Barış İçin Akademisyenler’in hazırladığı “Bu Suça Ortak Olamayacağız” bildirisinde imzası olan akademisyenlerden doçentlik başvurusu yapanların, işlemleri durduruldu. Yrd. Doç. Dr. Zafer Fehmi Yörük, “Türkiye’de bilimsel iklimin giderek daha da kuraklaşması bu topluma yarar değil ölümcül hasar getirecek” dedi.
Gazete Duvar'ın haberine göre, doçentlik başvurusu yapan İzmir Ekonomi Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Yörük, Üniversiteler Arası Kurul’un yazısının bugün kendisine ulaştığını aktardı. Yörük, yazı gelmeden önce YÖKSİS’deki doçentlik başvurusu ile ilgili yaptığı tüm kayıtların silinmiş olduğunu kaydetti.
Barış İçin Akademisyenler arasında doçentlik başvurusu olanların hepsinin başvuru işlemlerinin durdurulduğu söyleyen Zafer Fehmi Yörük, “Bu uygulamaya maruz kalan kaç akademisyen olduğunu bilmiyorum ama sayının yüzü aştığını düşünüyorum” dedi.
Seyahat engellemeleri ve pasaport iptallerinin yaygın olduğunu belirten Yörük, “KHK ile ihraç edilen akademisyenlerin kara listeye alınarak işsizliğe mahkûm edilmeleri zaten bilinen bir konu” diye konuştu.
Doçentlik başvurularının durdurulması kararının, akademik unvanlar ve memuriyetin karıştırıldığının göstergesi olduğunu dile getiren Yörük, şunları söyledi:
"Üniversiteler Arası Kurul’un doçentlik başvurularımıza ilişkin işlemleri durdurması, Türkiye’de akademik unvan ile memuriyetin nasıl birbirine karıştırıldığını ve uluslararası akademik çevrelerin Türkiye’den alınmış akademik unvanları ciddiye almama nedenlerini göstermesi açısından önemli. Çünkü bu tür unvanların, böyle idari tasarruflarla devlet tarafından bahşedilmeleri ya da geri alınmaları, onları zaten akademik unvan olmaktan çıkarıp memuriyet kademeleri haline getirmiş olmaktadır. Bilim insanlarının liyakatine bilimsel kurullar karar verir, devlet daireleri ve devlet memurları değil.
Bu tür tasarruflar, uluslararası ölçekte Türkiye üniversitelerinin itibarını zedelemekten başka bir işe yaramıyor. Örneğin geçtiğimiz Mayıs ayında Ege Üniversitesi’nde gerçekleşen Kültürel Çalışmalar Sempozyumu, uluslararası katılımcılar tarafından Türkiyeli meslektaşları üzerinde süren baskıların durdurulması talebiyle boykot edildi. Bu tür boykotların süreceği, özellikle Avrupa üniversiteleriyle karşılıklı anlaşmaların zedeleneceği yolunda önemli göstergeler mevcut. İngiltere merkezli UCU (University and College Union), yakın zamanda Türkiye üniversitelerinin çoğunluğu ile İngiltere üniversiteleri arasındaki kurumsal ilişkilerin dondurulması çağrısı yaptı. Avrupa genelinde bu tür bir ambargonun yaygınlaşma ihtimali yüksek.
Bu uluslararası girişimler, akademisyenler üzerindeki baskılar son bulmadıkça belli ki yoğunlaşarak sürecek. Türkiye üniversiteleri de giderek daha millileşecek. Bu, siyasal iktidarın tatlı rüyası olabilir ama Türkiye toplumu için çok tehlikeli bir içe kapanma sürecinin başlaması anlamına gelecektir. Çünkü bilim, coğrafi ya da ulusal sınır tanımaz. Bilimin millisi olmaz.
Türkiyeli akademisyenlerin, kendi dev aynalarında kendilerini profesör ya da doçent ve hatta ordinaryüs profesör falan gibi görmekte oldukları doğrudur. Yaptıklarının bilim olduğu kanısında oldukları da doğrudur. Kendi dar çevreleri tarafından pohpohlanıp tezahürat görürken cepleri de üç beş kuruş para görmektedir. Ama dışarıdan bakıldığında kuma gömülü kafaları yerine vücutlarının tam ters tarafı açıkta kalan deve kuşlarına benzer bir takım tuhaf mahlûkatı daha çok andırdıkları da doğrudur.
'Devlet işleri ile akademi işlerini ayırmak gerekiyor'
İşte küreselleşmesi kaçınılmaz bir meslek dalında yaşamlarını bu halde sürdürmekte giderek daha çok zorlandıklarının farkına varıyorlar ya da bu durum artık bir nebze zorlarına gidiyorsa, devlet işleri ile akademi işlerini birbirinden ayırmanın gereği üzerine ciddi olarak kafa yormaları gerekir.
Haydi onların yaşamından geçtik, kendilerinden sonraki akademisyen kuşakların kendileri gibi olmalarına gönülleri razı değilse, Türkiye’de bilimsel iklimin giderek daha da kuraklaşmasının bu topluma yarar değil ölümcül hasar getireceği konusunda hemfikir isek, o zaman Türkiye’nin bütün akademik çevrelerinin üniversiteler üzerinde siyasal baskılara alet olmak yerine bu baskılara karşı bizim (Barış İçin Akademisyenler’in ve Nuriye Gülmen-Semih Özakça gibi direnenlerin) göstermeye çalıştığımız sivil/demokratik tepkiye omuz vermeleri gerekir."