Mehmet Y. Yılmaz (Hürriyet, 29 Ağustos 2012)
CHP milletvekili Hurşit Güneş’in ziyaret etmesine izin verilmeyen Apaydın Konaklama Tesisleri için Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç şöyle söyledi:
“BM’nin mevzuatında da kadınların, çocukların kaldığı kamplar ile asker kişilerin kaldığı kampların statüsü ayrıdır. General de var, albay da var. Kimliklerinin tespit edilmesi halinde hem kendilerinin, hem de ailelerinin zarar görmesi ihtimali vardır.” Resmi açıklamalardan kuşku duymak, gazeteciliğin olmaz ise olmazlarındandır. Ben de bu sözler üzerine kuşkuya düştüm ve dün internetten Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (www.unhcr.org.tr) sitesine girdim. Sitede mültecilik mevzuatı ile ilgili özel bir bölüm var ve burada ilgili bütün uluslararası sözleşmelerin tercümeleri de mevcut. Üşenmedim okudum, böyle “asker kişiler ile kadın ve çocukların kaldıkları kampların statülerinin ayrı” olduğuna ilişin bir şey bulamadım. Bülent Arınç, bunu nereden bulduğunu açıklarsa, ben de sizlere iletirim, hep birlikte öğrenmiş oluruz. Tabii bunu Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da yapabilir, o da “Sivillerin kaldığı kampların aksine ziyaret prosedürü farklı” diyor çünkü. Sitede bir de konuyla ilgili soru–cevap bölümü var. Orada şöyle bir soruya rast geldim ki tam da Apaydın Kampı’nın ve içinde kalanların durumuna karşılık geliyor. Buyurun okuyalım: “Soru: Bir asker mülteci olabilir mi? Cevap: Mülteci sivil bir kişidir. Sığındığı ülkeden kaçtığı ülkesine karşı silahlı faaliyete devam eden kişiler mülteci olarak kabul edilemezler.” Demek ki neymiş, BM mevzuatında “asker kişi” ve “kadın ve çocuk sığınmacılar” diye bir ayrım yokmuş, hepsi sivil olarak değerlendiriliyormuş. Arınç madem konuyu “Birleşmiş Milletler Mevzuatı’ndan” açtı, oradan devam edelim. Suriyeli sığınmacıların durumu, sözü edilen mevzuatta “geçici koruma” olarak tanımlanıyor. Geçici koruma pek çok ülkeye acil mülteci akınlarının sağlanabilmesi için bulunmuş bir çözüm. Suriyeli sığınmacıların durumu buna uyuyor. Genellikle sınır bölgelerinde bulunan kamplarda, Arınç ve Hatay Valisi’nin söylediği türden bir güvenlik sorunu çıkarsa, nelerin yapılması gerektiği de Cartegena Mülteciler Bildirisi’nde yer alıyor. Bunun altıncı maddesi, böyle durumlarda kampların sınırdan uzak bölgelerde yer alması gerektiğine vurgu yapıyor. Madem böyle bir güvenlik sorunu var, kamp neden Suriye sınırının dibinde Apaydın Köyü’nde kuruldu. Buradaki “asker kişiler” canları istediğinde Suriye’ye girip çıkabilsinler diye mi? Yukarıdaki soru–cevabı bir kez daha okumakta yarar var! Ayrıca, o kampa girecek bir milletvekili kamptakiler için nasıl bir güvenlik sorunu yaratabilir? Fotoğraf çekilmesini yasaklamak yeterli değil miydi? Bir okuyucum Fransa’da yayımlanan Le Monde gazetesinin 16 Ağustos 2012 tarihli nüshasının üçüncü sayfasını yolladı. Apaydın Kampı’nda Özgür Suriye Ordusu lideri ile birlikte 30 generalin daha bulunduğunu yazıyor. Bu ordunun lideri o kampta can güvenliği için mi bulunuyor, oradan Suriye’de artık bir iç savaşa dönüşen çatışma için ordusunu mu yönetiyor? Yukarıdaki soru–cevabı üçüncü kere okuyalım lütfen! Türkiye, Suriye’deki güvensiz ortamdan kaçan sivilleri elbette korumakla yükümlüdür. Onlara, insan haklarına saygılı bir ülkenin yapacağı gibi medeni barınma ortamları sağlamak, güvenlik içinde ülkelerine dönene kadar bakmak hem insanlık görevidir, hem de uluslararası sorumluluğumuzdur. Ama topraklarımızın üzerinde askeri birlikler barındırmak, mültecilerin askeri faaliyetlerine izin vermek diye bir şey söz konusu olamaz. TBMM bu konuda bir karar alana kadar! Onun için demagojiyi bırakıp, bu kampta neler olup bittiğini halka açıklamak, gerekirse tarafsız gözlemcilere sığınmacıların güvenliklerini riske atmayacak şekilde bu kampa girme izni vermek en doğru yol olur.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın bir görevi de hükümet sözcüsü olarak hükümet faaliyetleri ile ilgili açıklamaları yapmak. Önceki gün Bakanlar Kurulu toplantısından sonra yine böyle bir açıklama için gazetecilerin karşısına çıktı, biri hariç! Taraf gazetesinin muhabiri toplantıya alınmamış! Bu Arınç’ın bilgisi dahilindeyse gerçekten ayıp olmuş. Böyle “akreditasyon uygulamalarına” zamanında çok karşı çıktığını hatırlıyorum. Yok, eğer bilgisi dahilinde değil de oradaki görevlilerin işgüzarlıkları nedeniyle olduysa, onları bir uyarmasında yarar var. Hükümetin basın özgürlüğü sicili zaten parlak değil, üzerine bir de bunlar eklenmesin!
Suriye’deki iç savaş gündemimizin başına oturdu ama bu Suriye meselesi ile ilgili çok önemli bir konuyu unutmamıza da yol açtı. Günlerdir bununla ilgili bir açıklama bekliyorum ama tam bir sessizlik hâkim. Herkesin sustuğu ve üzerinde hiç konuşmadığı konu, “Suriye tarafından düşürüldüğü iddia edilen/Suriye’nin düşürdüğünü iddia ettiği” askeri uçağımız ile ilgili incelemenin sonucunun ne olduğu... Bu nedenle neredeyse Suriye’ye savaş ilan edecektik, NATO’yu bile ortak müdahale için toplantıya çağırdık ama sonra herkes suspus oldu. Bildiğimiz kadarıyla uçağın parçaları çıkarıldı. Hazırlanan rapor ile ilgili bazı ayrıntılar da gazetelere sızdı ama kamuoyuna resmi bir açıklama yapılmadı. Neden? Uçağa ne oldu?