Cumhuriyet yazarı Şükran Soner, 24 Haziran baskın seçimlerine giderken "Saray rejimi uğruna seçmene yönelik her şeyin mubah sayıldığı, cepheleştirme, baskı, tehditlerde sınır tanınmadığını" söyledi. Soner, "Halen yürürlükte olan anayasal düzen, hukuk devleti ilkelerinin akıl almaz haksızlık, hukuksuzluklarla, kamu kaynaklarına el konulmuş olarak, her yeni gün sayısız yeni örnek ve boyutlarıyla gasp edilmesinde bu izansız, vicdansız gidiş... Suçüstü paniği değil de neyin nesi?" diye sordu.
Soner'in "Dip dalgası, sandıktan tek adam rejimine karşı, demokrasi savaşımı için..." başlığıyla (19 Haziran 2018) yayımlanan yazısı şöyle:
Yüzde doksan beş üstü ele geçirilmiş medya gücü güdülemesinde bayramın son gününe oturtulmuş İstanbul mitinginden beklentiler, sürpriz çıkış atakları çok yüksek tutulmuştu.. Sizi bilemem ama bizim gazetecilik sorumluluğumuzda satır aralarında kaçırmamak var.. O kadar reklamı yapıldıktan sonra taşınacak kalabalıklar, İstanbul odaklı, dudak uçuklatan harcamalı yeni dev projeler vaatleri üzerinden, haksız-hukuksuz bizim kesemizden, hazineden harcamalarda son büyük fırsatların kaçırılmayacağından hiç kuşkumuz yoktu. İşler sarpa sardıkça yandaş seçmenlerin oylarının kaymaması uğruna, tehdit, cepheleştirme üzerinden siyasetin uç noktalarında yeni çıkışlar da kaçınılmazdı... Şaşkınlığım bu artık dozu sonuç almaktan çok, tepki, “yetti gayrı” duygusunu, korkudan açık söylenemeyecekse de, sandıkta başkaldırmayı besleyecek açıkların verilmesi, çok kaba, yalanlar üzerinden tehditlerin, çelişkilerin yoğunlaşmasından.. En kaba saba, çıplak örneklemeyle, seçim kazanılmasında artık engel oluşturulduğuna inanılmış belediye başkanlarından, Ankara Belediyesi’nden zorla koparılan Gökçek’in önceki gece kendi televizyon kanalı üzerinden saatler süren yayınlarında sürdürdüğü kara propaganda kanıtlarının, en çarpıcılarının İstanbul mitinginde canlı yayın kampanyası kapsamında Erdoğan tarafından seçilmiş olmalarıydı.
***
Meclis için Kürt oylarının çantada keklik gasp edilmesinde anahtar barajın aşılamaması olduğuna göre, ne zamandır cezaevindeki Demirtaş, HDP için, PKK terör örgütü bağlantısı ana kara propaganda aracıydı. Elbette gerçekliğin anlaşılmasına yönelik küçücük bir satır arasının atlanması koşuluyla. Gerçekliği araştırmada tembel ya da öznel çıkarlarına uygun görmeyen seçmenlerin, her zamanki gibi biat kültürü, sadaka düzeni bağımlılığı içinde, söz konusu kara propagandayla öncelikle kendi kendilerini aldatmayı sürdürmeleri koşuluyla.. Ya pembe yalanlarla, masallarla düş kuramayacak kadar, gerçek yaşamlarındaki kayıpları katlanılmaz boyutlara varmışsa? Dünün yandaş medya canlı yayınlarında bile, dayanılmaz yoksullaşma, yoksunlaşma, işsizlik, çaresizlik üzerinden yakınmaları susamayacakları boyutlara varmışsa?.. Uyanıverecekleri, kimi gerçekleri yok sayamayacakları çaresizlikleri ağır basmışsa? Barış sürecinin mimarı Erdoğan İktidarları döneminde, Apo ile pazarlıkların öncülük görevinde aynı MİT kadrolarının görev aldıkları, varılan uzlaşmalarda arabulucuk görevlerinin Demirtaş ve partisine verildiği süreçlere ait ses kayıtları ile kara propagandaların yapılmakta olduğu anımsanırsa? Söz konusu dönemin iktidarları projesi kapsamında, bu ülkenin mahkemelerinin haksız, hukuksuz sınır boyuna taşındığı, itirafçı PKK militanlarına, giysileri, silahları ellerinde Kürtçe ifade vererek pişmanlık hakkı tanındığı gerçeği de anımsanırsa.. Demirtaş’ın söz konusu dönemler içindeki Kandil ziyaretinde, Apo yerine etkin karar verici Kandil’deki kadrolardan Türkiye’ye dönük terör eylemlerinden vazgeçilmesi istemini yansıttığı açıklaması gerçekse?..
***
Doğru, Demirtaş liderliğinde HDP’nin geçmişte kalan seçim başarısı çok yüksekti. Meclis’ten gerçekten demokratik koalisyonlar üretebilmede olasılıklar çoktu. Ne yazık ki seçim mazbataları çıkmadan Kürtlerin kimlik, demokratik haklarına ilişkin Meclis’te mücadele yapma kapılarının kapanmasında, Kandil çıkışlarıyla yol kapatma iradesini ortaya koymuş, arkasından genç gruplara mal edilen PKK silahlı terör eylemleri, provokasyonları yaşanırken, Meclis’te siyasetin önünün kapatılmasına karşı sınır çekilememişti.. Ancak siyaseten asıl güçlü olanın AKP iktidarının sorumlulukları, zaafları daha bağışlanamaz dozlarda değil miydi? Hele de Erdoğan liderliğinin seçim sonuçlarını beğenmeyip, ülkeyi hızla yeni seçimlere zorlaması gerçeği çok çıplak ortada iken?.. Çok daha düşündürücü gerçeklik ise, her koşulda tek adam rejimi, Saray düzenine geçiş için seçmene yönelik her şeyin mubah sayıldığı, cepheleştirme, baskı, tehditlerde sınır tanımazlık... Seçimle yürürlüğe sokulmak istenen dünyadaki sivil otoriterleşmeler rejimlerinin hepsine birden taş çıkartacak, bir benzeri, örneği olmayan başkanlık rejimi adı altında, başkanlık rejimlerinin kabul edilebilir, daha doğrusu demokrasilerde olmayan, diktatörlükler modellerinde uygulanabilir tonlarının en uç örnekleriyle donatılmış Saray rejiminin kazanılması uğruna.. Halen yürürlükte olan anayasal düzen, hukuk devleti ilkelerinin akıl almaz haksızlık, hukuksuzluklarla, kamu kaynaklarına el konulmuş olarak, her yeni gün sayısız yeni örnek ve boyutlarıyla gasp edilmesinde bu izansız, vicdansız gidiş... Suçüstü paniği değil de neyin nesi?