Birgün gazetesi yazarı Atilla Özsever, 10 bine yakın medya çalışanının işsiz, 147 tanesinin tutuklu bulunduğu 10 Ocak günü Türkiye'de kutlanan 'Çalışan Gazeteciler Günü'yle ilgili olarak "2001 krizinde binlerce gazetecinin işten çıkarılmasıyla ‘Çalışan Gazeteciler Günü’, ‘İşsiz Gazeteciler Günü’ oldu. Günümüzde ise, dünyada en çok tutuklu gazetecinin bulunduğu Türkiye’de 10 Ocak’ı ‘Tutuklu Gazeteciler Günü’ olarak anmak herhalde yanlış olmaz" dedi. Özsever, 'Çalışan Gazeteciler Günü'nün kısa hikayesini yazdı.
Özsever'in Birgün gazetesinin bugünkü (10 Ocak 2016) nüshasında yayımlanan 'Bugün 10 Ocak Tutuklu Gazeteciler Günü' başlıklı yazısı şöyle:
10 Ocak 1961 günü, Türkiye basın tarihinde önemli bir gündür. Demokrat Parti (DP) iktidarını askeri bir darbeyle deviren Milli Birlik Komitesi (MBK), gazetecilere önemli haklar sağladı. Bunun üzerine 9 gazete patronu, 212 sayılı bu yasaya karşı çıkarak 3 günlük boykot (gazete çıkarmama) kararı aldı.
İstanbul Gazeteciler Sendikası da, toplumu habersiz bırakmamak için “Basın” isimli bir gazete çıkardı. Gazeteciler, sendikanın öncülüğünde 10 Ocak 1961 tarihinde vilayete kadar yürüdü ve etkin bir eylem gerçekleştirdi. “Basın” gazetesi de günlük 100 binlik tirajı geçince patronlar yasayı kabul etmek zorunda kaldılar.
Çalışandan işsiz gazeteciye 10 Ocak’ın kısa hikâyesi böyle. O tarihten itibaren 10 Ocak günü “Çalışan Gazeteciler Günü” olarak kutlanmaya başlandı. 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980’lerde sendika ve gazeteciler baskılara maruz kaldı. Daha sonra 2001 krizi sonucu 5 bine yakın gazeteci işten çıkarıldı. 212 sayılı yasa uygulanamaz duruma geldi. O tarihten itibaren de “Çalışan Gazeteciler Günü”, bu kez “İşsiz Gazeteciler Günü” olarak anılmaya başladı.
Günümüzde, yani AKP iktidarında ise, işsizlik had safhaya ulaşmakla birlikte basın özgürlüğünün ağır bir yara aldığı, nerdeyse tek sesli bir medyanın oluştuğu, tutuklu gazeteci sayısında Türkiye’nin dünya birincisi olduğu bir aşamaya gelindi. Halen 150’ye yakın gazeteci cezaevinde bulunuyor. O nedenle 10 Ocak gününü, “Tutuklu Gazeteciler Günü” olarak anmak, son derece doğal hale geliyor.
Tekrar hikâyenin başına dönecek olursak; yani DP döneminden AKP dönemine kadar geçen süreçteki basın özgürlüğü mücadelesine göz atarsak, özetle şöyle bir manzara görürüz:
DP döneminde gazetecilere sendika kurma hakkı tanındı. 1952’de başta İstanbul olmak üzere çeşitli illerde basın sendikaları kuruldu. 1955’lere kadar DP iktidarı ile gazeteciler arasında bir “balayı” dönemi vardı.
1950’lerin ikinci yarısından itibaren ekonominin kötüye gidişi, hayat pahalılığı, karaborsa, yolsuzlukların artışı ve basının bu olayları eleştirmesi üzerine Menderes Hükümeti ile gazeteciler arasında gerginlikler başladı.
İstanbul Gazeteciler Sendikası, 1957 yılında polisin gazetecilere müdahalesini kınayan bir bildiri yayınlayınca siyaset yaptığı gerekçesiyle 9 ay süreyle kapatıldı.
Gazeteciler hapse girmeye başladı. CHP’nin yayın organı Ulus gazetesinin kapatılmasının yanı sıra 1954-1960 döneminde 1.161 gazeteci hakkında kovuşturma açıldı. Bu gazetecilerden 238’i mahkum oldu. Mehmet Barlas’ın babası Cemil Sait Barlas 10 ay, Oktay Verel 12 ay, 75 yaşındaki Hüseyin Cahit Yalçın ise 4 ay hapis yattı. İnönü’nün damadı Metin Toker ile Cüneyt Arcayürek de hapse girdi. Basın özgürlüğünü kısıtlayan yasalar çıkarıldı.
Nisan 1960’ta Meclis’te Tahkikat Komisyonu kuruldu. Anayasa’ya aykırı olarak kurulan bu komisyon, 15 DP’li milletvekilinden oluşup yargı yetkisine sahipti. Bu komisyon, ihmal ve suistimali görülenlere 3 yıla kadar hapis cezası vermekle yetkiliydi.
Tahkikat Komisyonu, ayrıca “uygun görmediği” gazeteleri kapatma yetkisine de sahipti. Cumhuriyet gazetesi, karikatüristi Ali Ulvi’nin “uçtu, uçtu” karikatürü nedeniyle 3 gün süreyle kapatıldı. Karikatürde, Neron, Hitler, Mussolini gibi diktatörler gökyüzüne yükseliyordu. (Şimdi, yani AKP döneminde ise, karikatürist Musa Kart’la birlikte 11 Cumhuriyet gazetesi yazarı ve yöneticisi hapiste bulunuyor).
27 Mayıs 1960 darbesi sonrası 212 sayılı yasayla gazetecilere, kıdem tazminatından yıllık ücretli izine, fazla mesaiden askerlik ve hamilelikteki yeni haklara kadar çalışma koşullarını iyileştiren bir dizi hak sağlandı.
1961 Anayasası ile birlikte toplusözleşmeli, grevli sendikal haklara kavuşan gazeteciler, 1980’lere kadar basın hayatında nispi bir özgürlük süreci yaşadılar. 12 Mart ve 12 Eylül askeri cunta dönemlerinden sonra özellikle 1990’larden itibaren medyada bir tekelleşme süreci başladı.
Sendikasızlaştırmayla birlikte basın çalışanlarının hakları sınırlandı, işten çıkarmalar arttı, çalışma koşulları daha ağırlaştı. Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS), 1994 yılına kadar 18 gazetede toplusözleşme yapıyordu, daha sonra bu haklar giderek tasfiye oldu. 2000’li yılların başında 3 büyük medya grubu, sektörün yüzde 84’üne hâkimdi.
2002 yılında iktidara gelen AKP ise, yeni bir medya düzeni inşa ederken üç aşamalı bir süreç işletti. AKP, bir yandan kendi medyasını oluştururken öbür yandan merkez medyayı güçsüzleştirdi, vergi cezası ve çeşitli yaptırımlarla kendisine tabi kıldı, muhalif medyayı da iyice tasfiye etti. Bu arada yargı yoluyla medya mensuplarının özgürce haber ve yorum yapması kısıtlandı, davalar açıldı, birçok muhalif gazeteci hapse atıldı.
Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ile gazetenin Ankara Temsilcisi Erdem Gül, MİT tırlarıyla ilgili haberler nedeniyle geçen yıl 3 ay süreyle cezaevinde kaldıktan sonra bu kez aynı gazetenin 10 yazar ve yöneticisi ve son olarak da muhabiri Ahmet Şık, Silivri Cezaevi’ne kondu.
15 Temmuz 2016 tarihindeki başarısız darbe girişiminin ardından da Olağanüstü Hal (OHAL) ilan edildi. OHAL döneminde çok sayıda basın kuruluşunun kapatıldığı, gazetecilerin gözaltına alınıp tutuklandığı, halen cezaevlerinde 147 gazetecinin bulunduğu ve 3 bine yakın gazetecinin de işsiz kaldığı ifade ediliyor.
Basın tarihi açısından 10 Ocak’ta kara bir tablo. Tüm bu zorlukla rağmen basın özgürlüğünün ve gazetecilerin sosyal haklarının sadece onların sorunu olmayıp aslında toplumun da, halkın da bir sorunu olduğunu düşündüğümüz zaman daha farklı bir tablo ortaya çıkabilir.
Nitekim Aralık 2016’da Polonya’da hükümetin parlamentoda basına yönelik kısıtlama girişimi toplumun tepkisine yol açtı. Polonya parlamentosu önünde toplanan halk, protesto eylemi düzenledi ve yasa tasarısının geri çekilmesi için çaba gösterdi.
Demokrasi ile basın özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı arasında çok yakın bir ilişki vardır. Basın özgürlüğünün bulunmadığı yerde demokrasiden söz edilemez. Bu bağlamda Prof. Dr. Raşit Kaya’nın da dediği gibi “Gazetecilik mesleğine sahip çıkmak, toplumun geleceğine sahip çıkmak demektir.”
Toplumun ve örgütlü kesimin basın özgürlüğü ve gazetecinin haklarına sahip çıkmasının yanı sıra medya çalışanları da daha fazla örgütlenerek dayanışma ve mücadele güçlerini birleştirmelidirler…
Cumhuriyet gazetesinin 10 yazarı ve yöneticisi 72 gündür Silivri Cezaevi’nde bulunuyor. Yine Cumhuriyet muhabiri olan Ahmet Şık da, 11 gündür orada. BirGün gazetesinin çalışanı Mahir Kanaat da, 17 gündür tutuklu.
Cumhuriyet’ten birçok arkadaşı tanıyorum. Zaman zaman bu sütunlarda söz ettim. Şimdi ise, Güray Öz’den bahsetmek istiyorum. Güray, bizim kuşağın, yani 68 kuşağının bir devrimcisi. Kendisini 1990’lı yılların başında Almanya’da gazetecilik yaparken şahsen tanıdım. Daha sonra Cumhuriyet’e geldiğinde daha yakın bir ilişkimiz oldu. Siyasal değerlendirmelerini çok beğenirim.
Güray Öz, cezaevine girmeden önce 31 Ekim 2016 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki son yazısında gazeteci büyüğümüz Nail Güreli’nin ölümüyle ilgili olarak Nazım Alpman’ın ve benim yazdığım yazılara atıfta bulunuyordu...
1990’lı yıllarda Milliyet’te çalışırken “Emek ve İnsan” isimli sayfayı hazırlıyordum. Bu sayfada emekle ilgili haber ve yorumlar olmakla birlikte bir de şiir yer alıyordu. 22 Aralık 1997 tarihli Milliyet’te Güray Öz’ün de bir şiirine yer vermiştim.
Gazetemizin yazarlarından adaşım Attila Aşut da, Güray Öz’ün “gizli bir ozan” olduğunu belirterek 14 Kasım 2016 tarihli yazısında arkadaşımızın “Yorgun Atlar” isimli şiirini koymuştu. Şimdi ben de, Milliyet’te yer alan ve 68’li arkadaşlarına ithaf ettiği “Tören, şu kızıl cümbüş” isimli şiirini yeniden yayımlayarak ona ve hapisteki diğer arkadaşlara selamlarımı gönderiyorum…
Töreni anlatacağım size bıkmadan Yani kızıl cümbüşü Sonunda çöl denize kavuşacak Aşk kazanacak sonunda Bir kere daha aşk kazanacak Güneşin kavurduğu gövdemi Sulara bırakacağım ben Ve anlatacağım size töreni Yani şu kızıl cümbüşü Anlayacaksınız, bütün balıkçılar anlayacak Ve benim eski sevgilim de Töreni anlatıyorum, bu yüzden hep ben Unutunca yok olduğunu sandığımız töreni Nefreti, kederi, onulmaz aşkı Coşkunun bayram yerini Töreni Yani kızıl cümbüşü