"Bu ülkenin en büyük talihsizliği 'ılımlı İslam'a kurban verilmesi değil, ılımlı muhalefete kurban gitmesidir"

"Bu ülkenin en büyük talihsizliği 'ılımlı İslam'a kurban verilmesi değil, ılımlı muhalefete kurban gitmesidir"

Cumhuriyet yazarı ve edebiyatçı Mine Söğüt, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında yaşananlara ve 7 Ağustos’ta HDP dışındaki muhalefet partilerinin de katıldığı Yenikapı mitingine ilişkin, “Bu ülkenin en büyük talihsizliği 'ılımlı İslam'a kurban verilmesi değil, ılımlı muhalefete kurban gitmesidir" dedi. 

Söğüt’ün Cumhuriyet’te “Ilımlı muhalefet!” başlığıyla bugün  (10.08.2016) yayımlanan yazısı şöyle:

Aldatanlar ve aldatılanlar...

Özür dileyenler, pişman olanlar,

Allah’a sığınanlar...

Apoletleriyle cüppelerini tokuşturanlar...

Dünyaya kafa tutan ve idam diye diye nutuklar atan bir “kahraman başkumandan”...

İdam cezasının geri gelmesini isteyen, çok isteyen, illa isteyen sevinçli kalabalıklar...

Her kesimden insanın bir araya gelip bayrak sallamasını; tekbir sesleriyle Onuncu Yıl Marşı’nın birbirlerini bastıra bastıra yan yana çalınmasını; bu ülkenin şaibelerle dolu bir darbeden kurtuluşu ve yeniden kuruluşu sananlar...

Neyin yıkılıp neyin kurulduğunu hiç umursamayanlar...

Beyhude bir umutla güzel günler görmeyi hayal eden ve aslen kafası bir dünya olanlar...

Gezi için sokağa çıkanların kim olduğunu; ne istediklerini; nasıl bir beraberlikten bahsettiklerini; polise çiçek uzatırken, polise kitap okurken neler hissettiklerini; üzerlerine sıkılan onca gaza, tepelerine inen onca copa rağmen “Şiddet yok, şiddet yok” diye bağırarak nasıl birbirlerine tutunduklarını; ortalık yatışır yatışmaz “Zıpla! Zıpla! Zıplamayan Tayyip’tir” diye neşe içinde neden hopladıklarını; o bir avuç genç insanın nasıl güzel bir ülke hayali kurduklarını hızla unutanlar...

Bedava toplu taşıma araçlarına binerek hedef gösterilen meydanlara akın akın giden; orada dağıtılan bedava sucuk ekmekleri afiyetle yiyerek tekbir getiren; kendini Cumhurbaşkanı’na yakın yüzde ellinin içinde görmekle yetinen ve tüm dertleri o an silinen halka vaat edilenleri ve o vaatlerle birlikte beliren tehlikeli hayalleri umursamayanlar...

Bir organizatörün havalı organizasyonuyla teknelere binip miting alanına denizden ilişen; orada olmakla olmamak arasında kalsalar da nihayetinde o teknede beliren; şu anda tiyatro oyunu OHAL gerekçesiyle iptal edilen usta bir sanatçının kişisel serüveniyle kendi kişisel serüvenleri arasında bir bağ olmadığına kendilerini inandırmak için olağanüstü çaba sarf edenler...

Hepsi...

Ama hepsi mevcudiyeti hızla çürüyen bu ülkenin leşine konmaya çalışan ve kirli bir ganimetten pay alma yarışına kafa göz yara yara dalan akbabalar gibi uçuşuyorlar havada.

Konacakları zemin yok; uçup gidecekleri ufuk da.

Ülke çürüdükçe çürüyor ve çok kötü kokuyor bu sıcakta.

Mitinge önce gitmeme kararı alan, sonra baskılara dayanamayıp o kürsüye çıkan...

Orada dimdik duran, manidar laflar etmekten gocunmayan ama neticede “bildiğini” anca elinden geldiğince okuyan bir muhalefetin hâlâ idrak edemediği dehşetengiz gerçek, o kötü kokuyu bastırmıyor, tersine iyice artırıyor.

Muhalefetin kullanması gereken sivri dili, hem suçlu hem güçlü olan iktidar küstahça kullanırken, miting davetine kibarca icabet eden muhalefet ılımdan yıkılıyor.

Bu ülkenin kaderindeki en büyük bahtsızlık demokrasinin ve laikliğin ılımlı İslam gibi maskeli bir safsataya kurban edilmesi değildir; cumhuriyetin tüm kazanımlarının köprüden önceki şu son çıkışta bile hâlâ ılımlı muhalefete kurban gitmesidir.

Olağanüstü durumlarda ılımlı görünmek hayatta kalmanızı sağlayabilir ama düzeni değiştirmenize asla olanak tanımaz.

Haksızlığa uğrayanlar; özgürlüğü kısıtlananlar; demokrasileri ellerinden alınanlar; dini çatır çatır siyasete alet edenlere geçmişlerini ve geleceklerini kaptıranlar;

öfkelerini tutar ve ılımlı davranırlarsa o davranışın ısısında çözülür, darmadağınık olurlar.