Eski TBMM Başkanı Bülent Arınç, “Süt veren ineklerin kesildiği bir ülkede, bunun kaçınılmaz olduğunu bilmemiz lazım… Eskiden 70 TL’ye doldurduğunuz file, şimdi 400 liraya dolamıyorsa, bir şey var kardeşim, bunu görmezden gelmeyin… Günün sonunda bu krizi üç harfliler diyerek marketlere bağladılar. Yapmayın, bu kadar basit değil bu olay. Bunun sebebi maliyet enflasyonudur. Maliyet artıkça bunların fiyatı da artar” dedi. Arınç ayrıca; “Bugün ‘ben dindarım’, ‘ben imam hatipliyim’ diyen insanın hiçbir yolsuzlukla anılmaması lazım, hiçbir suç örgütü ile anılmaması lazım” diye konuştu.
Eski TBMM Başkanı Bülent Arınç, Elips TV’de Ömer Şahin’in Portreler programına konuk oldu. Arınç'ın konuşması şöyle:
"Azalmış olmasına rağmen oruç tutanların sayısı… Azaldığını tahmin ediyorum. Tutmayanların sayısı artıyor. Bir de teravih namazına giden kişi sayısı çok azaldı… Bir sekülerleşme içindeyiz. Vakit namazlarında da aynı şeyi görmeye başladık… Belki birkaç sebebi var. Bunun eğitim sistemi ile ilgisi olabilir, görsel yayınlarla ilgisi olabilir. Lüks bir hayat, seküler bir hayat yaşama özlemi olabilir. Dini temsil etme iddiası olan iddialar, farklı bir hayat yaşamaya başlarlar. Dindarlık, içinden ahlakı kaybetmişse, sadece bir şekilden ibaret kalır. Dinin siyasallaşması da mutlaka önemli etkenlerden bir tanesidir… Bu bir yaradır içimizde. Yakın planda çok bir çaresi de görünmüyor. İmam hatiplerin sayısının artması belki bir açıdan sevinilecek bir olaydır. Çünkü imam hatip meselesi, Türkiye’nin belki 60-70 yıllık bir meselesidir. İmam hatipler belli amaçlarla açılmıştı. ‘Namaz kıldıracak imam ve cenazeyi yıkayacak gassal kalmadı’ diyerek bunlara ihtiyaç duymuşlardı. Bu okullar dinini diyanetini bilen, babasının, annesinin arkasından birer Fatiha okumasını bilen çocuklar için açılmıştı fakat onlar bir iddianın peşine düştüler. Bu iddia içerisinde kendileri horlandı, dışlandı ama imam hatip davası ve nesli denilen nesil, kendilerini bu tüm olumsuzluklara karşı ispatladılar...
Bugün ülke yönetiminde söz sahibi olan pek çok imam hatip mezunu var. Güzel bir söz var; ‘inandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanırsınız.’ İslam’ın güzel ahlak olduğunu bilmemiz gerekir. Ahlak olmadan dindarlık veya İslamiyet olmaz… İslam, ahlaktır. İyi ahlaklı olmalıyız.
Bugün ‘ben dindarım’, ‘ben imam hatipliyim’ diyen insanın hiçbir yolsuzlukla anılmaması lazım, hiçbir suç örgütü ile anılmaması lazım. Kavmiyet asabiyeti ne kadar kötüyse, imam hatip asabiyeti de o kadar kötüdür… Bugün de gördüğümüz gibi; ‘sen kötüsün’, ‘sen zilletsin’, ‘sel alçaksın’… Bunları söylerken de utanıyorum. ‘Sen şöylesin’, ‘sen böylesin’… Bunlar bizimle aynı ülkeyi paylaşan insanlar, aynı evi paylaşan insanlar. Ola ki benim oğlum, benim evladım, benim gelinim; karşıdakilerin sahip olduğu siyasi inanca sahiptir. Bu da çok normal. Siz kendi ailenizdeki bir insana kötü sözler söyleyemezsiniz. Kötü gözle bakamazsınız. Bizler birer davetçi olmalıyız. Davetçiye yakışan da güzel, yumuşak söz ve üslupla kendi doğru bildiği yola davet etmesidir. Klasik Müslümanlık anlayışı çok gerilerde kaldı. Yani, İslamiyet’in ilk zuhurundaki fıkıh anlayışının bugün değişime uğradığını görmemek, hala katı bir taassup içinde karar verebilmek; sonunda ya İran modeline ya Selefi modeline, ya Vahhabi modeline götürecek hale geldi. Yani bir Hizbullah anlayışının sahip olduğu Müslümanlıkla, DAEŞ’in sahip olduğu Müslümanlık anlayışı… Allah bizden uzak etsin. Biz onları hiçbir şekilde benimsemiyoruz, yakıştırmıyoruz kendimize… Bugün maalesef çok keskin bir anlayış; ‘cemaatler, tarikatlar kapatılsın anlayışıdır.’ Buna sahip olan insanlar, hep kötü örnekler görüyorlar. Bu iticilik, sonunda İslam’a fatura ediliyor ve İslam’dan uzaklaşılıyor…
Başörtüsü mücadelesi verip de ‘ben bunun için mi mücadele ettim’ diyerek bugün başörtüsünü çıkaranlar… Başörtülü bir polisin başörtülü kadına zulmettiği bir Türkiye’de ben kime ne anlatacağım? Bunların çözülmesi lazım. Başörtüsü için eşiyle, kızıyla mücadele etmiş bir insan olarak bugün başörtüsünü kurtarmış ama pek çok şeyini kaybetmiş insanlarla muhatap olmaktan üzülüyorum. Başörtüsüne biz Allah’ın emri diye sahip çıktık… Ama ben nasıl olsa başörtümü kurtardım, bunu bir aksesuar olarak kullanıp, başındaki örtüsü ile insanlara zulmedebilirim anlayışı bizi İslamiyet’ten uzaklaştırır… Bu bir avantaj değil. Bu mağduriyetini bugün, kullanarak belli yerlere sıçramış, hatta bütün ailesi ile devlete yük olmuş insanlar da var.
Ben üç sene evvel söyledim. Ben bunu söylediğim zaman bana kızmışlardı, ‘pahalılık var’ demekten dolayı... Bize söylediler ki, ‘Bu gidişle siz 500 liraya da et bulamayacaksınız’ dediler. Bu işi bilenler söyledi. Biz boş oturmuyoruz… Süt veren ineklerin kesildiği bir ülkede, bunun kaçınılmaz olduğunu bilmemiz lazım… Tarım ve Orman Bakanlığı’nın başında işini bilen çok sevdiğimiz bir insan var. Vahit bey bu işin çaresini bulacaktır ama kısa vadede ne kadar bulacak onu bilemiyorum. Vahit Kirişci bu işin çilesini çekendir. Geçmişte Sırbistan’dan, Polonya’dan et ithalatı kapısını açıp da bunu görmeyenlerin, hatalı olduğunu söylüyorum. Et bir taraftan, süt bir taraftan… Eskiden 70 TL’ye doldurduğunuz file, şimdi 400 liraya dolamıyorsa… Bir şey var kardeşim… Bunu görmezden gelmeyin… Benden iki gün sonra Berat Albayrak istifa etti. Onu da bana yordular. Ben çok basit söyledim… Sorunu rahatlıkla kabul edeceksiniz. Bu dürüstlüktür. ‘Ey halkım, pahalılık var.’ Bunun sebepleri de var. Biliyorsanız, makul sebepleri, bunları söyleyeceksiniz. ‘Ama ben bunların hepsini çözeceğim, bana güvenin.’ Millete güven vererek, onların biraz daha sabırlı olmalarını istersin. Ama birisi, ‘Efendim pahalılık yok, bu psikolojik bir olaydır’ demez mi? Ben daha çok kızdım o zaman. Hanımla pazara çıkıyoruz. Pazar yerlerindeki fiyatlar bazen marketlerin de üzerinde. Günün sonunda bu krizi üç harfliler diyerek marketlere bağladılar. Yapmayın, bu kadar basit değil bu olay. Bunun sebebi maliyet enflasyonudur. Maliyet artıkça bunların fiyatı da artar.
Temel Karamollaoğlu, büyüğümüzdür. Yıllarca birlikte siyaset yaptık. CHP ile aynı grubun içinde bulunmasını, bazı dindar görünen kişiler; ‘nasıl yaparsın’ diyorlar. O da kendisini savunurken, doğruyu söylüyor aslında. Rahmetli Erbakan, Ecevit ile koalisyon kurdu. Bugünkü ittifak, o zamanki koalisyon… Batıda koalisyonlar hazmedilmiştir. Biz de koalisyonlar başarısız olmuştur. Neden? Önyargılar yüzünden… Koalisyon kültürü, birbirine saygıyı gerektiriyor… İttifakların da böyle olması lazım… Sağ- sol meselesi Türkiye’de bir tabu olmaktan çıktı. O yüzden daha rahat düşünmek, herkesle birebir; daha saygın, daha itibarlı bir ilişki kurmak lazım… Bu partiler, birbirleri rakipleri olarak görmeli, düşmanları olarak gören anlayışı terk etmek gerek.
‘Alçak’, ‘şerefsiz’, ‘namussuz’, ‘haysiyetsiz’… Asla ve zinhar, hiçbir zaman gündeme gelmezdi. Nasıl kullanılabilir, böyle kelimeler? ‘Hain’… Hiçbir zaman kullanılmazdı. Bugün neden böyle? Bir rüzgâr geldi, önüne kattı bizi götürüyor. (Ne yapılmalı?) Beni örnek alsınlar. Bunun bir faydası yok. Sertliğin bir faydası yok…
Merhamet dilini kullanan, şefkatli olan, kul hakkına hiçbir zaman girmeyen ve herkesi şiddet dili, nefret dili ile değil de muhabbet dili ile davet edenler kazanacak… (İttifaklara baktığımız zaman, bu çerçeveye hangisi daha çok uyuyor?) İsimlendiremem. Bir iklim değişikliğine ihtiyaç var. Bir taraf bunu ısrarla yapıyor ve bence iyi yapıyor. Ama karşı tarafın da ondan daha çok kucaklayıcı olması lazım. İterek, söverek, kavga ederek olmaz. ‘İklim değişir, Akdeniz olur, gülümse’ diyor Kemal Burkay. (Seçimde Erdoğan’ı mı daha şanslı görüyorsunuz?) Benim oğlum aday. Bir dönem İstanbul Milletvekilliği yaptı. Tekrar aday oldu… Cumhurbaşkanlığı seçimini ben Erdoğan’ın alacağını düşünüyorum. (Rahat mı alır?) Rahatını bilmem, ben alacağını düşünüyorum. Ayrıca temenni ediyorum. Bizim aramızda, başkalarına benzemeyen bir dava arkadaşlığı var… Seçmenimize güvenmek lazım. (Siz kampanyaya katılacak mısınız?) Bana bir talep gelmedi. Oğlumun aday olduğu yerde belki gider yanında bulunurum. Talep olursa düşünürüz, talep olmazsa da hepimiz gider işimizi yaparız. Ben şu anda sadece bir seçmenim. (Bir gerginlik bekliyor musunuz?) Bunlara girmeye gerek yok. Seçim, seçimdir. Her seçimde millet, kendisine güvenenleri boşa çıkarmamıştır. Millet çok akıllı seçim yapar. Millete güvenelim, ama ona layık olmaya çalışalım.” (ANKA)