Büyük gazetecilik maceralarıydı...

Büyük gazetecilik maceralarıydı...

Bilgehan Uçak 

Büyük suskunluğuna önce "No Pasaran" diyerek ara vermişti ama mutluluğumuz ne yazık ki japongülleri gibi bir gün sürmüş, sonra don yemiş ağaç gibi bir daha açmaz olmuştu.

Günler, haftalar, aylar geçti, hatta romanı bile yayımlandı ama gazetelerde hiç görünmedi.

Geçen gün, Yaşar Kemal'in ardından herhalde dayanamayıp "yazarlığın kasaplık gibi" olduğu harika bir yazı yazdı.

Bence gene japongülleri gibi kaybolacaktı ama bir başka olay yaşandı ve içindeki "şövalyeyi" susturamadı.

"Bırakın çoluk çocuğu, bırakın Yasemin'i" diye isyan ediverdi. Zevaco'nun Pardayanlar'ından fırlayıp gelmiş bir adam olduğu için görmezden gelemedi yaşananları.

Ben Ahmet Altan'ı tanırım.

İki buçuk yıl kadar düzenli gittiğim gazeteden, denemelerinden, romanlarından...

Gazeteciliğin ne olduğunu ama daha önemlisi ne olmadığını bize öğreten insandır o.

Biz dediğim, bir tek lira almadan Taraf'a gönüllü yazılan öğrenciler, gazeteci adayları...

Dengir Mir Mehmet Fırat'ın avukatı gazeteyi arayıp "söyleyeceklerim var" dediğinde, hiç düşünmeden ona cevap hakkı veren, üstelik bir gün önce Yasemin Çongar "künde var tuş yok" demişken bunu yapan bir adam o.

Hiç unutmuyorum, "ihtiyacı olan birine gazeteyi kapatırsak, bu gazeteyi çıkarmamızın hiçbir manası yok" demişti toplantıda. Bir süredir Taraf'a büyük bir saldırı var.

İşin matrak tarafı, bu gazeteye hep büyük bir saldırı vardı. Üniversitede, Mehmet Güreli'nin tasarladığı ajandaya not tuttuğum için dersten atıldım.

Balyoz belgelerinin yayımlandığı günlerde ben de gazeteydim ama arkasayfadan spora hemen her bölüme giden bir "konsomatris muhabir" olarak diğer arkadaşlarım gibi hiçbir bilgim yoktu tabii.

Yalnız, şunun şahidiyim ki, bugün Ahmet Altan ile Baransu'ya vuran herkes o gün "asker yazılmaya" can atıyorlardı.

Sonra nasıl olduysa oldu, ilk köşeyazısını bu gazetede yazan ve hatta yazıişleri müdürlüğüne getirilen adam "gözüne gözlük tak" demeye, bir başkası "Başbakan'ı bir türlü anlayamadın sen" diye akıl öğretmeye başladı.

Markar'dan Hrant yaratmaya çalıştığına, hadi artık onun sevdiği tarzda söyleyeyim, Tanrı önünde şahidim.

"Sen ki" yazısından sonra "insanlığı ondan öğrendim" dediği Ahmet Altan hakkında sonradan yazdıklarına da, bugün düştüğü noktaya da -malesef- hep beraber şahit olduk. Baransu'nun arkadaş olduğunu zannettikleriyle gerçekte arkadaş falan olmadığını, Ahmet Altan'ın güvendiği gençlerin ise birer "kof kabadayıdan" başka özelliğe sahip bulunmadığını görmeleri bence onlar için en acı şeydi bu süreçte.

Melih'e Ankara ofisini emanet ettiğinde "sağlam bir oğlan var orada" diyordu.

Haftasonları yazıişleri toplantısını Ahmet Bey düzenlerdi. Matrak ve -yanlış anlamayacağına inanıyorum- hergele bir yapısı olduğundan kırıp geçirirdi o toplantılarda.

Ama hiçbir üniversitede, hiçbir fakültede ne öyle bir gazetecilik ne de öyle bir cesaret dersi öğretilebilir.

Markar, AKP için "yokuş yukarı çıkan bisiklet sürücüsü" metaforunu kullandığında bunu yazıya nasıl döneceğini anlatan gene oydu.

Demokrasi mücadelesinin ne kadar keyifli ve bir kez bulaşan biri için artık nasıl vazgeçilmez olduğunu bize öğreten de gene Ahmet Altan'dı.

Parasızlıktan mahvolmuş meslektaşlarının bu kadar sevdiği bir yayın yönetmeni zor bulunur.

Ahmet Altan, hepimiz için gazetecilikte bir "rol-modeldi". Bugünse, gazetecilikten vazgeçip büyük hesapların peşinde koşan "geleceğin mühim insanları" biz kullanıldık diye günah çıkarmaya çalışıyorlar.

Markar, Baransu ve Kerem, üçü de Galatasaraylı, bir Fenerli beni bulmuşlar, odada tartışıyoruz, diyorum ki "şike yok, ama teşvik var", saldırıp duruyorlar "biz demokratlar, biz taraftar olmayanlar" diye, neymiş şikeciyi savunuyormuşum da ilkeleri çiğniyormuşum...

Peki, yarın bir gün derlerse ki "milli kulubümüze kumpas kurulmuş" ne yapacak ossaat, o odadaki canhıraş verdiği tartışmaları unutacak mı yoksa inkâr mı edecek?

İşte Ahmet Altan bize bunu öğretti.

Hatası var mıdır, mutlaka vardır, o kadar uzun süre bir gazeteyi kim yönetirse hatası da olur.

Ama bunların hiçbirini "bile isteye" yapmadığına, ufak hesapları olmadığına, hiçbir yazara "şöyle yaz" demediğine, sadece doğru bildikleri üzerine "bodoslama" gittiğine de şahidim.

Bir gazetecilik aşkı vardı onda.

En azından ben öyle gördüm.

Seviyordu mesleğini, hatta bana kalırsa bunu biraz kasaplıktan ziyade şövalyeliğe benzetiyordu, sonra yaptığının doğru olduğunu bilip aynada kendisini şövalye olarak gördüğünde biraz daha bağlanıyordu yaptığı işe.

Taraf, Ceylan'ın haberini yapan gazetedir.

Ahmet Altan da bunun yapılması için mücadele eden bir şövalyedir.

Rasim Ozan, Helin Avşar'a göğüs kıllarını okşatarak söyleşi verdiğinde "bu pornodur, bu herifi kovalım" diyen, MHP'li birinden yumruk yediğinde "iyi de niye hep bu adam" diye sorgulayan insanlar biraraya gelmiş ve kullanıldıklarını itiraf etmeye başlamışlarsa...

Tabii ki Taraf'ı, eski arkadaşlarını ve Ahmet Altan'ı karalayacaklar.

Taraf'ın yayınlarından bence bir tek Ahmet Altan sorumlu tutulabilir.

O teşvik etti, cesareti o aşıladı, onun izniyle yayımlandı ne varsa.

İlk imzamı o attırdı.

Zaten Ahmet Bey'in kendinden başka kimseyi sorumlu tutturmayacağına inanıyordum, işte o da ülke gibi kasvet grisine bürünmüş bu salı günü çağrı yaptı.

Ahmet Altan ve Taraf olmasaydı, ne olurdu biliyor musunuz? Kimse "önce indir o parmağı" diyemez, Roboski'yi soramaz, Ceylan için manşetler atamazdı.

Yüreğiniz yetiyorsa Ahmet Altan'ı sorgulayın.

Ama önce ona teşekkür edin.

Bugün yanınızdakilerin hemen hepsi ona "ihanet eden" adamlardan oluşuyor çünkü.

twitter: @bilgehanucak