaştırdı. Hürriyet bir “kale” gibi durduğu sürece Habertürk’e her an ihtiyaç olabilirdi.

Yeni rejimin medyayla ilgili yeni planları var

Daha önce bu sayfalarda Doğan Grubu’nun satışının bir kırılma olduğunu belirtmiş hatta 1980’lerdeki medya sahipliğinin dönüşümüne benzer bir sürece girdiğimizi iddia etmiştim. Hürriyet düştükten sonra Habertürk’e ihtiyaç kalmadığı açık. Ciner’in piyasadaki rekabeti dengeleme hayali çoktan suya düşmüştülakin artık piyasa da kalmadı. Bu durumda bunca zarara katlanmanın bir getirisi yok. Ancak bu kararı tek başına almamış olabileceğine dair şüpheleri de akıldan çıkarmamak lazım. Erdoğan topyekün bir değişim öngörüyorsa televizyon kanallarının da elden çıkması olası. Show TV’nin satışı sürecinde ne derece batık olduğunu öğrendik dolayısıyla Ciner’in buna üzülüp üzülmeyeceği kendisini ne kadar garantiye aldığına bağlı. 

Bu durumun bizler açısından sonucu ne diye sorarsanız, Kültür TV’nin (KRT) kapanmasını da ekleyerek diyebiliriz ki hem ekonomik kriz hem siyasi baskılar nedeniyle çok daha boğucu ve aynı zamanda sığ bir medya iklimi bizi bekliyor. İktidar medyasının ikna gücü belki sınırlı ama muhalafetin görünürlüğünü azaltmanın etkisi ortada. Onlara daha çok ihtiyaç olacak ancak bundan sonraki aşamada kendi aralarında başkana sadakat üzerine rekabet artacak, işleri her zamankinden zor.

Yeni rejimin medyayla ilgili yeni planları olduğu açık. Seçim sonuçları farklı olsaydı belki bir iki cesur sermayedar çıkardı ancak bugün hepsi canının derdinde. Seçim yılgınlığının okura yansıması çok olası. Muhalefetin en güçlü adayı Muharrem İnce 23 Haziran’da Maltepe’de medyaya “sizi canlı yayında yargılayacağız” diye bağırıyordu, bir hafta sonra Hürriyet’te Ayşe Arman’a nerede hata yaptıklarını anlattı. Bir tarafın gazetecilik başarısı belki ama siyasetçi için tutarsız bir manzara. Durumun değişmesi ancak muhalefetin yeniden bir umut iklimi yaratmasıyla mümkün, toplumu buna ikna etmek için medyaya ihtiyaç var, bir sonraki seçimi bekleyeceklerse bu sefer gerçekten çok geç olacak lakin hiç bunun farkındaymış gibi görünmüyorlar.