Ali Bilge
1918 sonbaharında sona eren 1. Dünya savaşı, Osmanlı imparatorluğunu yıkım aşamasına getirdi. Savaşın sonu Anadolu coğrafyasında yaşayan halkları belirsizlikle, geleceksizlikle baş başa bıraktı.
Var olma sorunu ve aşağılanma ile karşı karşıya kalan halklar, aralarındaki farklılıkları ötelemek, tercih yapmak ve uzlaşma zeminini oluşturmak durumundaydı. Büyük tehlikeye karşı ittifaklar kurmanın yanı sıra, tehlike bütününün içindeki çelişkileri ayrıştırmak içinde siyaset geliştirilmeliydi.
Mondros mütarekesinin ardından Anadolu’da düzenlenen yerel kongrelerle çıkış yolları aranmaya, yerel iktidar odakları oluşmaya başlamış, yerel inisiyatifler aracılığı ile başlayan arayış ve çıkış hareketleri, bir süre sonra ulusal kongrelere dönüşerek ortaklaşma ileri bir platoya taşınmıştır.
Konfüçyus “iktidarın saygı görmüyorsa, başka bir iktidar yoldadır” diyor. Şartlar yeni bir kervanı yola düzmektedir. Yeni bir oluşum, ama çok farklı kabulleri olan unsurlardan meydana gelen bir oluşum yola çıkmıştır.
Seçimlerin yapılması, İstanbul’da Meclisi Mebusan’ın toplanması ve Misakı Milli’yi kabul etmesi, sonrasında İstanbul’un işgali ve Meclisi Mebusan’ın çalışamaz duruma düşmesi ile faaliyetlerini tatil etmesi, Ankara’da olağanüstü yetkilerle donatılmış bir Meclisin toplanmasını sağladı. 1920 Nisan’ında Ankara’da vücuda gelen Meclis, farklı siyasi fikirlere sahip kişilerin, kesimlerin ortaklaşmasının bir ürünü olarak meydana geldi.
Birinci Meclisin, (Büyük Anadolu Kongresinin) Büyük Millet Meclisi oluşumu, işgal altında bulunan ve parçalanma aşamasında bir ülkede, farklı toplumsal ve siyasal kesimleri ve kişileri, durumdan memnuniyetsizleri, bir hedefe karşı ortaklaştırma siyasasının çetin ve başarılı bir örneğidir.
Anadolu coğrafyasında yaşayan Lazların, Çerkezlerin, Gürcülerin ve Kürtlerin önemli bir bölümü, olağanüstü meclis çatısı altında bir araya gelmiştir.
Uzlaşmada etnisite, mezhep birliği söz konusu değildir. Sünniler ve Aleviler birliktedir. Yıllar süren savaşlar nedeniyle perişan olmuş toplumsal katmanların (işçi, köylü ve çiftçilerin, tüccar, esnaf ve zanaatkârın) bir araya gelmesi de sağlanmıştır.
Süreç analiz edilirken dış ittifakları ve Bolşevik devriminin etkisini unutmamak gereklidir. Bolşevik Rusya ve ülke içindeki Bolşevizm yanlısı gruplarında (Yeni kurulan TKP yöneticilerinin katledilmesine rağmen) destek kıtasında yer aldıklarını belirtmeliyiz. Sovyet Rusya ile yapılan müzakerelerin sonucunda Doğu sınırının güvence altına alınması, Batı’da süren mücadele açısından çok önemli katkıdır.
Yazımızın asıl konusu olmamakla beraber, kısa sürede işgalci İtalya ve Fransa ile yapılan anlaşmalarla, bu ülkelerin işgal süreçlerinin sona ermesi meclisin dış ilişiklerinin güçlenmesini sağlamıştır. ABD ile yapılan görüşmeler kongreler ve meclis sürecinde devam etmiştir. İngilizlerle de ihmal edilmeyecek boyutta temaslar geliştirilmiştir. Dünya ajansları dikkatle Ankara’yı ve Anadolu’yu izlemektedir. Dış ittifaklar hususu dönemin çok hassasiyetle incelenmesi gereken bir safhasıdır. Biz, bu yazımızda iç ittifakları ele alıyoruz, konumuza devam edelim.
Cumhuriyetçiler, saltanat ve hilafetin kurtarılmasını amaç edinenler, Osmanlı devletinin yıkımından sorumlu görülen İttihat Terakkinin ülke içinde kalan önemli kadroları, Türkçüler, İslamcılar, liberaller, Anadolu coğrafyasında hatırı sayılır bir nüfusa ve içlerinde bağımsız bir devlet olmak isteğinde olanlarında bulunduğu Kürt halkının temsilcileri, meclisin bileşenlerini oluşturmuştur.
Ancak, böylesi bir mutabakatta ‘ülkenin geleceği’ için tasavvur birliği yoktur. Gelecekte, ‘nasıl bir devlet, nasıl bir ülke’ olacağı hususunda ortak hassasiyete ve tasarıma sahip değillerdir.
Dolayısıyla bu siyasanın, pamuk ipliğine bağlı, nazik bir ittifak olduğunu, ciddi kırılganlıklar taşıdığını belirtmeliyiz. Taraflar birbirlerine karşı ihmal edilmeyecek boyutta güven sorunu yaşamaktadırlar.
Her bir taraf, radikal olan kötüye karşı, kötüyü tercih etmiş bulunmaktadır. Radikal kötülerin başında Yunan işgali gelmektedir. Gerçekleşen mutabakatta ortak payda Yunan işgalinden duyulan aşırı memnuniyetsizliktir.
Anadolu’daki Rum ve Ermeni varlığı da çoğu katılımcının gözünde radikal kötü olarak görünüyordu. Bu nedenle, tüm yerel kongrelerde, ulusal kongrelerde, misakı Milliyi kabul eden Meclisi Mebusan’da, sonrasında Ankara’da faaliyete geçen mecliste, Osmanlı devletinin vatandaşı Müslüman olmayan ve farklı etnik kimliğe sahip Rum ve Ermeniler kapsama dahil edilmemiştir.
Meclisi Mebusan seçimlerine katılmaları, yapılan yerel ve ulusal hiçbir kongrede temsil edilmeleri istenmemiştir. Yurdun herhangi bir yerine yapılan işgal ve müdahale, Rumluk ve Ermenilik teşkili amacına yönelik sayılmış ve karşı konulması esası kabul edilmiştir. Hıristiyan halkın haklarına dokunulmayacağı ancak bunlara siyasi egemenliği ve sosyal düzeni bozacak yeni imtiyazların verilmeyeceği kabul edilen hususlar içindedir.
Birbirinden çok farklı yapıların bir araya gelmesinde diğer bir önemli payda ise İslamiyet esasıdır.
Kısacası, Yunan işgali, Ermeni-Rum varlığı ve İslamiyet, mutabakatın tutkalı olmuştur.
Aynı zamanda, sona ermekte olan imparatorluğun eskiyen ittifaklarının değişim ve yenilenme aşamasına gelmesi, yeni ittifakları gündeme getirmiştir. İttihat Terakki döneminde başlayan milli burjuvazi inşası, büyük savaşın kaybının travması, Osmanlı devleti siyasal bileşenlerinin, asker ve sivil bürokrasinin, eski yapıyla devam edilemeyeceğinin farkındalığı, mutabakat arayışına yönlendiren önemli etkenlerdendir.
Osmanlı İmparatorluğundan ve devleti oluşturan unsurların çoğundan eser kalmamıştır. Osmanlı toplumsal kontratları sona ermiştir. Mevcut halklarla birlikte yeni bir toplumsal sözleşmeye ihtiyaç vardır.
Yeni sözleşme tarafların mutabakatına uygun, deklare edilen rızalara göre mi oluşacaktır? Yoksa gücü ele geçirenin sözleşmeyi dikte ettirmesi ile mi sonuçlanacaktır? Cevaplanması gereken sorular bunlardır.
Tarihin ‘bam’ noktalarından birine gelmiş bulunmaktayız. Neler yaşanıldığına birazdan değineceğiz.
Kürtler, hoş tutulması fakat dikkatle gözetilmesi gereken bir iç müttefiktir. Mecliste ve işgale karşı mücadelenin yanında kesinlikle yer almaları gereklidir. Kürtler, 1919’dan 1924’e kadar devam eden hassas ittifakın en önemli unsurudur, kurtuluşa giden yolda olmazsa olmazdır. Doğu ve Güneydoğu güvence altına alınmadan, meclisin oluşması ve varlığını sürdürmesi imkansızdı.
Nitekim, baş murahhas İsmet Paşa (İnönü), Lozan görüşmelerinde “buraya Türklerin ve Kürtlerin temsilcisi olarak geldim, müşterek bir mücadele verilmiştir. Büyük Millet Meclisi Türklerin ve Kürtlerin meclisidir” demekle söze başlamıştır. Kürtler kıymetli bir ortaktır.
Henüz Cumhuriyet ilan edilmemiştir, Lozan görüşmeleri sancılı bir şekilde devam etmektedir. 13 Ocak 1923 günü Mustafa Kemal Paşa, bir tetkik seyahati için Batı Anadolu’ya hareket eder. Ziyaretin başladığı gün, Mustafa Kemal Paşa’nın annesi Zübeyde Hanım, İzmir’de vefat eder.
Eskişehir, İzmit, Bursa illerini kapsayan ziyaretler İzmir’de son bulur. Mustafa Kemal, 29 Ocak’ta Latife Hanımla evlenir, ertesi gün Balıkesir ve Bursa’yı kapsayan bir siyasi geziye katılırlar. 17 Şubat’ta İzmir İktisat kongresi toplanır, Kemal Paşa 7 saat süren bir konuşma yapar, yeni evliler, 18 Şubat günü Ankara’ya hareket ederler.
Yaklaşık iki ay süren bu seyahatte, Gazi’nin konuşmaları ve temasları çok önemlidir. Yakın gelecekte, ‘nasıl bir ülke’ kurulacağına ve ‘nasıl bir yönetim biçimi’ izleneceğine, gerçekleştirilmesi muhtemel reformlara ilişkin çok önemli mesajları içeren bir seyahattir.
Mustafa Kemal, savaşla barış arası netameli bir geçiş sürecinin yaşandığı bu dönemde, meclisin yapısından memnun değildir. Birinci meclisin işlevini tamamladığı düşüncesindedir. Kendi kontrolünde bir meclis kompozisyonu planlamaktadır. Gezinin, en önemli görüşmelerinden biride, İstanbul’dan gelen gazetecilerle, İzmit’te yapılan mülakatlardır.
16 Ocak 1923 gününde ve İzmit Kasrı’ndayız, Mustafa Kemal’in gazetecilerle toplantısı sabah saat 9.30’ ta başlamıştır. İki gün sürecek görüşmelerde pek çok önemli hususa değinilmiştir. Mülakatlar sırasında Kürtlerin konumları da söz konusu olmuştur. Kurulacak yeni yönetim içinde, Kürtlerin pozisyonu gündeme gelmiştir. Vakit gazetesi Başyazarı Ahmet Emin Bey (Yalman)’ın, ‘Kürtlük sorunu nedir? Bir iç sorun olarak temas buyurursanız çok iyi olur’ sorusunu Mustafa Kemal cevaplandırırken şunları söyler:
“Kürt sorunu; bizim yani Türklerin çıkarına olarak da, kesinlikle söz konusu olmaz. Çünkü bildiğimiz gibi bizim milli sınırımız içinde var olan Kürt unsurlar o şekilde yerleşmişlerdir ki, pek az yerlerde yoğundur.
Fakat yoğunluklarını kaybede kaybede ve Türk unsurunun içine gire gire, öyle bir sınır doğmuştur ki, Kürtlük adına bir sınır çizmek istersek, Türklüğü ve Türkiye’yi mahvetmek gerekir. Sözgelimi, Erzurum’a kadar giden, Erzincan’a, Sivas’a kadar giden, Harput’a kadar giden bir sınır aramak gerekir.
Ve hatta Konya çöllerindeki Kürt Aşiretlerini de gözden uzak tutmamak gerekir. Dolayısıyla başlı başına bir Kürtlük düşünmektense, bizim Teşkilat-ı Esasiye Kanununu gereğince zaten bir tür yerel özerklikler oluşacaktır. O halde, hangi livanın (sancak) halkı Kürt ise, onlar kendi kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir. Bundan başka Türkiye’nin halkı söz konusu olurken onları da beraber ifade etmek gerekir.
İfade olunmadıkları zaman, bundan kendilerine ait sorun yaratmaları daima mümkündür. Şimdi, Büyük Millet Meclisi hem Kürtlerin hem de Türklerin sahibi vekillerden oluşmuştur, bu iki unsur bütün çıkarlarını ve kaderlerini birleştirmiştir. Yani onlar bilirler ki, bu ortak bir şeydir. Ayrı bir sınır çizmeye kalkışmak doğru olmaz.”
Bu sözleri sarf eden Gazi, kısa süre sonra keskin bir tavır değişikliğine gidecektir. Meclisi yenileme kararı almıştır, Mustafa Kemal Paşa mevcut meclisten aşırı rahatsızdır. Kontrolünde bir meclis istemektedir, gazeteci İsmail Habib’e “kız gibi bir meclis yapacağım” der. Saltanat kaldırılmış, 1923 Haziran’ında Meclis yenilenmiş, 29 Ekim’de Cumhuriyet ilan edilmiş, 1924 Temmuz’unda Lozan görüşmeleri sona ermiştir, hedefe çok büyük ölçüde ulaşılmıştır.
İttifaklar bozulmalı yeni ittifaklar kurulmalıdır. Kızağa konan ulus devlet projesinde Kürtlere kimlikleri ile yer yoktur, Kürtler artık ittifak unsuru değildir. Lozan sonrası, Türklük esasına göre bir ulus devlet kurma aşamasına geçiş, Kürtlerde derin kırıklıklara, aldatılma duygusunun hâkim olmasına yol açmıştır. Kürtleri tedip, tenkil ve inkâr beklemektedir.
100 yıl önce sağlanan ittifakın bozulması, 21. yüzyılda da devam eden devasa Kürt sorunu yaşanmasına neden olmuştur. İnsani, iktisadi, siyasi kayıplar ve kan akmaya devam etmektedir. Gezegende 100 yıl içinde çözüme kavuşturulmayan kadim, yegâne sorunların başındadır.
Büyük Millet Meclisi (1. Meclis) ‘büyük tehlikeye’ karşı yapılan ittifaklar meclisiydi, işgalin sona ermesini ve kurtuluşu sağladı. Tarih, ‘büyük tehlikelerin’ sonucu ortaya çıkan ‘var olma ve geleceksizlik’ endişesinin toplumları ittifaklara zorladığı örneklerle doludur.
Birinci Meclisin 100. yılında ülkemizde ‘tehlike’ yine büyük. Demokrasiyi terk etmiş, kuvvetler birliği esasına göre oluşan otokratik bir siyasal rejim içinde bulunmaktayız.
TBMM’nin, 100 yıl önceki meclis yetkileri ile karşılaştırılması mümkün değildir. Budanmış, güçsüz bir yasama organına dönüşmüştür. Muhalefet baskı altındadır. Özellikle Kürt muhalefeti bitirilmek istenmektedir. Başbakanlık müessesesi kaldırılmış, yürütme tamamıyla saraya bağlanmıştır, yargı bağımsızlığı söz konusu değildir. Tek adam rejimi, yargı ve medyayı da kendisine bağlamıştır. Adalet sarayın iradesindedir.
Demokrasisizlik ve hürriyetsizlik içindeyiz. Ülkenin büyük çoğunluğu demokrasi adına kaybettiklerini yeniden kazanmak, parlamenter sisteme, kuvvetler ayrılığına dönmek istemektedir.
Birinci meclisin 100. yılında; otokrasinin kalıcı diktatörlüğe dönüşmesini önlemek, yeniden demokrasiye dönüş için, ‘büyük tehlikeyi’ bertaraf etmek için, demokrasiden yana tüm güçler, ön kabuller sözleşmesi çerçevesinde ittifaklar kurmak durumundadır.
Türkiye baharı yaşamak için Türklerin ve Kürtlerin 1. Meclisin ittifak deneyiminden ilham alması gereklidir.
Churchill “Hitler cehennemi işgal edecek olsa, Avam kamarasında şeytan için en azından bir iki iyi laf ederdim,” der.
Büyük tehlikeler şeytanı bile masum kılar…
* Bu yazı Ankara gazetesi Solfasol ve Tarih Vakfı işbirliğiyle yayımlanmıştır. Yazara, Solfasol’a ve Tarih Vakfı Ankara Şubesi’ne teşekkür ederek...