"Bu ülke, iki açlık grevi eylemcisini iktidarın inadına kurban verirse, bilin ki bir daha zor gelir kendine"

"Bu ülke, iki açlık grevi eylemcisini iktidarın inadına kurban verirse, bilin ki bir daha zor gelir kendine"

Cumhuriyet yazarı Mine Söğüt, kanun hükmünde kararnameler (KHK) ile ihraç edilen, "İşimizi geri istiyoruz" diyerek başlattıkları açlık grevinin 76'ncı gününde tutuklanan akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça ile ilgili olarak "Bu ülke 'Eylem ölüm orucuna dönebilir, Gezi, TEKEL benzeri eylemlere sebep olabilir' bahanesiyle gözaltına alınıp tutuklanan iki açlık grevi eylemcisini iktidarın inadına kurban verirse, bilin ki bu kara lekeyle bir daha zor gelir kendine" dedi.

Mine Söğüt'ün "Onlara bir şey olursa..." başlığıyla yayımlanan (24 Mayıs 2017) yazısı şöyle:

Açlık grevini benim gibi, asla onaylamayabilirsiniz.

Bu direniş modelini vicdanen, ahlaken ve siyaseten son derece yanlış bulabilirsiniz.

Sonuç alınamayacak bir eylem türü olarak görebilirsiniz.

İnsan canını her şeyden üstün tutabilirsiniz.

Yöntemin etiğini sonuna kadar tartışabilirsiniz.

Ama gerçekçi olduğunuzda bilirsiniz ki, haklı bile olsanız bunun önüne geçemezsiniz.

Daha önce de bu ülkede insanlar açlık grevleri, ölüm oruçları yaptılar.

Bundan sonra da yapacaklar.

Bazen haklarını kazanacaklar; bazen hayatlarını kaybedecekler.

Nesiller boyu iktidarın karşısına kendi bedenlerini koyarak dikilecekler.

Devletin vahşileştiği her yerde kaçınılmaz olarak direniş şekilleri de vahşileşir.

Bu vahşetin ortasında kalanlar için yapılacak tek şey...

Yaşamı sonuna kadar savunmaktır.

Bu ülkenin insanları;

İşlerini geri isteyen ve açlık grevi yaparak herkesin gözü önünde eriyen iki insanın başına gelenleri uzaktan izleyerek...

Bakıma en çok muhtaç oldukları bir aşamada hapse atılmalarına ve orada daha çok hırpalanmalarına ses çıkarmayarak... Yaşayamaz.

Yaşasa da ayakta kalamaz.

Ruhen ve ahlaken çöker.

Geçmişine gururla, geleceğine umutla bakamaz olur.

Bu halk onları iktidarın gaddarlığından kurtaramazsa, bir daha hiçbir şeyi kurtaramaz.

Ne kendini, ne çocuklarını, ne de hayallerini ve umutlarını.

Bu vahşet, o iki insanı kaptıktan sonra, hepimizi kapar.

Eğer onlara bir şey olursa...

Bilelim ki asla dağılmayacak tepemizdeki bu kara bulutlar.

Biz;

En lanetli hukuklarla darağacına gönderilmiş onca güzel gencin;

Ve gözden düşerek idam edilmiş bahtsız siyasilerin kara mirasıyla yüklüyüz.

Bu yük yüzünden kaybettiğimiz dengeyi bir türlü kuramamakla lanetliyiz.

Sırtımızda iktidarlara kurban verilmiş yeni cesetlerle asla daha iyi bir dünya hayal edemeyiz.

Şimdi cesareti ve gücü olanlar, çıkarsın kafalarını deliklerinden, itiraz etsin olan bitene kendi dilince, yöntemince.

Sessizlik onaylamaktır, sessizlik suçtan pay almaktır.

Gezi olaylarını, TEKEL direnişini devlete yönelik bir darbe girişimi gibi göstermeye çalışıp gerçek darbeyi bir savunma kılıfına sokarak tarihe geçirmek için her türlü cambazlığı yapanlar;

Ortada kendi niyetlerini ve yöntemlerini deşifre edecek tek bir akıl bile kalmayana kadar demokratik tüm haklara sınır tanımadan saldırmaktalar.

Seçim olmayan seçimlerle, hukuk olmayan hukuklarla, demokrat olmayan bir demokrasiyle bunca zamandır oyalandık.

Bu oyalanmanın bedelini artık ağır ödüyoruz.

“Bu ülke huzur ve refaha kavuşuncaya kadar OHAL neden kalksın?” diyebilecek kadar fütursuz olan bir siyasetçinin elinde cehenneme dönen bu ülke;

“Eylem ölüm orucuna dönebilir, Gezi, TEKEL benzeri eylemlere sebep olabilir” bahanesiyle gözaltına alınıp tutuklanan iki açlık grevi eylemcisini iktidarın inadına kurban verirse...

Bilin ki bu kara lekeyle... bir daha zor gelir kendine.