Akşam gazetesi yazarı Etyen Mahçupyan, “Bugün örgütün ortak aklı buharlaşma tehlikesiyle karşı karşıya. Oysa Türkiye’yi manen yaralama arzusu Kobani’nin düşmesini engellemek bir yana, garanti edebilir… PKK’nın bölgedeki desteğinin de bu olaylarla artmayıp, aksine düşmesi doğaldır” dedi.
Etyen Mahçupyan’ın Akşma’da “Kör gözüm parmağına” başlığıyla yayımlanan (9 Ekim 2014) yazısı şöyle:
Çocukların büyüme süreci yetişkin dünya karşısında sınırların sınanması ve genişletilmesini ifade eder. Ebeveynlerinin gözüne baka baka yapmamaları gereken şeyleri yaparlar ve her seferinde biraz daha fazlasını yapabilmenin yollarını ararlar. Olgunlaşmamış siyasi hareketler de benzer bir tutum sergileyebiliyor. Söz konusu siyasetlerin göreceli küçüklüğü, otorite karşısında itirazının anlaşılır bulunması, yapacağı zorlamaların da anlayışla karşılanması ihtimalini yaratıyor. Hele bu siyaset bir mağduriyeti, tarihsel haksızlığın sesini taşıyorsa alan genişletme eylemlerinin sempati bulma şansı da yükseliyor. Buna itirazın direnişe dönüşmesinin yolunu açabilen bölgeselliği ve milliyetçiliği eklediğimizde mesele daha da keskin bir karşıtlığa oturabiliyor ve o andan itibaren söz konusu hareketin ‘cesareti’ artıyor. Çünkü ideolojik kimlik bir korunma ve meşruiyet çerçevesi olarak işlev kazanıyor.
Kürt siyasi hareketinin bu modele uzak olmadığını söyleyebiliriz. Kobani’nin IŞİD saldırısı sonucu düşme ihtimali karşısında PKK içinde ve çeperinde yer alan siyaseten ‘olgunlaşmamış enerji’ bir kez daha açığa çıktı. Vandalizm ve talanı ‘siyaset’ olarak yaşayan bu gençlerin gerçek anlamda bir fikirsel arka plana sahip olduklarını öne sürmek zor. Ortada ötekine yönelik öfkeyi bir duygudaşlık zemini haline getiren ve eylem içinde kendisini kimlikleştiren bir yığın dinamiği var. Söz konusu dinamiğe can suyu veren olgular ise siyasi/ideolojik olanla kimliksel/psikolojik olanı iç içe sokuyor.
İki etkenden söz etmek mümkün… Birincisi bunca zaman kendi bağımsız ülkelerinin kurulacağı hayaliyle beslenen genç kuşakların şimdi tam olarak algılayamadıkları bir ‘çözüme’ razı olmak zorunda kalmalarıdır. Ayrılıkçı bir ruh halinin pompalandığı, daha radikal olanın yükseldiği, ölü veren ailelerin değerli bulunduğu bir sistemde genç kuşakların ‘uca gitme’ dürtüsünü engellemek neredeyse imkânsızdır. PKK özellikle Kandil dışında, kendi hegemonyasını örgüt içinde de yürütebilmek amacıyla bu kesimden yararlandı. Ne bilgi, ne deneyim, ne de akıl olarak yeterli seviyelerde oldukları söylenemeyecek yığınla genç insan çok erken yaşlarda otoriter sahibi oldular ve hiyerarşik güçlerini kolayca öznelleştirip gündelik hayatın parçası kıldılar. ‘Çözüm’ ise farklı seviyede bir iletişimi, yeni bir yapılanmayı, yönetim kurgusunu, yani kaçınılmaz olarak bir olgunluk ölçütünün sürece damgasını vurmasını gerektiriyor. PKK enerjisini hükümetle mücadeleye verirken, kendi tabanındaki bu çiğ güç yoğunlaşmasının yönetilemez hale gelmesini küçümsemekle kalmadı, bunu pazarlık masasında bir koz olarak kullanmayı da hedefledi. Sonuç, sağduyu yeteneğini kaybetmiş bir örgüt sosyolojisidir…
İkinci olarak, Rojava’nın gerçeküstü ve neredeyse zaman dışı bir metafor olarak kullanılması sayesinde Kürt hareketi bir moral üstünlük geliştirmekle birlikte, siyaseten çok kırılgan bir hale de geldi. Rojava tarihin ‘ebeliği’ sayesinde Kürt yüzyılının doğum anı olarak yüceltildi. Adına ‘Rojava devrimi’ dendi… Oysa yapılan şey PYD’nin baskı dâhil her türlü aracı kullanarak bölgeyi kontrolüne alması ve üç kanton halinde örgütlemesiydi. Bu süreç içerisinde Rojava Esed Suriye’sinin organik parçası olmaya devam etti, bürokrasinin maaşları merkezden geldi. Öte yandan Esed’in ve Özgür Suriye Ordusu’nun ortak özellikleri olan askeri zayıflık PYD’ye alan ve zaman kazandırdı. Kürtler kendilerini ‘başarmış’, geri dönüşü olmayan eşiği aşmış hissetmeye başladılar. Aynı zamanda Rojava’nın kaybedilmesi ihtimalini de bir kâbus olarak algıladılar. IŞİD o kâbusun epeyce gerçekçi olduğunu ortaya koyarken, kendisini abartma eğilimi gösteren Kürt hareketinin hayal kırıklığının bedelini ödetmek için etrafında bir ‘kötü’ araması şaşırtıcı olmadı. Türkiye bu boşluğu doldurmaya adaydı, çünkü Rojava’nın bir Kürt bölgesi olarak Esed’in gitmesi öncesinde özerkleşmesini istemiyordu ve Sünni muhalefeti de destekliyordu. O nedenle Türkiye’nin IŞİD’e yardım ettiği söyleminin gerçeklikle sınanması gerekmedi. Çünkü aslında öyle olması, Türkiye’nin cezalandırılması isteniyordu…
Bu iki etken birleşti ve kişiliğini oluşturamadan kimlikleşen genç Kürt kuşaklarını mobilize edebilecek bir zemin haline geldi. Sonuçta bugün örgütün ortak aklı buharlaşma tehlikesiyle karşı karşıya. Oysa Türkiye’yi manen yaralama arzusu Kobani’nin düşmesini engellemek bir yana, garanti edebilir… PKK’nın bölgedeki desteğinin de bu olaylarla artmayıp, aksine düşmesi doğaldır.
Ancak her iki taraf için de mesele yanlışın bedelinin ödetilmesi olmamalı... Bu virajın geçilmesi olgun ebeveyn davranışına, uzun vadeli perspektife muhtaç.