Bulgar Kralı II. Simeon: İstanbul'da Bulgar Türkü polis "Majesteleri, sizi görmek büyük zevk" demişti

Bulgar Kralı II. Simeon: İstanbul'da Bulgar Türkü polis "Majesteleri, sizi görmek büyük zevk" demişti

Prof.Dr. İlber Ortaylı, son Bulgar Kralı II. Simeon ile bir söyleşi gerçekleştirdi. Prof. Ortaylı 2. Dünya Savaşı’ndan eski İran Kraliçesi Farah Diba’ya, Demirperde yıllarından Osmanlı ailesinin sürgün günlerine birçok konuda soruyu Bulgar Kralı II. Simeon'a yöneltti. Bulgar Kral, İstanbul'da pasaport kontrollünde polisle yaşadığı bir anısını anlattı. Bulgar Kralı, "Birkaç sene önce İstanbul’a geldiğimde herkes gibi havaalanında polise pasaportumu gösterdim. Son derece uluslararası bir tavırla, Türkçe 'Eski Bulgaristan Başbakanı’yım' dedim. Adam, pasaportuma bakıp 'Majesteleri, sizi görmek büyük zevk' dedi. Ve bunu Bulgarca söyledi! Meğer Bulgar Türk’üymüş!" diye konuştu.  

Bulgar Kralı'nın Hürriyet'te yayımlanan söyleşisi şöyle:

 

Çocuk yaşta ‘Balkanlar’ın Prusyasının kralı olmak nasıl bir şeydi?

- ‘Balkanlar’ın Prusyası lafı, Bulgaristan’a sonradan yapıştırılmış bir yafta. Evet, belki Bulgar ordusu iyi bir orduydu ama bu bizi Prusya yapmaz. Altı yaşında kral olmakla ilgili en net hatırladığım şey şu: Babamın çok hasta olduğu bize zaten söylenmişti. Ama bir çocuğun ölümü anlaması çok zor. Babamın öldüğünü şöyle anladım: Altı yaşındaydım ve normalde bana ‘ekselansları’ derlerdi. Ama bir gün aniden ‘majesteleri’ diye hitap etmeye başladılar. Anladım ki, o gün babam öldü.

Altı yaşında kral olmak nasıl bir histi?

- Çocuk zihniyeti, çocuk zihniyetidir. Ne kadar eğitim almış olursanız olun, her şeyi çocuk kafasıyla görürsünüz. Hissettiğim tek şey, o andan itibaren çocukluğumun bitmiş olduğuydu. Anladım ki artık farklı davranmak zorundayım. Etrafım farklı insanlarla çevrildi. Ve tabii ki çok zor bir dönemdi, İkinci Dünya Savaşı yıllarıydı, Bulgaristan’da bombalamalar yaşandı. Hemen sonra Sovyet işgali gerçekleşti. Bu da başka bir şoktu. Ondan sonra bir şok daha, yeni komünist rejim geldi.

Siz ne durumdaydınız bu arada?

- Biz esir gibiydik. İşgalden sonra iki sene daha orada kaldık, sonra Bulgaristan’da ‘Monarşi gitsin mi kalsın mı?’ diye referandum yapıldı. İnsanların yüzde 94’ü cumhuriyet istedi. Aslında o dönemdeki Sovyet işgali, bize bu referandumun ne kadar gerçek olduğunu gösterdi. Sonuçlar açıklandıktan sonra bize ülkeyi terk etmemiz için sadece bir hafta süre tanındı. Annemin ailesi İskenderiye’de yaşıyordu. O yüzden Mısır’a gitmeye karar verdik. 48 saat içinde Şark Ekspresi’ne binip İstanbul’a doğru yola çıktık.

Ne kadar kaldınız İstanbul’da?

- 17 Eylül 1946 sabahıydı, Bulgaristan’dan trenle İstanbul’a geldik, istasyondan doğruca limana gittik. Dolayısıyla İstanbul’u sadece birkaç saat görebilmiştim.

"Muzu ilk defa Türkiye'de gördüm"

Yani İstanbul’un siluetine dair bir fikir yok kafanızda? Eminim ki o zamanlar çok güzeldi...

- Ben Bulgaristan’dan o güne dek hiç ayrılmadığımdan dolayı benim için gördüğüm her şey olağanüstüydü. Biz limana gider gitmez gemi hemen limandan ayrıldı ve önce İzmir’e, sonra İskenderun’a, oradan da asıl hedefimiz olan Mısır’ın İskenderiye şehrine gittik. Türkiye’de uğradığımız limanlarda bize şahane meyveler getirdiler, kavun,  karpuz, vs. Muzu hayatımda ilk defa Türkiye’de gördüm. Bu, benim gibi hayatında muz görmemiş bir çocuk için büyük bir lükstü.

Antalya’da yetişen muzu yemişsinizdir siz. Şimdi gitseniz öyle bir şansınız olmaz çünkü bütün şehir otel doldu ve o harika muz bahçeleri yok oldu. O yıllarda Türkiye’de iki önemli göçmen ağırladık, biri Polonya büyükelçisiydi, Almanlar Polonya’yı işgal ettiğinde ülkesine geri dönemedi. İkinci ünlü göçmen de tabii ki sizdiniz, meşhur Bulgar Kralı. Tabii bir de eski Arnavutluk Kralı Ahmet Zog vardı.

- O da 1946’da Mısır’a gitmişti.  

Evet ama Mısır’a gitmeden önce birkaç gün İstanbul’da Pera Palace Oteli’nde kalmıştı. Peki siz Mısır’da eski Osmanlı hanedanının mensuplarıyla ne zamantanıştınız? 

- Evet, o dönem Osmanlı hanedanının bazı mensupları da İskenderiye’de yaşıyordu. Annem onlarla tanışıyordu. Biriyle,  Osman Osmanoğlu’yla biz aynı okula gittik. Hanedandan Prenses Neslişah, Prenses Necla ve Prenses Hanzade kardeşler de İskenderiye’deydi.

Düşman hanedan çocuklarının arkadaşlığı

Neslişah, sizin Otto von Habsburg ile yakın arkadaştı. (Avusturya-Macaristan Monarşisi’nin son veliaht prensi) Otto, dayınızdı değil mi?

- Evet dayım sayılırdı, çünkü onun annesi, benim büyükannemin kız kardeşiydi. Otto’ya siyasi kariyeri nedeniyle çok saygı duyardım. Çünkü daha sonraki yıllarda Avrupa Parlamentosu’na girdi.

Avrupa Parlamentosu’nun tek Türkofil (Türkleri seven) üyesiydi. Otto her zaman açık açık Türkiye’yi desteklemiştir. Avusturya’nın son imparatoru ve Macaristan’ın son kralı olan I. Karl’ın oğluydu. Ve çok şaşırtıcı bir şekilde bu iki hanedan birbirine düşmandı. Ama Otto ve Osmanlı Hanedan Defteri’ne kaydı yapılan son kişi olan Neslişah çok iyi arkadaştılar!

- Otto 1976’da Almanya’da Avrupa Parlamentosu üyeliğine seçildiğinde ona bir tebrik mesajı gönderdim. Bana cevabında, “Simeon, mesajın için teşekkür ederim. Şu andan itibaren, Avrupa Parlamentosu’nda senin temsil ettiğin Bulgaristan’ı savunan en azından bir kişi olacak.” Yani parlamentoda komünist Bulgaristan’ı savunmayacaktı.

"Bulgar Türklerinin trajedesini anlattım"

Bulgaristan’daki o korkunç olaylar, Türklerin isimlerinin zorla değiştirilmesi kampanyası da komünizm döneminde yaşandı.

- Evet, o olaylar korkunçtu. 1984’te sadece Türkler değil, aynı zamanda etnik olarak Bulgar olan Müslümanlar da komünist rejim tarafından baskı görmeye başladı. Zorla isimleri değiştirildi. O dönem bir sürü insanı sürgüne gönderdiler. Bu trajediyle ilgili Uluslararası Kızılhaç Komitesi’nde ve Arap Ligi’nde konuşmalar yaptım. O dönem yaklaşık 300 bin Bulgar Türk’ü Türkiye’ye geldi.

Aslında bir yerde Jivkov’a (1971-1989 yılları arasında Bulgaristan Başbakanı olan Todor Jivkov) teşekkür etmeliyiz çünkü bize 300 bin kişi gönderdi, önce şoke olduk, ancak daha sonra hastanelerimiz Bulgaristan’dan gelen en üst seviyede hemşirelerle doldu. Ayrıca marangozlar, elektrik teknisyenleri vb. bir sürü diğer meslekten de çok iyi yetişmiş elemana sahip olduk.

"Krallarla arkadaş"

Mısır’a dönelim, orada istediğiniz kadar kalma şansınız var mıydı, yoksa belli bir zaman dilimi için mi kalmanıza izin verildi?

- Ben orada okula gittim, kız kardeşim de öyle. O dönemin en iyi okullarından biri olan İskenderiye’deki Victoria College’a yazıldık. Kralların gittiği okul olarak bilinirdi. Biz Mısır’da kaldık, orada yaşamayı da çok sevdik. Ama annem biraz büyüdükten sonra Avrupa’da eğitim almamızı istiyordu. O sırada Kahire’deki İspanyol Büyükelçisi gelip “Bir sürgün yeri olarak İspanya’yı hiç düşündünüz mü?” diye sordu. Böylece Mısır’dan 1951’de ayrıldık. Bu şekilde siyasi mülteci olarak İspanya’ya gittik ve hayatımın 50 senesini orada geçirdim.

Fas Kralı II. Hasan da arkadaşınızdı galiba?  

- Evet, Fas Kralı II. Hasan sınıf arkadaşımdı. Ayrıca Ürdün Kralı Hüseyin’le de İskenderiye’deyken aynı sınıftaydık. İspanya Kralı Juan Carlos’la da İspanya’ya gittikten sonra çok yakın arkadaş olduk.

İran Şahı Rıza Pehlevi’yle tanışıklığınız?..

 - Kendisiyle yurtdışı seyahatlerinde tanıştım, birkaç defa da İran’da ziyaret ettim. O zaman İran’la Bulgaristan arasındaki kültürel benzerlikler beni çok şaşırtmıştı. Şah ve ailesini çok iyi tanıyordum. Özellikle de kardeşi Prens Abdülreza çok iyi arkadaşımdı. Aynı zamanda Dünya Yaban Hayatı Koruma Fonu’nun da başkanıydı.

"Pehlevi utangaçtı"

Şahın ikizi olan kız kardeşi Prenses Eşref’le de tanıştınız mı? Çok zeki bir kızdı...

- Evet, inanılmaz derecede zeki, çok etkileyici bir hanımefendiydi. Şah ise çok utangaç, çekingen bir insandı. O gösterişli imparator tavırları da bir savunma mekanizmasıydı bence. Elbette vizyonu olan ve uluslararası alanda saygı duyulan bir şahsiyetti. Ancak ne yazık ki siyaset çok berbat bir şey. Bazı müttefikleri tarafından bir anda öyle bir yüzüstü bırakıldı ki...

Evet, ne yazık ki öyle oldu.

- Büyük muktedirler, büyük güçler lafa gelince çoğu zaman küçük ülkelerden güzel sözlerle bahsediyorlar. Ama tarihe ve gerçeklere bakacak olursanız, o ülkelerdeki siyasi krizlere de çoğu zaman o büyük ülkeler sebep oluyor.

İmparatoriçe Farah Diba’nın yaptığı şeyler, mesela Halı Müzesi, Sadabad koleksiyonu, bunlar unutulmaz...

- Farah asla hiç kimse hakkında en ufak bir kötü söz bile söylemezdi. Ayrıca Farah’ın yetiştiriliş tarzı, normal bir ailenin kızınınki gibiydi. Herkes gibi üniversiteye gitti. Bütün bunlar, onun olaylara farklı bir açıdan bakabilmesine  büyük katkı sağladı. Birkaç sene önce kendisi son derece nazik bir şekilde gelip Bulgaristan’da bizi ziyaret etti.

"Analizleriniz hayranlık uyandırıcı!"

İzninizle Majesteleri; sizin psikolojik analizlerinizin çok hayranlık uyandırıcı olduğunu söylemek isterim!

- Sayın Profesör; yaşımdan ileri geliyor. Size bir anımı anlatmak istiyorum. Birkaç sene önce İstanbul’a geldiğimde herkes gibi havaalanında polise pasaportumu gösterdim. Son derece uluslararası bir tavırla, Türkçe “Eski Bulgaristan Başbakanı’yım” dedim. Adam, pasaportuma bakıp “Majesteleri, sizi görmek büyük zevk” dedi. Ve bunu Bulgarca söyledi! Meğer Bulgar Türk’üymüş!

"Terk etmek zorunda kaldığı ülkesine 50 yıl sonra başbakan oldu"

50 yıl sonra Bulgaristan’a dönmeye nasıl karar verdiniz?

- Ben zaten her zaman  dönmeyi hayal ediyordum. Ama bu hayalin hiçbir zaman gerçekleşeceğini düşünmüyordum. 1989 yılı geldiğinde birdenbire büyük bir değişim yaşandı ve komünizm çöktü. Ondan sonra Bulgaristan’dan birçok kişi Madrid’de ziyaretime gelmeye başladı ve bana ülkeye geri dönmem yönünde telkinde bulundular. Ailemden Bulgaristan’a ilk ziyaret, 1991’de kız kardeşim tarafından yapıldı. Sofya’ya gitti ve son derece güzel karşılandı. Daha sonra 1993’te annem, babamın ölümünün 50. yılı vesilesiyle Bulgaristan’a gitti ve o da sevinçle karşılandı. Mayıs 1996’da, yani 50 sene sonra da ben döndüm. Olağanüstü bir şekilde karşılandım.

Başbakan seçilmeniz nasıl oldu?

- 2000 yılında fark ettim ki o dönemde Avrupa Birliği ve NATO’ya yönelmemiz önemliydi, bunun vakti gelmişti. Bir grup arkadaşla bir siyasi parti kurduk ve Bulgaristan’da seçimlere katıldık. Ama kazanmayı beklemiyordum!

Hiç mi beklemiyordunuz?

- Hiç. Normal değil ki! 50 sene sürgünden sonra, hakkımda söylenen onca olumsuz şeyden sonra seçilmeyi beklemek zor. Ama Bulgar halkı hoşgörülü bir halk. Seçimleri kazandığımızda parlamentonun yarısını oluşturuyorduk. Halkın yarısı destekledi, ama öbür yarısı da karşı çıkmadı. Biz de onlara saygı duyduk. Bu şekilde başbakan oldum.

Diğer yüzde 50’yi hiç görmeyen, onlara saygı duymayanlar da var...

- Benim için bu entelektüel anlamda siyasi bir dersti.

Söyleşinin tamamını okumak için tıklayınız