Bülent Ecevit'in kaleminden Anıtkabir

Bülent Ecevit'in kaleminden Anıtkabir

Atatürk’ün naaşı, aramızdan ayrıldıktan tam 15 yıl sonra, 10 Kasım 1953 günü Anıtkabir’e taşındı. O yıllarda genç bir gazeteci olan Bülent Ecevit, yaklaşık bir yıl önce bir yazı kaleme alarak Anıtkabir’in inşası hakkında bilgiler veriyordu. Başbakan olarak Atatürk'ün huzuruna çıkan Bülent Ecevit, yazısında bugün bile bilinmeyen bazı ayrıntılara değiniyor.

Ecevit'in 18 Aralık 1952 günü Ulus gazetesinde yer alan ayzısı şöyle:

Gelecek yıl, 29 Ekim günü, Cumhuriyetin 30’uncu yıldönümünde, Anıt-Kabir bitmiş olacak. Gelecek yıl, 10 Kasım günü, ölümünün 15’inci yıldönümünde, Atatürk’ü geçici olmayan kabrinde ziyaret edebileceğiz.

Gelecek yıl bu vakitler en büyük yasımıza bir iç huzuru katılacak. Yaklaşırken çekiç sesleri, motör sesleri duyuyoruz. Vinçlerin elinde havaya doğru kalkan taş parçaları görüyoruz. Kazılan topraklar, dikilen fidanlar görüyoruz. Çorak toprakları karış karış yeşillendiren Ankara’nın Rasat Tepe’si, yakında, bir orman olacak. 600.000 metrekarelik bir park hazırlanıyor. Bu park için kurulan fidanlıkta şimdiye kadar 140.000 fidan yetiştirilmiş. Fidanlardan 60.000’i park sahasındaki yerlerine dikilmiştir. Anıt-Kabir için bütün dünyadan ünlü mimarların katıldığı proje müsabakasını, iki Türk mimarının Emin Onat’la Orhan Arda’nın projeleri kazanmıştır. 1950’de iktidar değişikliği olunca, yeni Hükümet, yapı işlerinin ağır ilerlediğini, inşaatın 1952’de bitirilebileceğini ileri sürmüştü. Fakat, ilk plandan yapılan büyük kesintiye rağmen Anıt-Kabir bu yıl tamamlanamamıştır. İnşaatın uzun sürmesinde sadece işin büyüklüğünün âmil olduğu böylece bir kere daha anlaşılmıştır. Sütunlar arasından yükselecek büyük blok plandan çıkarıldığına göre, şimdi, Anıtın ana hatları ortaya çıkmış sayılabilir. Yapı giderleri 20.000.000. lira kadar tutacaktır. Şimdiye kadar, Anıt-Kabir yapısında dört firma çalışmıştır: Nurhayr Şirketi; Rar Türk Limited Sosyetesi; Amaç Ticaret Türk Anonim Şirketi; Muzaffer Budak Firması.

Şimdi, Muzaffer Budak firması tarafından mozole kısmı ile şeref salonu inşa edilmektedir. Yapının başında genç bir şantiye şefi var: Yüksek Mühendis Osman Akman. Başında durduğu yapının kutsallığını, bu kutsal işte emeği geçmenin mânasını anlamış bir insan olduğu gözlerinden okunuyor. Gözünde bu yapı için yontulan her taşın tarihi değeri var. Keşke diyor, başlangıcından beri inşaatın her safhası filme alınsaydı! Gönlü istiyor ki Anıt-Kabir’i millet son şekli ile değil, Rasat Tepe üstünde 9 Ekim 1944 günü doğuşundan başlayarak, temeli ile, toprağı ile, harcı ile bilsin! Bayındırlık Bakanlığı adına yapının kontrol şefi, bir kadındır: Yüksek Mühendis Sabiha Güreyman... Anıt-Kabir’in yapısı, Atatürk’ün kafes ardından, peçe altından kurtardığı, yargıçlıktan mühendisliğe kadar bütün hayat kapılarını açtığı Türk kadınına teslim olunmuştur.  Anıt-Kabir başlıca üç bölüme ayrılıyor: Asıl kabir, yahut mozole, ekler: tören yolu ve alan.. Anıtla, Askeri Fabrikalar karşısında başlayan bir yolun ucundaki, Batı’ya bakan geniş merdivenlerden çıkılıyor. Giriş kulelerinden itibaren 30 metre genişliğinde, 200 metre uzunluğunda bir yol, Tören Yolu, alana gidiyor. Yolun iki yanında kavak ağaçları ve heykel tabanları… Bu tabanlar üstünde 24 aslan heykeli, heykellerin arasında, gece gündüz yanan meşaleler olacak. Alan geniş.. Ankara’yı çevreleyen dağlar ortasında, bütün o dağları gören bir düzlük. Gün gelip bu alanı dolduracak on binlerce genci, Atatürk Türkiye’sinin yürekleri güven dolu gençliğini, gözler şimdiden görür gibi oluyor.  Anıt-Kabir’in iki ekseni, biribirini bu alanın tam ortasında kesiyor. Eksenlerden biri, Ankara Kalesi’nin Bayrak burcundan, diğeri, yeni Büyük Millet Meclisi binasından geçiyor. Anıt-Kabir, eksenlerden biri ile Türk Milletinin tarihine, diğeri ile de Türk Milletinin mukadderatına bağlanmıştır. Tarihi, şimdiye kadar Türk Milletinin yüzünü kara çıkarmadı. Ankara Kalesi, Türkü Türkten gayrisinin yendiğine şahit olmadı. Dileriz, bu milletin geleceği de tarihine lâyık olsun! Milletin tarihinden ve iradesinden gelen iki eksenin buluştuğu nokta. Rasat Tepe’nin üstünde hiç sönmeyen bir yıldız gibi yansın! Alanı, dört ek bina çevreliyor: Kabul binası; Muhafız Birliği binası; İdare binası; Müze.. Doğu’ya, Çankaya’ya bakan Müze binasında, Atatürk’e, Atatürk’ün milletini kurtarışına ait hâtıralar olacak.  Ek binaların köşelerinde kuleler var. İki giriş kulesi ile beraber 10 kule... Her birine, Atatürk’ün eserlerini, Kurtuluş Savaşı’nı, devrimleri belirten adlar verilmiş:  Hürriyet, İstiklâl, Mehmetçik, Zafer, Sulh, 23 Nisan, Misak-ı Milli, İnkılâp, Cumhuriyet, Müdaafayı Hukuk... Mozole, alanın Kale yönünde… Asıl kabir alt katta olacak. Lâhitin yeri, üstteki Şeref Holünde, tam kabirin üstüne geliyor. Lâhitin arkasında, tavana kadar yükselen açık bir pencere var; oradan Kale görünüyor. Lâhit, bu pencereden gelen gün ışığı ile aydınlanacak. Şeref Holünün boyutları 18x29 metre, yüksekliği 16 metre. Şeref holüne alandan geniş merdivenlerle çıkılıyor. Holün giriş yerinde, karşılıklı iki duvarda, Atatürk’ün Türk Milletine ve gençliğine hitabeleri bulunacak.  Şeref Holünün içi, 44 taş sütunla çevrili. Anıt Kabir’in birçok yerlerinde Kurtuluş Savaşı’nı ve devrimleri canlandıran heykel ve kabartmalar olacak. Yıllardan beri Ankara’nın göğüne doğru taş taş üstüne yükselen bozkır rengi anıt, bir kabir olduğu kadar bir tapınaktır da… Bu tapınakta kutsallaşan Atatürk’ün Türk Milletine verdiği ülkülerdir. Türk Milletini “çağdaş” medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracak, Türk Milletinin insanlığa en doğru yolda hizmet etmesini sağlayacak ülküler….  Gelecek yıl bu vakitler ve ondan sonra hep, Türk Milletinin kalbi, Anıt Tepe’de çarpacaktır.  Bu anıt, bir tapınak olduğu kadar bir kaledir de... Devrimlerin kalesi... Bize bağımsızlık kadar gerekli olan devrimlerin kalesi için ne kadar emek, ne kadar para harcanmış olsa çok değildir. Devrimlerin bizi götürdüğü yarınlara inananlar, bu kaleye bakıp güven duyacaklardır. Gözleri o yarının aydınlığına dayanamayıp karanlığı özleyenler, bu kalenin heybeti altında ezileceklerdir. Sesleri bu kalenin duvarlarına erişemiyecek, baltaları bu kalenin taşlarını kıramayacaktır. Dünle yarın arasında bu kale, aşılmaz bir duvar gibi duracaktır. Giriş kulelerinin arasından Tören yoluna gelince, ufuk çizgisine kadar uzayan bir genişlik başlıyor. Karşıda, yüksek bayrak direğinin ardında, Çankaya sırtları… 1919 yılında Gazi Mustafa Kemal, Ankara’ya o sırtlardan inmiştir. Onun başak rengi saçlarında, yanan gözlerinde, Ankara’ya güneş o sırtlardan doğmuştur. Ankara’nın canlanışını, bu yurdun yarınına doğru uzanmış bir el gibi ilerleyişini, Atatürko sırtlardan seyretmiştir.  Anıt Tepe’de, taş, toprak, fidan, ne varsa dile gelmek, konuşmak, övgüler dilinden ses etmek istiyor. Orada kazıları toprak, kayalardan kopup gelen taşlar, oraya dikilen ağaçlar, Anıt Tepe’de bulunuşlarının mânasını sanki anlamışlardır. Sizi Kabire götüren yol boyuncu dikilmiş genç kavakların hışırtısına kulak veriyorsunuz, konuşuyorlar: Bu rüzgâr, dere boylarında dinlediğimizden başka. Bu rüzgâr Rasat Tepe’nin.. Bir başka esiyor başımızda. Biz, dere boylarının dertli kavakları değiliz. Coşmak,  bütün milleti çağırmak istiyoruz. O’na giden yol boyunca dizilmişiz, ince, yeşil kavaklar.. Huzura varmak için aramızdan geçilir. Aramızdan geçilip feraha çıkılır. Başlarımız göğe değmiş. Sesimiz gökten gelir. Aramızdan geçenleri feraha çıkaracağız. Yüreklerinden Karanlığı, korkuyu dağıtacağız. Onlara göğün genişliğini vereceğiz. Daha büyük umutlara, Daha derin inançlara yer açılacak yüreklerinde.. Biz, topraktan göğe yükselen nöbetçiler. Biz, Rasat Tepe’nin kavakları.. Dizilmişiz O’na giden yol boyunca. Rasat Tepe’nin kavakları, gece gündüz bir ağızdan konuşuyorlar. Rasat Tepe’nin yamaçları, Anıt-Kabir’in içerisi, taşla dolu. Anadolu’nun dört bucağından taş gelmiş, onlarla kuruluyor Anıt-Kabir’in duvarları. Dört bucaktan Rasat-Tepe’ye taş gelmiş, Rasat-Tepe’de taşlar dile gelmiş; Ben, Eskipazar’dan gelirim Eski olur Eskipazar’ın taşı. Tenimde oyuk oyuk zaman. Rengimde bozkır. Bu anıtın duvarları benden örülmüş. Tarih olur benden örülmüş duvarlar. Ben, Kayseri’nin bir taşıyım. Beni Rasat Tepe’ye getirmişler, yollarına döşemişler. Ben, Kayseri’nin dağlarında çağlar boyunda olmuşum. Çağlar boyu dayanırım insan adımlarına. Ben, Hatay taşı. Onbeş yıldır Türkiye’nin yurttaşı. Serilmişim Ata’nın, yurdumu yurduna katanın ayaklarına. Beni şeref yerine koymuşlar. Hatay’ın taşına şeref vermişler. Ben, Bilecik’in mermeri. Yeşil üstüne kara hareli. Bu yurdun erlerine siper olmuşum. Baltalar kıramaz beni. Biz, Afyon’un, Seyhan’ın, Çerkeş’in mermeri. Biz, Anadolu’nun, biz bu yurdun taşları. Biz, bu yurdun kayalarından kopmuşuz. Gelip de kayalar gibi Ata’nın mezarında durmuşuz.

Makinalar taş kesiyor.. Vinçler taş taşıyor… 500 insan taş yontuyor. Yapı yerlerinde işçinin uyuklayanı olur, konuşanı, Türkü söyleyeni olur. Burada, 500 işçi, türkü bile söylemeden çalışıyor. Hiçbir yapıda görülmeyen bir vekarla herkes kendini işe vermiş. Yaptıkları işin başkalığı içlerine işlemiş. Yapı yerine büyük bloklar halinde gelen taşlar içinde 6 ton ağırlığı aşanlar var. 10 tona kadar kaldırabilen vinçlerin elinde bu taşlar, birkaç dakika içinde Anıt-Kabir’in üstüne kadar çıkarılabilmektedir. 6 ton ağırlığındaki büyük taşlardan bu aletlerle küçük bloklar çıkarılması 24 saat sürmektedir. Fakat makineler ne kadar ilerlese gene de insan eline iş kalıyor. Taşlardan bir çoğuna son şeklini, gene de, sabırla bunları yontan işçiler vermektedir. Anıt-Kabir’e şimdiden gelenler var.. Ne zaman gitseniz, sessiz dolaşan gençler görüyorsunuz. Üniversiteliler, askeri öğrenciler, askerler… Yüzlerinde bir sabırsızlık, lâhitin önünde durabilecekleri günü bekliyorlar. Kimisi, Anıt-Kabir’de bir taşın bir yontuğuna olsun emeğinin geçmesini istiyor, eğilmiş, çekiçle taş yontan gençler görüyorsunuz. Bir nesil görüyorsunuz, Anıt-Kabir’i, devrimlerin bu kalesini benimsemiştir. Onları görüyorsunuz, içinize bir rahatlık geliyor. Mezar, lâhitin tam altında olacak. O’nun mezarına varmak için bir uzun taş koridordan geçeceksiniz. Koridorun sonunda bir ışık: Umuda benzer... Selâmete benzer. O’na giden yolun sonunda aydınlığa varacaksınız. Koridor sağa kıvrılıp biraz daha uzadıktan sonra mezarın bulunacağı geniş hücre geliyor. Tabutun konacağı yer, üst kattaki lâhitin tam alt hizasında olacaktır. Mezarın karşısında, dik dörtgen bir pencerede, bir resim gibi, Ankara Kalesi... Setler üstünde mağrur yükseliyor. Mezarla Ankara Kalesi arasında sanki bir gizli bağ kurulmuş.. Atatürk’ün yattığı yerden görünen tek şey o olacak.  Ölüler görür mü? Duyar mı? Bilir mi? Bilmiyorum! Gördüklerine, duyduklarına, bildiklerine inanmak istiyoruz. Belki gözümüz arkada gitmekten, belki ölülerimizin bizi büsbütün bırakmalarından korktuğumuz için. İstiyoruz ki Atamız bizi büsbütün bırakmış olmasın! İstiyoruz ki yattığı yerde de bizden haber alsın! O’na en büyük haberi, mezarı karşısında açılan pencere verecektir. Her Pazar, her bayram günü, Kalenin burcuna al Bayrağın çekilmesi, yurdumuzun bağımsızlığından; her 10 Kasım günü al Bayrağın yarıya inmesi, O’na hâlâ inandığımızdan, yolunda yürüdüğümüzden haber olacaktır. O, en büyük huzuru bu iki haberden duyacaktır. Dileriz, mezarı karşısında açılan pencerenin O’na vereceği huzur dinmesin! Ankara Kalesi’nin burcundan Bayrağımız inmesin! Anıt-Kabir eteklerinde Ankara başlıyor. Ankara ve Ankara’nın çevresinde bütün bir yurt, O’nun açtığı temeller, O’nun başladığı yapılarla dolu. Bizim kuracağımız yapıları bekleyen temeller, bizim koyacağımız taşları bekliyor yapılar... Gelecek yıl bu vakitler, Anıt-Kabir’den, gücümüz çoğalmış, inancımız derinleşmiş, o yurda ineceksiniz.