T24 - WikiLeaks'te yer alan Türkiye konulu belgeleri yayımlayan Taraf gazetesi, 6 Temmuz 2007’de ABD Ankara Büyükelçiliği Janice G. Weiner’ın yazdığı ve Büyükelçi Ross Wilson’ın onayıyla Washington’a gönderilen kriptoyu yayımladı. Kriptoda, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın seçim propagandası için "Büyük adam sahnede bis yapıyor" denildi.Taraf gazetesinde "Büyük adam sahnede bis yapıyor" bşalığıyla yayımlanan (13 Nisan 2011) yazısı şöyle: Büyük adam sahnede bis yapıyorAmerikan belgeleri, Washington’un Türk siyaseti ve AKP’yi de yakın takibe aldığını gösteriyor. ABD Büyükelçisi Wilson’un onayıyla gönderilen ve 22 Temmuz seçimlerinden iki hafta önce yazılan telgrafta Erdoğan için “Büyük adam sahnede bis yapıyor” deniyor.“All politics is local...” ABD’nin efsanevi siyasetçilerinden, 34 yıl Kongre üyeliği yapan, 1977-1987 arasında, Temsilciler Meclisi Başkanı sıfatıyla, “ülkenin üç numaralı adamı” olan liberal-demokrat Tip O’Neill’ın meşhur sözüdür bu. Siyaset, bütünüyle yerel bir şeydir yani. Parlamenterler, başkentlerinin değil bölgelerinin temsilcisi olurlarsa, seçim bölgelerine tepeden inmez, vekilliğe parti merkezince atanmaz, tabanın içinden çıkar ve “ulusal” politikaya kendilerini kaptırıp “yerel” sorunları unutmazlarsa, gerçek anlamda demokratik siyaset yapmaları da kolaylaşır.
Türkiye’de, gerçek anlamda demokratik siyaset pek yok. Partiler ön seçim yapmıyor; liderlik sultası mutlak; bir genel başkan Ankara’daki parti genel merkezinde oturup, belki de pek fazla gidip görmediği, sorunlarını bizzat yaşayıp bilmediği uzak bir ili Meclis’te kimin temsil edeceğine karar verebiliyor; aday adaylarının üzerini dilediği gibi çiziveriyor; bir bakıyorsunuz, bir seçimden diğerine, vekillerin seçim bölgeleri değişiyor; yılların Manisa milletvekili uçup, Bursa’ya konuyor; geçen seçimde Van’ı temsil eden vekil, bu seçimde İzmir’i temsil etmeye aday oluyor; yeni katıldığı partisine Güneydoğu’da katkı yapmasına umut bağlanan Diyarbakırlı hukukçu, İstanbul’dan Meclis’e girmeye çalışıyor...
12 haziran genel seçimleri için aday listeleri kesinleşti; sandığa gitmemize sadece iki ay var ve önümüzdeki haftalarda seçim heyecanı muhtemelen günbegün artacak. Merkezden, ön seçimsiz belirlenen adayların bir bölümü, seçim bölgeleriyle yeni yeni tanışırken ve belki bazıları, genelbaşkanlarının hediye ettiği “birinci sıra”nın rehavetiyle, seçilmek için kendilerini pek fazla da yormazken, partilerin yerel teşkilatları ve bölgelerdeki seçmenler, bu heyecana ne kadar ortak olacaklar henüz bilmiyoruz. Ama geçmiş seçimlerde olduğu gibi, bu kez de, her bir seçmenin kendisini, siyasetin merkezinde hissetmesini sağlayacak türden bir tabandan-tepeye nüfuz hareketi yaşanmadığı kesin. Oysa siyaset, merkezden bağımsızlaştıkça demokratikleşen bir şey. Yerel siyasetin başatlığına, merkez üzerindeki belirleyiciliğine bizden daha fazla alışkın olan yabancı gözlemciler, Türkiye siyasetine baktıklarında burada bunun olmadığını hemen farkediyorlar.
“WikiLeaks Türkiye Belgeleri” kapsamında bugün sunduğumuz Amerikan kriptosuna da işte bu bakış hâkim.
6 Temmuz 2007’de ABD Ankara Büyükelçiliği Janice G. Weiner’ın yazdığı ve Büyükelçi Ross Wilson’ın onayıyla Washington’a gönderilen “KİŞİYE ÖZEL” telgrafın başlığı, “AKP Taşrada—Tepeden İnmeci Bir Trend.” Telgrafın tam metni şöyle:
(1)ÖZET VE YORUM: Türkiye’nin taşrasına yaptığımız bir dizi seyahat, Başbakan Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi’nin tepeden-inmeci bir Erdoğan makinesine dönüştüğünü açıkça gösterdi. Aday listelerini o seçti, öncelikleri ve seçim platformunu o belirledi. Eğer AKP iktidara dönerse, hepsi de (partilileri kastediyor) ona (Erdoğan’ı kastediyor) minnet borçlu olacak. Birçok yerde parti dayanışmasını korumaya çalışsalar bile —Erdoğan’ın da katıldığı gösterişli mitingler de bu çabanın bir parçası— taşra cephesinde, katılımcı demokrasi duygusu daha zayıf. “Büyük adam” bis yapıyor; Türk siyasetine her zaman musallat olmuş olan merkezî hükümetin kontrol kompleksi yine sahnede. ÖZETİN VE YORUMUN SONU.
(2) Erdoğan her zaman, hatta siyasi yasağı kalkıp, 2003’te Abdullah Gül’ün yerine başbakan olmasından önce bile, AKP’de baş adam (top dog) oldu. Önceleri AKP, demokratik siciliyle övünüyordu ve kendini Türkiye’de ender rastlanan türde, kendi içinde demokratik bir büyük çadır partisi olarak tanıtıyordu. Erdoğan, parti yapılanmaları ve adaylar üzerinde, bu yıl 22 Temmuz parlamento seçimleri için yarışacak adayların listesinde en üst düzeye ulaşan bir şekilde, sürekli artan bir denetim uyguladığı için, bu imaj zamanla erozyona uğradı. Erdoğan, gayet çalışkan bir şekilde partinin profilini ılımlılaştırdı; 1 Mart 2003’te “hayır” oyu veren milletvekillerini çizdi, İslamcı Milli Görüş perspektifinden gelenleri budadı, diğer taraflardaki ölü dalları kesti. Ayrıca seçilmesini istediği (ılımlı Gaziantep’te liste başı olan Mehmet Şimşek gibi) ya da bölgesini kontrol etmek istediği (Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener’in memleketi Sivas’ta, onun yerine ve bölge seçmenini hayalkırıklığına uğratan bir şekilde birinci sıra olan Erdoğan’ın İstanbul’daki gözdelerinden biri gibi) adayları seçim bölgelerine yukarıdan paraşütle indirdi. Uzun zamandır devam eden Türk geleneğinin parçası olarak bu, Erdoğan’a partisi üzerinde sağlam bir denetim sağlıyor; yeni seçilen milletvekilleri de Erdoğan’a minnet borçlu olduklarını bilecekler ve eğer kuralına uygun davranmazlarsa, Başbakan’ın bir sonraki seçimlerde onları da kapıdışarı edebileceğini anlayacaklar.
(3) Bu tür bir kontrolün izdüşümü, yerel AKP teşkilatlarının vekilliğe uygun gördükleri adayları Ankara’nın tercihleri doğrultusunda (Van’da olduğu gibi) geri çeviren Erdoğan’la ahbaplarının partinin ön seçim sistemini çiğneyip geçtiklerinin hissedildiği taşra cephesinde hayallerin son bulması, boyun eğiş ve coşkunun yitirilmesi oluyor. Bu şehrin bir çocuğu olan Başbakan Yardımcısı’nın, iddialara göre, listelerin hazırlanış biçimine karşı çıktığı için listeye giremediği Sivas’ta, Şener‘in fotoğrafı hâlâ AKP’nin seçim afişlerinde duruyor ve yerli halk, deneyimli bir politikacının –ve bir AKP kurucusunun– niye baştan savıldığı konusunda şaşırmış görünüyor. Diğer yerlerde –özellikle de Ankara’nın doğusundaki Yozgat gibi küçük illerde ya da daha yoksul yörelerde– ise, yerel parti teşkilatları, Başbakan’ın bu işe el atmasına müteşekkir görünüyorlar ve aday listesine girmeyi başaranlar, giremeyenleri de ziyaretçilerine tanıştırmak konusunda özenli davranıyorlar. Küçük şehirlerde, Erdoğan’a tapınma faslı bütün yoğunluğuyla devam ediyor.
(4) 28 haziranda izlediğimiz Erdoğan’ın Yozgat mitingi de bu durumu özetliyordu. Hazırlıklar kusursuzdu–sahnede kaliteli bir ses düzeni, arka taraftakiler için büyük bir ekran, adayların resimleriyle ve sloganlarla süslü devâsâ pankartlar, süslemeler, müzik, konfeti, balonlar (hepsi de yüklenip getirilmişti.)
Bir sunucu –ve kavurucu güneş– kalabalığın ilgisini birkaç saat boyunca sıcak tuttu. Esas şov başladığında, kalabalık, eski Adalet Bakanı ve yerel bir AKP adayı olan (Cemil) Çiçek’e pek sıcak yaklaşmadı, Dışişleri Bakanı Gül’e ise genel olarak (ama bütün olarak değil) nazik davrandı, ama insanlar Başbakan Erdoğan için ayağa fırladılar. Kalabalığın büyüklüğü, AKP’li düzenleyicilerin olacağını söylediğinin aksine, 50 bine yaklaşmasa da (iş günüydü, sıcaktı ve katılanların bir bölümünün destekçi değil, izleyici olduğu aşikârdı), geleneksel olarak Milliyetçi Hareket Partisi’nin kalesi olan bir yerde muhtemelen 30 bin kişi toplanmıştı. Kalabalıkla iyi bir iletişim kuramayan Gül, AKP’nin (ve kişisel olarak da kendisinin) nisanda, yürütmesi durdurulan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin mağduru olduğunu anlattı; Başbakan, ortalama bir çalışan Türk’ün hayatını kolaylaştırmak için aldıkları önlemlerin ve AKP’nin bundan sonra yapmayı planladığı şeylerin propagandasını yaptı. En sonunda Erdoğan, kalabalığı, Batı’daki kampanyaların usulüne uygun biçimde coşkulandırmak için çok çaba gösterdi, AKP’nin seçim sloganlarını haykırdı ve günün bir sonraki mitingine gitmek üzere helikopterle ayrıldı.
(5) Taşrada, AKP adayları ve il-ilçe başkanları istisnasız biçimde neşeli ve 22 temmuzda kazanacakları oy sayısı konusunda iyimserler. Ama AKP giderek yeni ve kendi içinde demokratik bir partiden ziyade, eski usül bir Türk partisine benzemeye başlıyor. İlgili anayasa değişikliği sonbahardan önce yürürlüğe girmeyeceği için, erken seçimlere gidilmesiyle, 30 yaşın altındakilere (25-29 arasındakilere) adaylık öneremeyen AKP, muazzam bir rakama ulaşan genç oylar bakımından potansiyel olarak kuvvetli bir kozunu yitirdi. AKP’nin kudreti, her zaman tabanı ve tabanındaki gönüllü örgütlenmeler olageldi; bunlar AKP’ye ve Erdoğan’a sadık olmayı sürdürüyorlar. Ancak Erdoğan’ın tepeden-inmeci taktikleri orta seviyelerdeki coşkuyu dindirebilir ve AKP de –diğer partiler gibi– alabileceği her oyun peşinde.