Burhan Doğançay: Bilgisayar geldi, duvarlar temizlendi

Burhan Doğançay: Bilgisayar geldi, duvarlar temizlendi

Türkiye'nin yaşayan en pahalı ressamı Burhan Doğançay, Paris'te 1950'li yıllarda hukuk ve iktisat okumuş, Türkiye'ye dönüp, çeşitli memuriyetlerde çalıştıktan sonra diplomat olarak 1962'de New York'a gitmiş. Tüm bu süreçte her zaman resim yapsa da ancak 1964'te diplomatlığa son verip, kendini tamamen sanatına adayabilmiş ve New York'ta kalmış.

O şimdi, Türkiye'nin en önde gelen ressamlarından biri. İstanbul Modern de Doğançay'ın 1964'ten bu yana imza attığı eserlerinden oluşan bir sergi sunuyor. Bugün açılacak olan "Kent Duvarlarının Yarım Yüzyılı: Burhan Doğançay Retrospektifi" başlıklı sergi, sanatçının 14 ayrı dönemini ve dünyanın önde gelen müzelerinin koleksiyonlarında bulunan çalışmalarını izleyiciyle buluşturuyor. Sergi 23 Eylül'e dek sürecek.

Fisun Yalçınkaya (23 Mayıs 2012, Sabah)

Köşeyi dönmek kolay değil: Bana hep soruyorlar, 'Nasıl oldu bu iş, nasıl hissediyorsun, nasıl başardın?' diye. Diyorum ki çalışacaksın çalışacaksın, çalışacaksın. Köşeyi dönmek yok. Çalışacaksın kendine itimadın olacak. Bir de elbette alınyazısı var. Ben ona çok inanıyorum, illa ki kısmetinde olacak o iş. Bir de sabredeceksin. Ben 50 sene sabrettim, yahu kolay değil. Bir kısmet var, bir de kabiliyet meselesi. Gençler çalışsın, sabretsin ve kendine güvensin.

Resmi babamdan öğrendim: Babam harita çizmek için Anadolu'yu dolaşırdı. Ben de onunla giderdim. Şu ağacı çiz, şu taşı çiz derdi. Sonra çizdiklerime bakar, 'Işık buradan gelir, gölge şöyle olmalıdır' diye anlatırdı. Resmi böylece öğrendim, hayatım boyunca da başka mesleklerde çalışsam da hep bir yandan da resim yaptım.   50 yılda 114 memleket gezdim: Kent duvarları 1964'te başladı. O gün bugündür devam ediyor. Toplam 3 binden fazla resim yaptım bu seride. Bu sergide işte bu duvarların 14 devrini göreceğiz. Sergiyi gezdikten sonra sokaktaki duvarlara başka türlü bakacaksınız artık. 114 memleket dolaştım, hep duvarlara baktım. Duvarlarda rüzgârın, karın, yağmurun, duvarın üstüne yazı yazan, graffiti çizen, afiş yapıştıran insanın izi var. Tüm bu izler en güzel resimleri ortaya çıkarıyor. Benim gibi 50 yıldır duvarcı olan, duvarla uğraşan başkası yoktur herhalde. Duvarlar benim hayatım.

'Sanat yükseliyor'

Türkiye'de sanatın muazzam şekilde yükseldiğini vurgulayan Doğançay, şunları söylüyor: "İnşallah devam eder bu yükseliş. Gençliğimde ressam olacağına ayağına taş bağlayıp kendini denize atman daha iyiydi. Önceki ressamlar da asker ressamlardı. Yani hocalık yaparak para kazanıyor, bunu resme aktarıyorlardı. Ancak bugünün gençleri milyon defa şanslılar bize göre. İsim vermek istemem ama çok kabiliyetli gençler var. Sanat, dünyanın en güzel şeyi ve sonu yok."

Müge Büyüktalaş (23 Mayıs 2012, Radikal)

50 yıllık sanat hayatınız boyunca üretmiş olduğunuz eserler dünyanın farklı yerlerindeki müzelerden toplanarak oluşturulan bir sergi bu. Neler düşünüyorsunuz?

Sergi amiyane tabiriyle ‘cuk’ oturdu. Bizim çocukluğumuzda şimdiki gibi oyuncaklar yoktu. Kemikle oynadığımız bir oyun vardı, havaya atıp yerine tam denk getirdiğinizde ‘cuk’ oturdu denilirdi. Bu sergi de tam öyle oldu. Bazı eserler var ki ben bile senelerdir görmemiştim. Misal 1964 senesinde yaptığım 1967’de müzeye girmiş olan ve o zamandan beri görmediğim bir eser var bu sergide.

Kariyerinize baktığımızda sanatla beraber farklı alanlarda da çalıştığınızı görüyoruz. Hukuk eğitimi almış biri olarak sanatınız bu durumdan nasıl etkilendi?

Hukuk okudum, futbol oynadım, Paris Üniversitesi‘nin Hukuk Fakültesi’nde iktisat doktorası yaptım. Sonra döndüm Turizm Genel Müdürü oldum. İzmir Fuarı’nın komiserliğini yürüttüm, Brüksel sergisini hazırladık, sonra New York’a diplomat olarak gittim. 67 senesinden itibaren New York’ta kalarak tamamen sanatla uğraşmaya başladım. Hukuk benim vizyonumda 180 derecelik bir açılım yarattı. Sadece resim yapsaydım bir yere kadar olurdu. Hukukla sanat ilişkisine baktığınızda tarih boyunca birçok isim var. Cezanne gibi birçok önemli ressam hukuk okumuştur. Kandinsky de hukuk mezunudur.

Duvarların sanat hayatınızdaki önemi malum ama Manhattan’da 86. Cadde’de gördüğünüz bir duvar var ki diğerlerinden biraz daha farklı bir yeri var...

Duvarlar beni her zaman çok etkilemiştir. Sanatımı bunun üzerine kurdum. Anadolu’yu gezdim. Anadolu duvarlarını inceledim. Duvarlara karşı ilgim hep vardı ama 86. Cadde’deki duvarı gördüğüm zaman, muazzam, çok büyük bir duvar, kolajlar her şey var, çok etkilendim. Duvarlar mevzuu ondan sonra öne çıktı. Ama onun öncesinde gençken Ankara’da yaptığım suluboyalarda Ankara Kalesi, dar sokaklar ve evler, evlerin duvarlarını çizerdim. Faruk Nafiz Çamlıbel’in ‘Han Duvarları’ diye şiiri vardır. Duvarlar bir toplumun aynasıdır. Türkiye’de de duvarlar çok önem taşır. Bir dönem gençliğin kendini ifade edebilme alanıydı duvarlar. Şimdi bakıyoruz artık gençlerin arabaları, sevgilileri ve bilgisayarları var. Duvarlara bir şey yazacak vakit kalmıyor. Biz okuldan çıkar, yürüyerek kahveye giderdik. Bir şeylere kızdığında insanlar bunu duvarlara yazardı. Halen ekonomik anlamda az gelişmiş ülkelerde bu geleneğin devam ettiğini de görebilirsiniz. Resmin genlerimizde olduğunun da bir işaretidir duvarlar. Her çocuk duvarlara bir şeyler çizer.

Üç eser var yan yana asılı olan, üçü de 87 senesinde yapmış olduğunuz. Özellikle ‘Mavi Senfoni’ açık arttırmadaki fiyatıyla bir dönem gündeme gelmişti. Bu üçlüyü özel kılan nedir?

‘Mavi Senfoni’ Sultanahmet Camii’nin mavi çinilerinden esinlenerek yaptığım bir eser. Muhteşem Çağ Kanuni Sultan Süleyman dönemini anlatır. Aslında bir tane de Mimar Sinan hakkında yaptığım vardı ama onun nerede olduğu ne yazık ki bilinmiyor şu an. Sultanahmet, Kanuni ve Mimar Sinan Türk tarihinin önemli figürleridir. Aynı dönem Madonna’yı da yapmıştım.

Grego serisi var bir de, sizin etkilendiğiniz söylenen bir graffitti sanatçısı olduğu da söyleniyor. Nedir Grego’nun hikâyesi?

Grego bir devirdir. Duvarlar biliyorsunuz hep tuğla, pis, kahverengi, kirlidir. Birisi gelmiş oraya sarı, kırmızı gibi primeri renkleri kullanarak bir şey yapmış ve altına bir imza atmış ‘Grego’ diye. Bundan etkilenerek ‘Grego’nun Duvarları’ diye bir sergi yaptım. Çoğu zaman Grego ben oldum aslında. Çünkü o bir tek ufacık bir şeydi bir duvarda.

2009 senesinde Halil Altındere bir video çalışması yaptı. Sizin bir resminizi bir koleksiyonerin kafasına geçirip bunu Contemporary İstanbul Fuarı’nda sergiledi. Bu çalışmanın öncesinde haberiniz olmuş muydu?

Sansasyon yaratmak için yapılmış bir şey olduğunu düşünüyorum. Bana yöneltilmiş eleştirilere de hiçbir zaman cevap vermedim. İsteyen istediğini yapabilir, yazabilir. Bu tür işlerde birçok zaman gaye budur, bütün dünyada polemik yaratmak üzerinedir. Benim resmim olmuş, başka resim olmuş önemi yok. Zaten aynısı yıllar önce yapılmıştı, biliyoruz. O bakımdan pek orijinal bir tarafı da yok.

Paris ve New York’a gittiğiniz ilk zamanlar modern çağı etkileyen büyük olayların, örneğin pop-art’ın yükselişe geçtiği, Andy Warhol gibi sanatçıların öne çıktığı dönemler. Nasıl bir etkileşim oldu bu dönemde, ciddi bir rekabet ortamı vardı şüphesiz.

Paris’in en iyi zamanıydı, üç asır dünyanın sanat merkeziydi. Ondan önce yedi asır Roma’dır. İkinci Dünya Harbi’nden sonra bu New York’a geçti. Ben bunu çok evvelinden gördüm ve dedim ki New York’a gitmek lazım. Şarkı da vardır ‘New York’ta yaparsan her yerde yaparsın’ diye. İstanbul ’da araba kullanırsan her tarafta kullanırsın. Bunun gibi. Bana çok şey öğretti. Türkiye’de 62 senesinde müzenin M’si yoktu. Biz Rönesans’ı atlamışız bir defa. Beş asır geriden geliyoruz. Kolay kolay kapanmaz. Rönesans’ı yaşamış memleketlere bakın, hepsinde bırakın şehirleri kasabalarında bile müze vardır. Rönesans yalnız sanatta değil hayatın bütün alanlarında yaşanan bir devrimdir. Fransızca ‘yeniden doğuş’ demektir zaten adı üstünde.

Türkiye ’de genç sanatçıların heykel, resim gibi klasik mecralardan çok daha kavramsal video, enstalasyon gibi alanlara yöneldiği malum. Bu yönelimi neye bağlıyorsunuz?

Bütün mesele herkesin çok maddiyatçı olması bugün. Herkesin gayesi kısa zamanda köşeyi dönüp zengin olmaktan ibaret. Araba alayım, şunu alayım bunu alayım. Dünyada en fazla cep telefonu alan memleketiz. Lükse karşı muazzam bir zaaf var. Olmaz böyle tabii ki.

 

Sibel Oral (23 Mayıs 2012, Taraf)

Duvar... Politik sloganların yazıldığı, yamuk bir okla delinen kalplerin, bir isyana kapılıp dünyaya kafa tutan âşıkların kalpleriyle birlikte “çiziktirdiği”, gece sokaklarda kalanların yaslandığı omuz... Ya da yıkılan ya da yapılan, çevreleyen, örülen, üstüne işenen... Şimdi düşününce bunlar çok romantik geliyor tabii, ama duvarlar bir sokağın, caddenin, kentin, ülkenin tarihinde önemli rollere sahip. Evet, hani şu “üstümüze üstümüze gelen” duvarlar. Hani aslında hep önünden geçmemize rağmen fark etmediğimiz, önemsemediğimiz...

Burhan Doğançay, 70’li yıllardan bugüne boynuna fotoğraf makinesini takıp ülke ülke gezdi. Caddeleri, sokakları, meydanları... Duvarların fotoğraflarını çekti Doğançay, bir nevi kayıt tuttu. Daha sonra fotoğrafını çektiği bu duvarları tuval üzerinde yeniden yarattı. Toplamda 120 eseri bugünden itibaren İstanbul Modern’de görebilirsiniz. Kent Duvarlarının Yarım Yüzyılı: Burhan Doğançay Retrospektifi Doğançay’ın 50 yıllık çalışmalarından oluşan kapsamlı bir sergi. Sergi, “Kapılar”, “Sapak”, “New York Metro Duvarları”, “Hücum”, “Kurdeleler”, “Koniler”, “Boyacı Duvarları”, “GREGO Duvarları”, “Formula 1”, “Çifte Gerçekçilik”, “Alexander’ın Duvarları”, “New York’un Mavi Duvarları” ve 2008 yılından bu yana sürdürdüğü “Çerçeveli Duvarlar” serilerinden oluşuyor.

Güvenlik tablonun yanından ayrılmadı

 

Sanatçının 14 ayrı dönemini ele alan sergi için iki yıl çalışılmış. Sergilenen 120 eserin 35’i yurtdışından getirilmiş. Solomon R. Guggenheim Müzesi ve British Museum bunlardan sadece ikisi. Bu epey de zor olmuş. Doğançay’ın anlattığına göre mesela bir müze sergilenmesi için koleksiyonundan verdiği Doğançay tablosu asılana kadar tablonun başında beklemiş. Yüksek güvenlik önlemleriyle hazırlanmış sergi. Burada İstanbul Modern Şef Küratörü Levent Çalıkoğlu’nun dediği çok önemli: “Modern ve çağdaş sanat arasındaki en büyük köprüdür Doğançay. Dünyanın her yerinde kendini kabul ettirmiş bir sanatçı. İlk defa bir Türk sanatçının eserini yurtdışından istedik. Müzeler arası bir mihenk taşı gibi oldu.”

Bu sergiyi ilginç kılan diğer bir şey ise Doğançay’ın bu resimleri 1960’lardan beri ilk defa görüyor olması. Yurtiçi ve yurtdışındaki koleksiyonlardan biraraya getirilen sergi, aynı zamanda Muhteşem Çağ (1987), Madonna (1987), Mavi Senfoni (1987) tablolarını da yan yana getirmiş. Bu üç eser ilk kez I. İstanbul Bienali’nde sergilenmişti.

 

Doğançay hakkında bir de kitap çıktı

 

Yıldız Holding sponsorluğunda hazırlanan, Münih merkezli yayınevi Prestel’in yayımladığı ve dünya çapında satışa sunduğu kitapta, sergi küratörü Levent Çalıkoğlu, Southhampton Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nden Profesör Brandon Taylor, Art in America dergisi editörü Richard Vine ve yazar, editör ve grafik tasarımcı Clive Giboire’ın yazıları bulunuyor. Southhampton Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nden Profesör Brandon Taylor, 2008 yılında Doğançay’ın yapıtlarını kaleme aldığı Urban Walls isimli kitaptaki analizlerine bu katalogda devam ediyor. Brandon Taylor, Burhan Doğançay’ın duvarların yüzeylerinde karşılaştığı renkler ve dokulara minimum düzeyde müdahale ederek çalışmalarını üretmeyi tercih ettiğini belirtiyor. Art in America dergisi editörü Richard Vine da sergideki serilere ve yapıtlara birebir referans vererek sanatçının çalışmalarını biyografik anlatılar eşliğinde açıklıyor: “Bir kentin dış duvarlarında iz bırakmak ne demektir? Ciddi bir sanatçı, bu kimi zaman ticari, kimi zaman resmî, kimi zaman da toplumsal-gerilla eylemini kolaj, çizim, baskı, resim, hatta duvar halısı tasarımı gibi “yüksek” sanat tarzlarında tekrarlamaya neden hayatının büyük bir bölümünü adar? Türkiye’nin önde gelen modernistlerinden Burhan Doğançay’nın yarım yüzyıllık kariyerinin gizemi buradadır.”

 

Doğançay: Kızınca duvara yazılırdı

 

“Şimdi duvarlar tertemiz. Çünkü her gencin “computer”i var. Yazacaklarını öyle yazıyorlar. 1970’li yıllarda Beyazıt’ta bir santimetrekare yer yoktu duvarlarda. Kahvelerde oturur politika konuşulurdu. Kızınca da duvara yazılırdı, politik mesajlarla doluydu duvarlar. Şimdi duvarlarda yazan tek şey: Buraya çöp dökenin...”

 

Duvarın ötesinde ne var?

 

Doğançay monografisini yazan Roy Moyer, “Duvarın ötesinde ne var?” diye sorarak şöyle yanıtlar: “Doğançay’ın tasvir edilmeyen olayları hayal ettirebilme yönünde dikkate değer bir becerisi var... Resmin yüzeyini kullanarak kişiye kendisine gösterilmeyenleri tahmin ettirmeyi başarıyor. Tuvalin ön ve arka yüzü arasında muzip bir belirsizlik yaratıyor.... Doğançay’ın bütün eserleri, onun trajik, bozulmuş, sahte ve terk edilmiş olan karşısındaki kaygısını araştırmasını yansıtır. Onun kent resimleri kentin çürümüşlüğünü ve yıkımını akla getirir; kent yaşamının iflas ettiğini ve kontrolden çıktığını, parçaları yeniden biraraya getirmemizin mümkün olmadığını hissettiren yabancılaşma duygusunu çağrıştırır.”